"Eğer Tanrı varsa göster" diyenlere cevap - Müslüman Ahmediye Cemaati

“Eğer Tanrı varsa göster” diyenlere cevap

Bu temel tartışmalardan geçince ve araştırmaktan başka çareleri olmadığı ispatlanınca Tanrı yoktur diyenler “peki biz kabul ederiz ama önce tanrıyı bize göster” diyorlar. Hatta bir hayli okumuş etmiş ateistler bile “gözümüzle bir görelim. Sonra inanırız” diyorlar.

Onlara göre eğer Tanrı olsaydı her gün göklerden “Ey evlatlarım toplanın. Size yüzümü göstereceğim” diye bir ses gelmesi gerekirdi. Öyle olsaydı herkes inanırdı. Böyle gösterirsen biz de inanırız diyorlar.

Kısa cevap:

Bu sorunun kısa cevabı sufilerin verdiği cevaptır. Yani O yakındır ve her şeyden daha yakındır. Aynı zamanda O uzaktır ve her şeyden daha uzaktır. Ne aşırı yakın olan bir şey görünür ne de çok uzak olan. Allah insandan o kadar uzaktır ki görünmemektedir ve aynı zamanda can damarından bile daha yakın olduğu için yine görünmemektedir. Kendi can damarını kim görmüştür. Dışarıdan baktığımız sürece suda yansımamızı görebiliriz ama yüzümüzü suyun içine sokarsak artık göremeyiz. Dolayısıyla prensip cevabımız budur.

Geçenlerde birisi Almanya’dan buraya gelmiş ve bizi namaz kılarken görünce “Böyle egzersizin ne faydası var. Bunun yerine faydalı bir egzersiz yapsanız daha iyi olmaz mı?” dedi. Bu egzersiz değil, ibadettir deyince o da “kimin ibadeti?” diye sordu. Allah’ın dedik. “Allah nerededir? Varsa gösterin. Güzeller kendilerini göstermek isterler. O en güzel ise neden saklanıyor?” dedi. Bizim bir arkadaşımız bir kâğıt üzerine “Allah” yazıp uzaktan ona gösterince o da “bir şey göremiyorum” dedi. Sonra aldı kâğıdı yüzüne yapıştırdı. “Bu sefer hiç bir şey göremiyorum” dedi. Sonra ona dendi ki eğer Allah bundan bile daha yakınsa bu gözlerle nasıl görürsün. Velhasıl bunun kısa ve özet cevabı budur. Allah her şeyden daha uzak ve aynı zamanda her şeyden daha yakın olduğu için bu gözlerle görünmüyor.

Gerçek cevap:

Ama bu sorunun gerçek cevabı başkadır. Dünyada her şeyi görmek veya keşfetmek için yollar farklıdır. Israrla “sadece görürsek inanırız” demek son derece beyhude ve mantığa aykırı bir davranıştır. Biz ne zaman Tanrı’nın maddi bir şey olduğunu iddia ettik ki maddi şeyler gibi gözlere gösterebilelim.

Bir hikâyeye göre birisi peygamber olduğunu iddia etmiş. Padişaha gitmiş ve “benim peygamber olduğumu kabul edin” demiş. Padişah da “senin gerçekten peygamber olduğunu nasıl bilelim” demiş. Bunun üzerine veziri hemen atlamış ve “bu hiç zor değil. Hemen buna bir çözüm bulabilirim” demiş. İddia edenin önüne bir kilit atmış ve “eğer gerçek bir peygamber isen bunu aç” demiş. Peygamber de “ben peygamber olduğumu iddia ediyorum. Çilingir değil” demiş. Allah’ı gözümüzle görmek istiyoruz diyenlerin durumu da hikâyedeki vezir gibidir. Bizim iddiamız hamur veya taştan yapma bir tanrının var olduğu değildir ki. Böyle tanrıları görmek istiyorlarsa Hinduların tapınaklarında görebilirler. Bizim iddiamız son derece latif ve maddi hislerin algılama sınırının ötesinde kalan bir tanrının var olduğudur.

