Günümüzün sufilerinin zikri - Müslüman Ahmediye Cemaati

Günümüzün sufilerinin zikri

Günümüzün sufilerini azarlamanın bir başka sebebi de tekkelerde babadan oğula geçen şeyhlik ortamında zikri bozup İslamiyet’in sunduğu zikirden eser bile bırakmadan bambaşka bir şey haline getirmiş olmalarıdır. Bugün zikir nedir? Yoğunlaşıp öyle korkunç sesler çıkartmak ki tüm mahallenin uykusu haram olsun ve etraftaki herkesin ibadetleri bozulsun! Buna (teknik olarak) kalbe darbe vurmak derler. Yani onlara göre kalp “La ilaha İllallah”ın zorla sokulduğu bir şeydir. Aynı şekilde bazıları şiirler okurlar, danslar yaparlar ve müzik eşliğinde zikrederler; sonra “işte zikir ortamı budur” derler. Mest olup “Allah Allah” sesleri geliyor derler. Sözün özü acayip şeyler icat etmişlerdir. Bazı yerlerde mest olmak ön plandayken bazı yerlerde ise kalbe darbe vurulmaktadır ve yine başka yerlerde ruhtan garip garip sesler çıkartmak hedeflenmektedir. Bütün terminolojiyi de kendileri keşfetmişlerdir! “Kalbimizden çıkan zikir arşta secde edip geri döner” derler! Bazıları “Biz vücudumuzun her uzvundan Allah Allah sesleri çıkartabiliriz” derler! Bu ve bunun gibi birçok bidatler onların icadıdır. Bazıları Kur’an-ı Kerimden bir ayeti okuyup dans etmeye başlarlar, ya da birisi okur diğerleri dans eder. Sonra herkes mest olup şekilden şekile girip birden bire “Allah Allah” deyip sağa sola zıplamaya başlarlar. Oysaki bütün bunların İslamiyet’le bir zerre kadar alakası yoktur. Zikrin kötü bir şey olduğunu söyleyemeyiz ama elbette ki bunların icat etmiş oldukları bidatleri kötüleyebiliriz. Gerçi her ne kadar Peygamber Efendimiz (s.a.v.):

Din adına geliştirilen her yeni şey sapıklıktır ve her sapıklık cehenneme götürür. [1]

demiş olsa da bunların umurunda değildir. Bu sebeptendir ki bunların icat etmiş oldukları zikirler Allah’a yaklaştıracağına iyice uzaklaştırırlar. Bu zikirler çıktığından beri Müslümanlar Allah’tan (c.c.) uzak düşmüşlerdir, çünkü bütün bunlar bidattirler ve ne zamanki Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve Allah’ın emrettiklerine ters yapılırsa netice muhakkak ruhaniyeti zayıf düşürecek yönde olacaktır; nitekim bunlar yüzünden Müslümanların ruhaniyeti gitgide yok olmaktadır. İkincisi bu bidatler zahirde haz ve lezzet veren bazı unsurlar içermektedirler ama bu lezzet sahte ve yapmacık olduğu için hakiki lezzetten alıkoyuyor ve insan yapay bir şeyin peşinde koşup helak oluyor. Bunun misali karın ağrısı çeken birisinin esas ilacı almadan bir uyuşturucuyla kendisini avutup yatmasına benzer. Geçici olarak kendinden geçeceği için bir rahatlık hissedecektir ama aslında içten içe helak oluyor olacaktır ve bir gün aynı ağrı yüzünden gerçekten ölecektir.

