Hz. Resûlüllah (S.A.V.) bir hadisinde şöyle buyurmuştur;“Aranızdan kim bir fenalık kötülük görürse onu eliyle düzeltsin, eğer bunu yapamıyorsa o zaman diliyle düzeltmeye çalışsın, bunu da yapamazsa o zaman kalbinde bunu saklasın. Ve bu üçüncü kısım, kalbinde tutması imanın en zayıf kısmıdır.”
Bu hadisin manası nedir. Bu gün biz bunu açıklamaya çalışacağız. Müslimde bu hadis vardır. Bu hadis çok yanlış anlaşılmıştır ve çeşitli sıkıntılara sebep olmaktadır.
Bazı insanlar bu hadisin birinci kısmını okudukları zaman yani “Bir kötülük, bir fenalık gördüğünüz zaman onu elinizle değiştirin” birisinde bir kötülük gördükleri zaman onu dövmek gerektiğini düşünüyorlar. Hatta İslam ümmetinde bazı insanlar bunu uygulamaktadırlar. Bazı İslam memleketlerinde öyle gruplar kurulmuştur. Mesela bir kadın tam tesettürlü değilse onu zorla uyarıyorlar “sen niye böyle bir hayasızlık yapıyorsun vs.” diye.
Bakın herhangi bir hadisin sünnete aykırı olan açıklaması yanlıştır. İlk olarak bunu bilmemiz lazımdır. Biz Resûlüllah (S.A.V.)’in hayatını incelediğimiz zaman hiçbir vakit onun zorla birilerine bir şeyler kabul ettirirken görmüyoruz veya bir iyilik işletirken görmüyoruz. Çünkü İslamiyet’in gelişinin amacı Allah’ın rızasını göz önünde bulunduran veya ona göre hareket eden bir toplum yaratmaktır. Eğer bir insan bir hükümet veya bir otorite insanları zorlayarak Allah’ın dinini uygulatmaya çalışırsa o zaman böyle bir otorite İslamiyet’in istediği bir toplum yaratmaktan daha ziyade münafık bir toplum meydana getirmeye çalışıyor. Çünkü bir toplum benden veya bir otoriteden korktuğu için görünürde bir iyilik yapıyorsa o, İslamiyet’in istediği toplum değildir. Çünkü İslamiyet’in istediği toplum Rabbinin rızasını gözeten insanlardan oluşur. Başkasından korktuğu için hareket eden toplum değil.
Bunu açıkladıktan sonra hadisin gerçek manasına geleceğim. Şunu da söyleyelim. Bazı insanlar eğer kötülük veya fenalık yapanı dövmek gerektiğini düşünüyorlarsa bazı İslam memleketlerinde aynı bu hadise dayandırılarak hükümetlere karşı isyan çıkarılmaktadır ve şunu zannediyorlar ki Resûlüllah (S.A.V.) bu hadisinde siz bir kötülük gördüğünüzde bunu bilek gücünüzle düzeltin demek istedi.
Halbuki Resûlüllah (S.A.V.)’in hayatı böyle bir açıklamayı reddetmektedir. Bakın, Hz. Resûlüllah (S.A.V.) 13 sene Mekke’de kaldı, her türlü kötü muameleyi gördü ama hiçbir zaman ordaki hükümete veya iktidara karşı isyan çıkarmadı. Sadece Resûlüllah (S.A.V.) 13 sene o toplumun ıslahına düzeltilmesine uğraştıktan sonra oradan göç etti.
Bu ayrı bir konu buna girmeyeceğim ama şunu anlamış olduk ki Resûlüllah (S.A.V.) ne bir kişi ne de bir toplumu iyilik için zorlamadı. Onları teşvik etti, onları düzeltmeye çalıştı, onlara nasihatte bulundu, onlar için güzel örnek oldu. Ve Resûlüllah (S.A.V.)’in güzel örneği, duaları o insanların kalplerini İslamiyet’e çekti. Kur’an-ı Kerim buna şahittir.
