Çağımızın Sorunlarına İslam’ın Çözümü
Bugün üzerinde konuşmak üzere seçtiğim konu, kendime bir meydan okumadır. Bu çok geniş kapsamlı ve birçok yönü bulunan bir meseledir. Mevcut kısıtlı zaman içerisinde bu konunun hakkıyla üstesinden gelemeyeceğimin endişesini bir miktar taşımaktayım. Buna rağmen iki temel soruyu yöneltmekle konuşmama başlamak istiyorum.
Bu soruların ilki şöyledir: “İçinde bulunduğumuz modern çağda, bize meydan okuyan sorunlar nelerdir?” İkinci soru ise şudur: “Bu durumlar karşısında din, bize nasıl rehberlik edebilecektir?”
Çağımızın en büyük sorunu, barış ve emniyetin kalmamasıdır. Dünyevi ilerlemeler açısından günümüz insanı çok yol kat etmiştir. Hayatın her alanındaki bu çok yönlü ilerleme ise, bilim ve teknolojinin olağanüstü gelişmesinin bir sonucudur. Özellikle birinci ve ikinci dünya ülkeleri, bunun meyvelerinden faydalanmaktadırlar. Üçüncü dünya ülkeleri-ne gelince, onlar da bir yere kadar bu bilimsel ilerlemeler-den fayda görebilmektedirler. Bu ilerlemenin ışığı, eski çağlardaki gibi ilkel yaşamın sürdürüldüğü, dünyanın en ücra köşelerine kadar ulaşmıştır. Ancak bu denli ilerlemeye rağmen günümüz insanı, gerçek mutluluk ve huzurdan mahrum bir haldedir. Huzursuzluk, ızdırap ve korku gitgide artış göstermektedir. Şüpheler ile dopdolu geleceğin korkutucu gölgeleri, her tarafı kuşatmaktadır. Geçmişten kendilerine miras kalana ise, insanlar güven göstermemektedir. Huzursuzluk arttıkça artmaktadır.
İslam kelimesinin sözlük anlamı, barış ve emniyettir. Bu bir tek sözcük, İslam’ın bütün öğretilerini, tüm güzelliği ve ge-niş kapsamı ile yansıtmaktadır. Şüphesiz İslam, barış dini-dir. Onun öğretileri, bütün insani arzular ve ilgi alanları karşısında, barış ve emniyetin garantisidir.
Sonuç olarak bugünkü konuşmamız için, çağımızda dünyanın şiddetle ihtiyaç duyduğu, aşağıda yer alan temel konuları seçmiş bulunuyorum.
1- Dinler arası barış, emniyet ve uyum
2- Genel olarak toplumsal barış
3- Sosyo-ekonomik barış
4- Ekonomik barış
5- Ulusal ve uluslararası siyasi barış
6- Bireysel barış
Hz. Mirza Tahir Ahmed
Vadedilen Mehdi ve Mesih’in 4.Halifesi
Dinler arası barış, emniyet ve uyum (1. Bölüm)
Dini değerlerin boş ve gereksiz olarak algılanması
Bugünkü din âlemi ilginç tezatlarla dopdoludur. Bir taraftan insanlar dine yabancılaşırlarken, diğer taraftan ise onun etki alanı gittikçe artmaktadır. İnsanların kalbi, beyni ve amelleri üzerinde dinin gerçek tesiri zayıfladığı halde, diğer taraftan da bazıları aşırı dini inanışlara yeniden sahip çıkmaktadırlar. Hoşgörü yok olurken, dine dayalı şiddet gitgide çoğalmaktadır. Dünyanın genel ahlaki durumuna bir bakılacak olursa, dinin yenilgiye uğradığı aşikâr bir durumdur. Suçlar hızla artış göstermektedir. Doğruluk gittikçe ortadan kalkmaktadır. İnsaf ve adalet ise yok olmaya yüz tutmuştur. Fertler, toplumlar tarafından verilen sorumlulukları göz ardı etmektedirler. Egoya dayalı bireyselcilik de gitgide artmaktadır. Bu toplumsal zaaflar, dindar olma iddiasını taşıyan toplumların içinde bile bulunmaktadır. Ahlaki çöküşün belirtileri olan bu ve buna benzer diğer zaaflar, bugün dünya düzeninin birer parçası haline gelmişlerdir. Ahlaki değerler bir dinin ruhudur. Onların gittikçe yok olmasının anlamı, dinin, ruhu uçup gitmiş bir bedene döndüğüdür. Nitekim bugünlerde dinin sözde yeniden canlanması durumu, gerçek hayat belir-tilerinden çok uzaktır. Onun bu durumu, aynı Güney Afrika’daki kimi sihirbazların bir cenazeyi yürüyormuş gibi göstermelerine benzer.