Gerçek şudur ki günümüzde zikir olarak bilinen şey ilm-ul-Terb adlı bir ilimdir. İngilizcede buna “Mesmerism” derler. Ayrıca Hipnotizma adında bir Fransız doktorun icadı olan bir ilim daha vardır. Bu ilimlerin ruhaniyetle hiçbir alakası olmayıp düşünceyle alakaları vardır. Allah insanın düşünme ve yoğunlaşma kabiliyetinde özel bir kuvvet yerleştirmiştir ve bu kuvvet düşünce yoğunlaşınca özel bir etki yaratır. Bu etki kalpte lezzet ve haz duyguları yaratmak için de kullanılabilir ama bu lezzetin gerçeği uyuşturucunun verdiği hazdan farklı değildir. Ve aslında hakiki lezzet olmayıp ruh sağlığına zarar veren bir sarhoşluktur. Böylece sinir sistemi yoğunlaşmış düşüncelerin etkisi altında bir sersemlik yaratır ve bu sersemlik o durumu yaşayana haz verir. Böyle birisi “Allah Allah” dediği için haz aldığını sanır oysaki o anda “Ram Ram” dese de aynı hazzı alacaktır. Hikâyeye göre ermiş birisi bir gemide giderken yoğun bir şekilde böyle zikir yapmaya başlamış. Zikir o kadar yoğundu ki etrafta oturan Hindular dahi etkisinde kalıp “Allah Allah” demeye başladılar ama bir Hindu vardı ki bir türlü etkilenmedi. Zikir yapan bunu görünce düşüncelerini özellikle ona çevirdi ona yoğunlaştı ama bir anda kendisi “Ram Ram” demeye başladı. Sebebi şuydu ki aynı anda o Hindu da onun üzerinde yoğunlaşmıştı. Bu neticeyi görünce o zat bu şekilde zikir yapmanın yanlışlığını ve bunun sadece bir ilim olduğunu anlamış ve o günden itibaren terk etmiş çünkü eğer “Allah Allah” demenin etkisi olsaydı “Ram Ram”’a dönüşmezdi. İşte böyle zikir yapanların misali aç bir halde ormandan geçerken yerde buldukları bir poşetin içinde yemek olduğunu sananlara benzer. Oysaki poşette sadece taşlar vardır. İşte bu yolu yürüyen insan da aynen böyle olur. Allah’a yaklaştığını sanır ama gerçekten sadece bir sarhoşluğa kurban düşmektedir. Bu sebeptendir ki yaşadığı hayali dünyada makam üstüne makam elde etmesine rağmen kalbi hala başladığı gibi tüm pisliklerle dolu olur. Dediğim gibi bu uyuşturucuların verdiği hazza benzeyen bir hazdır. Cemaatimizden muhlis bir arkadaşımız da bu konuda tecrübeli olduğu için bana “böyle yapmak çok zevklidir” derdi. Ben de ona “evet aynen uyuşturucular gibi” dedim. “İspatı da şudur ki böyleleri ruhani pisliklerden hiç arınmazlar; hatta “zikrimiz arşa kadar gider” diyenler dahi hiç değişmezler” dedim. Böyle anlatınca o da “Evet doğru söylüyorsunuz; Tüm makamları elde ettiğini iddia eden birisi dahi gidip insanlara el uzatırdı; para isterdi; bende kendi kendime derdim ki eğer bu adam tüm makamları elde etmişse insanların önünde elini uzatmasına ne gerek vardır” diyerek bana katıldı.

Açgözlü pirin hikâyesi

Vâdedilen Mesih’in (a.s.) anlattığı bir hikâyeye göre kendisini çok ermiş sanan bir pir varmış. Bir gün müridinin evine gidip “Getir bakalım haracımı” demiş. Kıtlık varmış; müridi “Efendim özür dilerim ama bir şey yok” demiş. Bunu duyan pir uzun müddet orada durup kavga etmiş ve eninde sonunda müridin evindeki bir şeyi sattırıp parasını almış. İşte böyle boş laflarla dolu büyük iddialar yapanların hayatı birçok pislikle dolu olur.

Dediğim gibi gerçek şudur ki Allah (c.c.) insanın düşüncesinde ve sesinde özel etkiler yerleştirmiştir. Örneğin birisi sürekli bir konu hakkında düşünürse zihni o fikirlerle dolar, kök salar. Aynı şekilde sürekli “kalbimden Allah Allah sesleri geliyor” diye düşünen kimse de gerçekten kalbinden öyle sesler duymaya başlar. Oysaki gerçek manada kalbi Allah’a (c.c.) uzanıyor olsaydı pis kalması mümkün değildi. Müslümanlara nazaran Hindularda hem kendi kalbini hem başkalarının kalbini etkileyen insanların sayısı çok daha fazladır.

Peygamberler ve böyle şarlatanların arasındaki farkı anlatan bir kitap yazmak istiyorum. Bu gerçekten son derece sıradan bir ilimdir ama neticesinde insan esas olan ıslahından gafil hale gelir çünkü yanılıp Allah’a (c.c.) vardığını sanmaya başlar; oysaki daha hiçbir yere varmamış olur. Bir yere varmak isteyen başka bir yeri o yer sanırsa hemen oturacaktır; oradan hiç kıpırdamayacaktır ama neticede ciddi zarar görecektir. Aynı şekilde böyle zikir yapanlar da alakasız bir şeyi Allah’a yakınlık sanıp asıl makama vardıklarını sanırlar ama gerçekte dünyalar kadar uzak olurlar ve tamamen alakasız bir yerde sarhoşlar gibi yere yığılmış olurlar.

İşte Vâdedilen Mesih’in (a.s.) menettiği beyhude zikirler bunlardır ve ancak böylelerini azarlamıştır. Eğer Hindular ve Hıristiyanlar da benzer şeyler yapıp netice alabiliyorsa buna Allah’ın (c.c.) zikri demek nasıl mümkün olabilir?