Allah-u Teala Kur’an-ı Kerim’in hiçbir yerinde eğer sen bu silah kullanmasaydın bunları zorlamasaydın bunlar dine gelmezlerdi falan demedi. Allah-u Teala’nın kullandığı ifade şu; “velev künte fazzen ğazizel kalbi len fazzu min havli” “Eğer sen kötü huylu, kötü ahlaklı, sert kalpli olsaydın senin etrafına toplanmış olan insanlar, sana canlarını feda edecek derecede seni seven insanların hepsi senden uzaklaşıp dağılırlardı”.
Şimdi bu ayetten bu kadarını anladık ki Resûlüllah (S.A.V.)’in ahlakı onları İslamiyet’e çekti. Hiçbir zorbalık hiçbir güç onları İslamiyet’e çekemezdi. Nitekim bu hadisin Kur’an-ı Kerim’e ters düşen açıklaması Resûlüllah (S.A.V.)’in sünnetine ters olan açıklaması tamamıyla yanlıştır. O zaman gerçek anlamı nedir?
Bir mümin amelle yaşar, bir mümin hiçbir zaman çok laf yapmaz. Müminin hayatı hep güzelliklerle güzel amellerle doludur. Onun için Resûlüllah (S.A.V.) “aranızdan birisi bir kötülük bir fenalık gördüğü zaman onu eliyle düzeltsin” dedi, bu ne demek?
Yani, laf yapacağına gelsin ve fiilen nizama katılsın, ve yönetime yardımcı olsun, o kötülüğün kalkması için elinden geleni yapsın.
Mesela biz bir yerde bir kötülük gördük, nizamda bir bozukluk gördük, o zaman bize düşen isyan çıkarmak değildir, bize düşen çekip gitmek de değildir. Hz. Resûlüllah, eğer sen toplumunu cemaatini nizamını seviyorsan, o zaman bu sevgini ortaya koy. Fiilen yardımcı ol, ve onlara git onlara sor, “Efendim bu pisliği kaldırmak konusunda, bu gevşekliği kaldırmak konusunda benim yapabileceğim bir şey varsa ben hazırım, ben nizamın hizmetine, ben cemaatin hizmetine, ben toplumun hizmetine kendimi vermeye hazırım”.
O zaman nizam veya herhangi bir yönetim sizi uygun görürse sizin hizmetinizi alır. Görmezse, siz kendinizi takdim ettiniz ama onlar kabul etmedilerse o zaman size düşen itaat etmektir.
Ben buna geleceğim, neden isyan edemeyiz.
İkincisi eğer sen bunu yapamıyorsan, yani fiilen gelip topluma nizama yardımcı olamıyorsan, o zaman gel ve topluma olan sevgini hiç değilse dilinle belli et. Yönetim kimlerin elindeyse onlara güzel bir fikir ver. “Efendim bence bunu şöyle şöyle düzeltebiliriz de”.
Resûlüllah (S.A.V.) “kötülüğü gördüğü halde susan insan, dilsiz şeytandır” buyurdu. Bu kötü bir şeydir.
Siz toplumu sevdiğinizi iddia edeceksiniz, kötü bir şey gördüğünüzde bir yanlışlık gördüğünüz zaman fiilen ortaya çıkıp yönetime yardımcı olmayacaksınız, veya fiilen değilse dilinizle yardımcı olmayacaksınız, ve toplumu sevdiği iddiasında olacaksınız, bu mümkün değildir. Çünkü sevginin doğasında ortaya konmak var, sevgi kendini belli eder.
Meşhur bir söz vardır; “Aşk ve güzel koku saklanmaz”. Onun için siz gerçekten mümin iseniz o zaman sevginiz kendiliğinden sizi topluma yardımcı olmaya teşvik edecektir. Sizi mecbur edecektir ve siz bu iki şekilde topluma yardımcı olacaksınız.
Şimdi ben şunu açıklamak isterim. Topluma da yardımcı olmamız lazım, veya bir kardeşimizde bir zaaf varsa bir yanlışlık varsa onu düzeltmek konusunda bizim yardımcı olmamız lazım. Ama bir şart ile. Gördüğümüz kadarıyla bir kardeşimizin bir yanlışlığını gördüğümüz vakit biz onun yanlışını ortaya koyarken, yani dilimizi kullanırken ona nasihat ederken Resûlüllah (S.A.V.)’in sünnetine hiç yakışmayan bir tavır içinde kardeşimize nasihat ediyoruz.
