Hayber'in düşmesi - Müslüman Ahmediye Cemaati

Hayber’in düşmesi

Yahudiler ve diğer düşmanlar, evvelce belirttiğimiz gibi, kabileleri Müslümanlar aleyhinde kışkırtmakla meşguldüler. Artmakta olan İslâm gelişmesine karşı Arabistan’ın karşı koyamayacağına ve Arap kabilelerinin Medine’ye saldıramayacağına artık kanaat getirmişlerdi. Binaenaleyh, Yahudiler, Bizans İmparatorluğunun güney sınırına yerleşmiş bulunan Hıristiyan kabileleri arasında entrika çevirmeğe teşebbüs ettiler. Aynı zamanda, Iraktaki Yahudilere Resulüllah (S.A.V.) aleyhinde mektuplar yazmaya başladılar. Muhabere yoluyla yaptıkları kötü niyetli propaganda vasıtasıyla Kisrayı (İran İmparatorunu) İslâmiyet aleyhine tahrik etmeye çalıştılar. Yahudi entrikaları neticesinde, Kisra Müslümanların aleyhine döndü ve hatta Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın tevkif edilmesi için Yemen valisine emir gönderdi. Allah’ın hususî müdahalesi ve inayeti sayesinde Resulüllah (S.A.V.) selâmete erişti ve İran İmparatorunun iğrenç planı başarısız kaldı. Kolayca anlaşılabileceği veçhile, Allah’ın Habibi (S.A.V.) bütün hayatı boyunca Allah’tan yardım görmeseydi, başlangıçtaki nazik İslâmiyet fidanı Bizans ve İran İmparatorluklarının düşmanlık ve muhalefeti karşısında kuruyup giderdi. Kisra, Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın tevkifini emrettiği sıralarda, bu emir henüz yerine getirilmeden, öz oğlu Kisrayı tahttan indirip öldürmüş ve Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın tevkifine dair olan emri iptal etmişti. Yemen memurları üzerinde bu mucize çok büyük bir tesir bırakmış ve Yemen vilâyeti kolayca İslâm İmparatorluğunun bir parçası haline gelmişti. Yahudilerin Müslümanlar aleyhinde ve Müslüman şehri Medine aleyhinde çevirmeğe devam ettikleri entrikalar, onların Medine’den daha da uzaklara sürülmesini gerekli kılmıştı. Medine civarında oturmalarına müsaade edilseydi, bu entrikalar yüzünden daha fazla kan akmasına ve fesat baş göstermesine muhakkak surette yol açılmış olacaktı.

Hudeybiyeden dönüşünde Hz. Resulüllah (S.A.V.) beş ay bekledi ve ondan sonra Yahudileri Hayberden sürüp uzaklaştırmaya karar verdi. Hayber Medine’ye çok yakın olduğu için, Yahudiler buradan entrikalarını kolayca yürütebiliyorlardı. Hz. Resulüllah (S.A.V.) kararını uygulamak üzere, Milâdî 628 yılının Ağustos ayı içinde Hayber üzerine yürüdü. Maiyetinde bin altı yüz kişi vardı. Hayber, evvelce söylediğimiz gibi, iyi tahkim edilmiş bir kasaba idi. Her taraftan kayalarla çevrilmişti ve kayaların üzerine inşa edilmiş, küçük istihkâmlar vardı. Böyle bir mevkii az bir kuvvetle ele geçirmek kolay bir iş değildi. Hayberin varoluşlarındaki küçük mevziler az bir çatışmadan sonra zaptedildi. Fakat Yahudiler kasabasının merkez kalesi içine çekildikleri vakit, oraya karşı yapılan saldırılar ve başvurulan bütün tedbirler başarısızlığa uğrayacak gibi göründü. Bir gün Hz. Resulüllah (S.A.V.) Hayberin Hz. Ali (R.A.) eliyle değişeceği hakkında bir vahiy aldı. Ertesi sabah Allah’ın Habibi (S.A.V.) bunu sahabelere açıkladı ve “Bu gün İslâmiyetin siyah bayrağını Allah’ın, Resulünün ve bütün Müslümanların sevdiği birine teslim edeceğim. Allah Hayberde zaferimizin Ali (R.A.) eliyle kazanılmasını takdir buyurmuştur” dedi. Ertesi gün Hz. Ali (R.A.)’yi çağırttı ve bayrağa ona teslim etti. Hz. Ali (R.A.) beklemedi. Adamlarını aldı ve Hayberin merkezî kalesine saldırdı. Yahudilerin bütün kuvvetleriyle bu kaleye toplanmış olmasına rağmen, Hz. Ali (R.A.) ve komutasındaki askerler onu karanlık basmadan evvel zaptetmeğe muvaffak oldu. Bir barış imzalandı. Yahudilerin, karıları ve çocukları ile, Hayberi terk etmeleri ve Medine’den uzak bir mevkide yerleşmeleri şart koşulmuştu. Onların malları ve eşyaları Müslümanlara kalacaktı. Mallarını ve eşyalarını saklayanlar veya bunlara dair yanlış beyanda bulunanlar anlaşmanın sağladığı amandan faydalanmayacaklardı. Bu gibiler, taahhütlerine ve vaadlerine riayet etmeyenler için konulan cezaya çarptırılacaklardı.