Kaldı yüksek sesle zikir yapmak veya müzik eşliğinde bunları yapmak; dediğim gibi Allah (c.c.) insanların sinir sisteminde ve zihninde hem etkileme ve hem etkilenme kabiliyeti yerleştirmiştir. Bu sinir sistemini etkilemek için bir kapı da insanın kulağıdır, etkileyici seslerden etkilenir. Bırakın insanları hayvanlar dahi seslerden etkilenirler. Yılanın önünde flüt çalınca mest olur ama “yüksek manevi makamlara ulaşmıştır” diyebilir miyiz? Kesinlikle hayır. Aynı şekilde müziğe dayanamayıp birisi dans etmeye başlıyorsa ruhaniyetinin etkilendiğini söyleyemeyiz; ancak zihninin belli bir dış etkenden ruhaniyetle hiçbir alakası olmayacak şekilde etkilendiğini söyleyebiliriz. Birisi böyle şeylerin ruhaniyetle bir alakası olduğunu sanıyorsa yanılmaktadır. İyi bilsin ki günümüzün sufileri ve müzik eşliğinde mest olanlar da aynen yılanın mest olup sağa sola hareket etmeye başlamasına benzerler. Kaldı ki yüksek sesle zikir yapmak zaten bidattir. Bir seferinde sahabeler Peygamber Efendimizle (s.a.v.) bir yere giderken aniden yüksek sesle “Allah-ü Ekber Allah-ü Ekber” demeye başladılar. Bunu duyan Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu;

Ey insanlar nefsinize merhamet gösteriniz; Neden alçak bir sesle söylemiyorsunuz? Seslendiğiniz varlık ne sağırdır ne de sizden uzak. O çok iyi işittir; hep yanınızdadır.[2]

Ama günümüzdeki sufiler zikir meclislerinde tüm mahalleyi ayağa kaldırırlar ve bununda en büyük marifet olduğunu sanırlar. Oysaki yapılanlar şeriata tamamen aykırı oluyorlar. Sonra şiirler, zikirle beraber danslar, çığlıklar ve naralar atmak, sağa sola düşmek, kafaları sallamak; bunların hiçbirisi Peygamber Efendimizin (s.a.v.) sünnetinden ispatlanamaz. Bazıları “Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de şiir dinlerdi” derler ama zikir olarak şiir dinlediği kesinlikle sabit değildir. Örneğin bazen Hasan (r.a.) gelirdi ve “Ya Resulallah (s.a.v.) kâfirler size karşı böyle böyle şiir yazmışlar; bende cevaben böyle şiir yazdım” derdi ve o anlatırken Peygamber Efendimiz (s.a.v.) onu durdurmazdı. Ya da örneğin bir seferinde birisinin katli için emir çıkmıştı ama o Peygamber Efendimizden (s.a.v.) izin alarak bazı şiirler okudu ve şiirlerinde af talep etti. Bunun üzerinde Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de kimse katletmesin diye şalını üstüne örtmüş. Adam da “canım için değil, kâfir olarak ölmeyim diye af talep ettim çünkü artık İslamiyet’in hak dini olduğunu anlamıştım” diye söylemiş. İşte Peygamber Efendimizin (s.a.v.) dinlediği şiirler bunlardı. Ama bunlar yüzünden hâşâ onun önünde kavvali’ler[3] okunurdu, danslar edilirdi, ya da ilahi aşkla dolu şiirler okunurdu ve sahabeler de dans ederlerdi, kendilerinden geçerlerdi gibi sonuçlar çıkarmak olur mu hiç! Günümüzde zikir adına yapılan şeyler tamamen bidattirler ve maalesef çok yaygın hale gelmişlerdir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bazen savaşlarda motive etmek için de “bugün ya öleceğiz ya başaracağız; kesin geri adım atmayacağız” gibi şiirleri kabul ederdi. Böyle şiirler yüzünden günümüzde yapılanlara mazeret uydurmak son derece beyhudedir. Kaldı ki dediğim gibi günümüzde zikir adına okunan şiirlerin hemen ardından yapılanlar tamamen şeriata aykırıdırlar ve İslamiyet’te bunların adı bile geçmez.


[1] Nisai – Kitab ul Salât

[2] Sahih Buhari (kitabul cihat)

[3] Hindistan ve Pakistan’da müzik eşliğinde belli bir havaya girerek okunan şiirler.

Bir Öncekini Oku

Günümüzde Zikre İlgisizliğin Nedenleri

Bir Sonrakini Oku

Sadıkların Sohbetinde Bulunmak