Mesela beş on kişi içerisinde zaafını bildiğimiz kardeşimizle konuşarak, ona bak kardeşim sen de şu yanlış var, bunu düzeltsen ne iyi olur diyoruz. Sanki onun bu durumuna acıdığımız için ona nasihat ediyoruz. Halbuki niyetimiz ona nasihat etmekten ziyade, onun ayıbını onun yanlışlığını herkesin gözünün önüne sermektir. Bu çok yanlış bir davranıştır. İslamiyet bizim böyle davranmamıza kesinlikle müsaade etmez. Ve bunu ayıplar. Kur’an-ı Kerim nasihat meselesini açıklarken, nasihatin kurallarını da açıklıyor. Bir insan nasıl nasihat etmelidir. Zaten bu konuda Resûlüllah (S.A.V.)’in hayatı ortadadır, ve bize yardımcı olmaktadır.
Kur’an-ı Kerim müminlerin vasıflarını açıklarken “vetevâ savbil hakkı vetevâ savbis-sabri” “Mümin insan nasihat ettiği zaman birincisi hakkı elden bırakmaz, yani doğru ne kadarsa o kadarını söyler.
Şimdi doğru neyse o kadarını söylerin manası şu; abartmaz, kardeşinin ayıbını yanlışlığını veya bir fenalığını abartarak söylemez. Ne kadar varsa o kadarını söyler. Şimdi bir kişi kardeşinin yanlışlığını söylüyorsa, gerçekten onu düzeltmeyi istiyorsa o zaman bunun ikinci bir şartı vardır; sabır.
Yani bir insanda sabır yoksa o bu işi yapamaz. Nitekim Kur’an-ı Kerim “vetevâ savbis sabr” “onlar nasihat ederken sabrı elden bırakmazlar” der. Çünkü mümin feraset sahibidir. Mümin akıllıdır. Mümin şunu bilir, kardeşimizde bu fenalık nasıl zaman içerisinde uzun bir müddet içerisinde kökleştiyse aynen bunun gibi bu yanlışlık bu fenalık zaman içerisinde yavaş yavaş bundan yok olacaktır. Bunu çok iyi bilir.
Nasıl ki bizim maddi hastalıklarımız, bazı kronikleşmiş hastalıklar var, o nasıl ki zaman içerisinde uzun tedavi sonucu uzaklaşıyorsa insan vücudunu terkedip gidiyorsa manevî hastalıklarda böyledir. Uzun müddetin tembelliği sonucu veya yanlışlığımızı göz ardı etmemizin sonucu nasıl ki bazı kötülükler bize yerleşmişse aynen bu şekilde zaman içerisinde bu kötülükler bizi terkedip giderler. Mümin bunu çok iyi bildiği için o sabır ile nasihat etmeye devam eder. Zaten eğer bir insan nasihat ederken bir gün iki gün üç gün nasihat edip sonra nasihat ettiği kişiye kızmaya başlıyorsa, ona öfkesini göstermeye başlıyorsa bu demektir ki, nasihat eden kişi Allah için nasihat etmiyordu, tam tersine kendi nefsinin bir arzusunu ortaya koyuyordu, ve kendisine itaat edilmesini istiyordu. Eğer o Allah için nasihat ediyor olsaydı Resûlüllah (S.A.V.)’in hayatı onun için yeterliydi. O uzun müddet sabır etti ve insanları düzeltmeye çalıştı.
Bakın Hz. Resûlüllah (S.A.V.) 23 sene insanları düzeltmeye çalıştı ama Ebu Bekir 1 kişi oldu. Aralarında çok iyi müminler olduğu halde ebu Bekir 1 kişi oldu. Ve o bir kişi için Resûlüllah (S.A.V.) “Bu ümmetin en faziletlisidir, illa en yekûne nebiyyen, ilerde bir nebi olursa o hariç” buyurdu.
Sonra Kur’an-ı Kerim nasihat konusunu açıklarken üçüncü prensibini şöyle ortaya koyar “Vetevâ savbil merhame” Müminler nasihat ettikleri vakit çok merhamet duygularıyla nasihat ederler. Mümin kardeşinin iyiliğini istediği için bir annenin çoçuğunun iyiliğini istediği gibi kardeşinin iyiliğini ister.