Bununla beraber, kimi yerlerde uzunca bir süredir süregelen atalet ve herhangi bir ilerlemenin de bulunmaması, dine ilgi duyan insanlar arasında bir bıkkınlık ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Onlar bazı mucizelerin gerçekleşmesini beklerlerken, bu beklentileri boşa çıkmaktadır. Bu kimseler, dünyada olup bitenlerin, olağanüstü bir güç tarafından kendi istekleri yönünde değişmesini arzularlar. Ancak bu ilginç durumlar dünyanın hiçbir yerinde beklendiği gibi gerçekleşmemektedir. Onlar, inanç ve imanlarının sağlamlaşması için tuhaf kehanetlerin vuku bulmasını istemekteler. Ancak bu arzularının hiçbiri meydana gelmemektedir. İşte böyle insanlar, yeni dini akımların oluşumuna yardımcı olmaktadırlar. Bu insanların umutsuzlukları böyle hiziplerin gelişmesine ne-den olmaktadır. Aslında yeni bir arayışın sebebi, geçmişten kaçmaları sonucu ortaya çıkan boşluğu doldurmaktır.
Bu tehlikeli eğilimlere ilave olarak, aşırı dini inanışların yeniden canlanması, uluslararası barış karşısında önemli bir tehdit oluşturmaktadır. Bu tür inanışlar, toplumlara zehir aşılamaktadır. Düşünce ve ifade özgürlüğü adına karşı karşıya olunan bu durum çok tehlikelidir. Öte yandan vicdansız siyasetçiler, alevlenen bu durumu kızıştırmak için girişimlerde bulunurlar. Farklı dinler arasında asırlardır süregelen tartışmalar ve ihtilaflar, bu ateşi daha da alevlendirir. Din adına meydana gelen bu tür fesatlar, dinin güzelliğine leke sürmektedir. Uluslararası medya da bunda rol oynamaktadır. Genel olarak medyanın özgür ve bağımsız olduğu zannedilir. Ancak bu pek de gerçek değildir. Aslında onun kontrolü bazı gizli ellerdedir. Bundan dolayı, medyanın dünya üzerinde cereyan eden olaylar karşısında özgür ve tarafsız davrandığı kanaatini taşımamız da doğru değildir. Eğer bir ülkede in-sanların çoğunluğu bir dinin takipçileriyseler, oradaki medya da, diğer dinlere karşı açılan savaşta onlardan yana ortak olur. Böylece azınlığın tabi olduğu dini, şeklen daha da çirkinleştirerek sunmaya başlarlar. Durum gitgide çözümsüz bir hal alır. Şüphesiz bu fitne ve fesadın ilk avı yine dinin kendisinden başkası değildir.
Bugün din dünyasında olup bitenler, beni çok rahatsız etmekte ve düşündürmektedir. Dinler arasındaki anlaşmazlıkların ortadan kaldırılması için, günümüzde ciddi ve samimi çabalara büyük ihtiyaç duyulmaktadır. İslam’ın en güzel şekilde ve ihtiyaçlarımıza en uygun biçimde bu vazifeyi yerine getireceğinden ise, hiç şüphem yoktur.
Biz bu konuyu mesele kolaylıkla anlaşılsın diye farklı bölümler halinde ele alacağız. Mesela, uluslararası barış için olumlu rol üstlenebilecek bir din, dinin evrenselliğini kabul etmelidir. Dinin evrenselliğinden kastedilen, hangi renk, nesil ve coğrafyaya ait olursa olsun, insanoğlunun tek bir Allah’ın (cc) mahlûkatı olduğuna inanmaktır. Yaratıcıları tek olduğu için, Allah (cc) tarafından hidayetin verilmesi bakımın-dan da onlar eşit haklara sahiptirler. Eğer Allah (cc) bir zamanlar bir kavime vahiy indirdi ise, o zaman bir hak olarak vahyin her ulusa indirilmesi de mümkün olan bir durumdur.
Görüldüğü üzere bu öğreti, yalnız başına bir dinin tekelini ortadan kaldırmaktadır. Bütün dinler kendilerinde İlahi bir doğruluğun bulunduğunu söyleme hakkına sahiptirler. Bu dinlerin isimleri ve inanışları ne olursa olsun, yeryüzünde nerede bulunurlarsa bulunsunlar yahut da insanlık tarihinin hangi çağına ait olurlarsa olsunlar, onlar vahye dayalı doğrulukların kendilerinde bulunduğu iddiasında haklıdırlar. Ayrıca inanış ve öğretilerin ihtilafına rağmen, bu dinlerin tek bir kaynağı olduğuna inanma zorunluluğu da vardır. Kudreti mutlak olan Allah (cc), herhangi bir yere bir dini gönderdi ise, şüphesiz O, başka bölgelerin ve farklı çağların insanlarının da manevi ihtiyaçlarını mutlaka yerine getirmiştir. İşte Kuran-ı Kerim’in de dünyaya sunduğu aynen bu mesajdır.