Hayber kuşatması esnasında üç enteresan olay cereyan etmişti. Bir tanesi Allah’tan bir ayettir. Diğer iki tanesi Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın yüksek ahlâki karakterini anlamağa yaramaktadır.

Hayber reislerinden Kinana’nın dul karısı Hz. Safiye (R.A.) Hz. Resulüllah (S.A.V.) ile evlenmişti. Hz. Resulüllah (S.A.V.) onun yüzünde el izini andıran bazı bereler gördü ve “Ya Safiye! Nedir bu yüzündekiler?” diye sordu.

Hz. Safiye (R.A.) “Sebebini anlatayım. Rüyamda ayın gökten kucağıma düştüğünü görmüş ve bunu kocama nakletmiştim. Sözümü bitirdiğimde, kocam yüzüme dehşetli bir şamar atmış ve “ ‘Demek ki sen Arabistanın kralı ile evlenmek istiyorsun ha!’ demişti” cevabını verdi (Hişam). Ay Arabistanın millî sembolü idi. Ayın kucakta bulunması Arabistan kralı ile mahremiyet ve sıkı münasebete delâlet ediyordu. Ayın parçalanması veya düşmesi Arap devletinde tefrikalar baş göstereceğine veya onun yıkılacağına işaretti.

Hz. Safiye (R.A.)’nin rüyası Hz. Muhammed (S.A.V.)’in gerçekliğine bir burhandır. Keza, Allah’ın, rüyalar vasıtasıyla geleceği kullarına bildirdiğini de göstermektedir. Müminler bu İlâhi lûtuf ve ihsana gayrı müminlerden daha ziyade nail olurlar. Hz. Safiye (R.A.) bu rüyayı gördüğü vakit bir Yahudi kadını idi. Kocası Hayber kuşatmasında öldürülmüştü. Bu kuşatma Yahudilerin ahde vefa etmemesine, taahhütlerini de bozmasına karşı bir ceza idi. Hz. Safiye (R.A.) esir alınmış ve esirler dağıtılırken sahabelerden birine verilmişti. Sonradan bir reisin dul karısı olduğu anlaşıldı ve Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın evinde oturmasının içtimaî mevkiine daha uygun olacağı düşünüldü. Lâkin, Hz. Resulüllah (S.A.V.) Hz. Safiye (R.A.)’yi zevce olarak almayı teklif etti ve Hz. Safiye (R.A.) de bunu kabul etti. Böylece Hz. Safiye (R.A.)’nin rüyası doğru çıktı.

Diğer iki hadiseye gelince: Bir tanesi Yahudi reislerinden birinin koyunlarına bakan bir çoban ile ilgilidir. Bu çoban Müslüman olmuştu. İhtida ettikten sonra Hz. Resulüllah (S.A.V.)’a “Artık ben kavmimin yanına dönemem, Ya Resul Allah! Fakat eski efendimin koyunlarını ve keçilerini ne yapacağımı da bilmiyorum” dedi.