Her şeye görerek mi inanıyoruz?

Apaçıktır ki her şeye görerek inanmıyoruz. Başka algılama yolları da vardır. Maddi dünyada bazı eşyaları koklayarak, bazılarını tadarak, bazılarını yoklayarak ve bazılarını duyarak algılarız. Gülün kokusunu görmeden inanmam veya sertlik kavramını gözümle görmeden inanmam ya da güzel bir sesi görmeden inanmam diyen, kendisini cahil sınıfına sokar. Maddi şeylerde bile her şeyi algılamanın yolu görmekten geçmiyorsa Tanrı hakkında böyle bir beklenti içerisinde olmak ne kadar büyük bir cahilliktir. Ayrıca bu beş adet algılama hislerimiz bile birçok yerde yetmiyor. Bazı şeyler kıyas yoluyla keşfediliyor. Böyle şeyler ne görülebiliyor ne duyulabiliyor ne dokunulabiliyor ne tadılabiliyor ne de koklanabiliyor. Örneğin kızgınlık diye bir şey var. Birisinin kızgın olduğunu nereden bilebiliriz? Yoklayarak mı? Tadarak mı? Koklayarak mı? Görerek mi? Duyarak mı? Hiç birisi işe yaramıyor. Öyleyse kızgınlık diye bir şeyin var olduğunu ve insanların bazı durumlarda kızgın olduğunu nereden anlayabiliriz? Bunun yolu basittir. İnsan kendisini inceliyor ve diyor ki ben bir insanım. Sonra etraftaki insanlara bakıyor ve onların da kendisi gibi birer insan olduğuna karar veriyor. Kendisi kızdığı zaman oluşan dış belirtileri diğerlerinde de zaman zaman görünce “herhalde bunlar da şu anda kızgınlar” diyebiliyor.

Bunun başka örnekleri de var. Örneğin acı. Bu da dokunma, koklama, tatma, görme ve duyma hislerini tetiklemiyor. Öyleyse başka birisinin gerçekten acı çekip çekmediğini veya ne tür bir acı çektiğini nasıl anlayabiliriz? Yine kıyas yoluyla değil mi? Kendimiz eğer benzer bir acı çekmişsek benzer dış belirtilerinden karşımızdakinin durumunu anlayabiliriz. Velhasıl duyu organlarını aşan bazı hislerimiz var. Bunlar kendi içerisinde ikiye bölünmekte.

Başkasının hislerini kıyas yoluyla öğrenebiliriz ama kendi iç durumumuzu ancak bu gizli iç duyularımızla keşfediyoruz. Aynı şekilde bazı dış gerçekler da sadece belirtilerinden kendilerini hissettirirler. Örneğin bir mıknatıs demire yaklaştırıldığında onu kendine çeker. Bizde bundan dolayı mıknatıslarda çekme kuvveti olduğuna inanırız. Tecrübe ettikçe bu inancımız kesinleşir. Bu çekme kuvvetini başka bir demir parçaya aktarabilirsek inancımız daha da artar. Bir yerden başka yere geçebilen bir şey muhakkak vardır. Bu kuvvet bir taraftan duyu organlarına meydan okurken diğer taraftan belirtilerinden dolayı kendini kabul ettiriyor. Bunun gibi yüz binlerce başka şeyler de var ve aklıselim olan bir insan bunların varlığını inkâr edemez. Madem maddi şeyleri bile bazen duyu organlarından vazgeçip başka yollarla bulmak gerekiyor, o zaman neden Tanrı hakkında görmek veya diğer maddi algılama hisleriyle keşfetmek konusunda ısrarcı olalım. İspat muhakkak şarttır. Ama ispat yöntemi iddiadan alakasız değil iddiaya uygun olmalı.

Print Friendly, PDF & Email

Bir Öncekini Oku

Allah’ın Varlığının 1. Delili: “Herkes tarafından kabul görmüş fikir yanlış olamaz”

Bir Sonrakini Oku

Tek Tanrı düşüncesi sonradan oluşmamıştır