Burada da şunu bilelim; Eğer benim nasihat ettiğim kişi onun iyiliğini istediğimi biliyorsa, her zaman onun hayrına çalıştığımı biliyorsa o zaman ben böyle bir kişiye nasihat ettiğim zaman benim nasihatimi dikkatle dinler, belki benim yüzüme biraz isyan eder, bazı şeyler söyler ama, o benden ayrıldığı vakit yalnız olduğu zaman onun vicdanı onu rahatsız eder, ve yavaş yavaş benim sesime kulak vermeye başlar. Çünkü o benim onun hayrına çalıştığımı biliyor.
Ama bunun tersine eğer bir insan nasihat eden kişinin onun hayrına çalışmayıp sadece nasihat edilenin ayıbını ortaya koymak olduğunu düşünürse, böyle bir kanaate varırsa o zaman nasihat edilen kişi nasihat edenin sözünü hiçbir zaman dinlemez. Tam tersine ona isyan eder ve onun söylediklerinin tersine hareket eder. Hz. Resûlüllah (S.A.V.) bir hadisinde bu nasihat meselesini çok güzel bir örnek ile açıklamıştır. Şöyle buyurdu “El müslimü mirasül müslimîn” “Bir müslüman diğer müslüman için ayna hükmündedir” Ne demek bu ayna hükmündedir?
Aynanın bazı özellikleri var, ben aynanın karşısına geçtiğim zaman, ayna yüzümün ayıbını veya bir lekesini olduğu kadar gösterir, hiçbir zaman abartarak göstermez. Birincisi bu. Yani mümin kardeşinin yanlışlığını ne kadar varsa o kadar söyler.
İkincisi ayna hiçbir zaman benim lekemi propaganda yapmak suretiyle, ses çıkarmak suretiyle göstermez. Sessiz bir şekilde söyler. Ben onun karşısına geçerim o benim yanlışlığımı bana söyler, sende bu kadar yanlışlık var. Onun için mümin birisine nasihat ettiği zaman sessiz bir şekilde yalnız iken söyler, herkesin içinde söylemez.
Üçüncüsü eğer benim bir ayıbım gizliyse, yani eğer ben lekemin üstünü örtmüşsem o zaman ayna onu eliyle kaldırıp bana göstermez. Ha ben örtmüşsem o zaman da bana göstermez.
Resûlüllah (S.A.V.) burada şunu anlatmak istiyor ki Allah-u Teala’nın örtücü olduğu gibi mümin de örtücü olur. Tıpkı aynanın olduğu gibi. Ayna alıp ta benim üzerimdeki ceketimi kaldırmaz. Bizim yapmamız gereken şu; aynen aynanın yaptığı gibi kardeşimizin ne kadar yanlışlığı lekesi varsa o kadarını söylemek, ikincisi sessiz bir şekilde söylemek, üçüncüsü yalnız iken söylemek.
Ve başka bir şey var; Bakın ben aynanın karşısına geçersem o bana anlatıyor. Ayna benim karşıma geçip anlatmıyor. Onun için bunda ders şu; eğer bir insanın ayıbı ve kusuru ortaya çıkacak kadar belli olmuşsa o zaman sen ona git ve nasihat et. Ufak tefek şeylerle uğraşmak doğru değildir. Her insanda zaaf olur, kusur olur.
Biz İnşallah gelecek hafta bu konuya devam edeceğiz. Kendimizle mi uğraşmamız lazım başkalarıyla mı uğraşmamız lazım bunu açıklayacağız. Bu hadisi tam olarak açıklayamadık, İnşallah gelecek hafta devam ederiz. Çok güzel hadistir. Nasıl nasihat edilmesi gerektiğini açıklıyor ve eğer biz bunu uygularsak toplumda huzur ve barış olur. Bu günkü hutbemizi Hz. Resûlüllah (S.A.V.)’e salavat göndererek bitiriyorum.
Allahümme Salli ala Muhammedin ve ala âli Muhammedin kema salleyte ala ibrahîme ve âlâ âli ibrahime inneke hamidün mecîd. Allahümme barik âlâ Muhammedin ve âlâ âli Muhammedin kema barekte âlâ ibrahîme ve âlâ âli İbrahîme inneke hamidün mecîd.
Muhammed Ahmed Raşit