Peygamberliğin evrenselliği
Peygamberliğin bu şekildeki evrenselliği ile ilgili, Kuran-ı Kerim şöyle buyurmaktadır:
Şüphesiz Biz, her kavime Allah’a ibadet edin ve (insanları Allah’ın yolundan) alıkoyandan uzak durun diye, birer peygamber gönderdik…
Ayrıca Kuran-ı Kerim Peygamber Efendimize (sav) hitaben, bir tek kendisinin peygamber olmadığını duyurmuştur:
Şüphesiz senden önce (de) peygamberler gönderdik. Onlardan bazılarını sana bildirdik. Onlardan bazılarını (ise) sana bildirmedik…
Bundan başka Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (sav) şunu da hatırlatmıştır:
Sen ancak bir uyarıcısın. Şüphesiz Biz, seni (ebedi) bir doğruluk ile müjde veren ve uyaran olarak gönderdik. Kendisine bir uyarıcı gelmemiş olan bir ümmet (de) yoktur.
Kuran-ı Kerim’in bu ayetlerinden anlaşılan, İslam’ın diğer dinleri göz ardı etmediği ve doğruluğun bir tek kendi tekelinde bulunduğu iddiasını da taşımadığıdır. Aksine o, açık ifadeler ve muayyen kelimeler ile, dünyanın her yerinde ve her devirde insanoğlunun dini ve manevi ihtiyaçları giderilsin diye peygamberlerin gönderildiğini beyan etmektedir. Nitekim gelen her peygamber, ait olduğu kavmine Allah’ın (cc) mesajını iletmiştir.
Peygamberlik müessesesi açısından tüm peygamberler eşittir
Akla şu soru gelebilir. İnsanoğlunun ıslahı için farklı zamanlarda değişik bölgelere gelen peygamberler, acaba peygamberlik müessesesi bakımından eşit miydiler? Kuran-ı Kerim’e göre, her peygamber Allah (cc) tarafından gönderilmiştir. Allah’ın (cc) emirlerini uygulamak üzere kendilerine verilen yetkiyi ise, bütün peygamberler aynı inançla kullanmışlardır. Hiç kimse bir peygamber ile diğeri arasında fark gözet-me hakkına sahip değildir. Bu yüzden bizlerin, bütün peygamberlere iman etmemiz ve getirdikleri öğretinin de doğruluğunu kabul etmemiz gerekir.
Dünya dinleri, onların kurucuları ve diğer peygamberler hakkındaki İslam’ın bu öğretisi, farklı dinlerin birbirlerini anlaması ve yakınlaşmasında önemli bir rol oynayabilir. Her peygambere inen vahyin Allah (cc) tarafından olması ve bun-dan dolayı onların hepsinin saygıdeğer kılınmaları şeklindeki bu ilke, dinleri birbirine yakınlaştırmanın çok etkin bir yöntemidir. Böylelikle diğer dinlerin peygamberleri ve kendilerine inen vahiy hakkındaki muhalif duygular, yerlerini hürmet ve saygıya bırakır. Bu, Kuran-ı Kerim’in söz konusu mesele hakkındaki açık ve mantıksal tutumudur. Nitekim Kuran-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:
Rabbi tarafından kendisine indirilene, bu Peygamber (de,) diğer müminler (de) inanırlar. Bunlardan her biri, Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine inanır. Derler ki: “Allah’ın peygamberlerini birbirinden ayırt etmeyiz. İşittik ve itaat ettik…
Bu durum Kuran-ı Kerim’in başka ayetlerinde de tekrar edilmiştir. Örneğin:
Allah ve peygamberlerini inkâr edenler, Allah ile peygamberlerini birbirinden ayırmak isteyenler, “Bazılarına inanır, bazılarına inanmayız,” diyerek, ikisi arasında bir yol tutmak isterler. İşte koyu kâfir olanlar (da) bunlardır. Biz, kâfirlere rezil edici bir azap hazırladık. Allah’a ve O’nun bütün peygamberlerine inanan ve aralarından birini (diğerlerinden) ayırmayanlara, Allah mükâfatlarını mutlaka verecektir. Allah, çok bağışlayan ve rahmet edendir.