Hz. Resulüllah (S.A.V.) “Hayvanların yüzünü Hayber tarafına doğru çevir ve yürümeğe başlamaları için kendilerini bir kere dürtüştür. Allah onları sahiplerine ulaştırır” karşılığını verdi. Çoban Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın dediğini yaptı ve sürü Yahudi kalesine ulaştı. Kaledeki muhafızlar sürüyü içeri aldı (Hişam, Cilt 2, Sayfa 191). Bu hadise Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın ferde ait haklar meselesini ne kadar ciddiye aldığını ve kendisine bir mal ve mülk emanet edilen kimsenin bu emanete iyi bakmasına ve emanete hıyanet etmemesine, ne kadar ehemmiyet verdiğini göstermektedir. Savaşta mağlûp tarafa ait mal ve mülke galip tarafın el koyması caizdir. Bu asır, medeniyet ve kültür asrıdır. Fakat zamanımızda Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın bu asîl hareketine benzer bir şey gösterebilir miyiz? Geri çekiliş halindeki bir düşmanın geride bıraktığı eşyayı sahibine geri vermek, düşmana aylarca yetecek kadar yiyecek teslim etmek demekti. Böylece, düşman kuşatmayı aylarca mukavemet edebilecekti. Buna rağmen, Hz. Resulüllah (S.A.V.) hayvanları geri gönderdi; ve bunu, emanete hıyanet etmemenin önemini yeni bir mühtediye iyice anlatmak için yaptı.

Üçüncü hâdise, Allah’ın Habibini (S.A.V.) zehirlemeye teşebbüs eden bir Yahudi kadını ile ilgilidir. Bu kadın, Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın kesilmiş bir hayvanın hangi tarafını yemekten hoşlandığını sahabelerden sordu. Kendisine, koyun veya keçinin kol tarafını sevdiğini söylediler. Bunun üzerine, Yahudi kadını bir keçi kesti ve sıcak taşlar üzerinde külbastı dilimleri hazırladı. Ondan sonra bunlara ve Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın hoşlanacağını hesaplayarak, bilhassa koldan kestiği parçalara şiddetli bir zehir kattı.

Hz. Resulüllah (S.A.V.) akşam namazını cemaatle kıldıktan sonra çadırına döndüğünde, bu kadının orada kendisini beklemekte olduğunu gördü ve “Benden istediğin bir şey mi var?” diye sordu.

“Evet, ya Ebul Kasım! Benden bir hediye kabul etmeni istiyorum.”

Hz. Resulüllah (S.A.V.) getirilen her ne ise kadından almasını bir sahabeye emretti. Sofraya oturduğunda, bu hediye külbastıyı da Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın önüne koydular. Hz. Resulüllah (S.A.V.) ağzına bir lokma aldı. Bişr ibn El-Bara ibn El-Maz’rur (R.A.) adındaki sahabe de bir lokma aldı. Sofrada hazır olan öteki sahabeler de ellerini uzatıp birer parça et almak üzere idiler. Fakat Hz. Resulüllah (S.A.V.) sanırım bu et zehirlidir, diyerek onları yemekten alıkoydu. Bunun üzerine Bişr (R.A.) Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın fikrine iştirak ettiğini söyledi. Bişr eti ağzından çıkarıp atmak istemiş, fakat bunun Resulüllah (S.A.V.)’ı rahatsız etmesi ihtimalinden çekinmişti. “Sizin bir parça aldığınızı görünce ben de aldım, fakat hemen arkasından keşke almasaydınız diye düşünmeye başladım” dedi. Bişr çok geçmeden hastalandı, ve bir rivayete göre, hemen oracıkta ölüverdi. Bazı rivayetlere göre de, bir müddet hastalık çektikten sonra öldü. Hz. Resulüllah (S.A.V.) kadını çağırttı ve ete zehir kattı mı diye sordu. Kadın, Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın bunu nasıl keşfettiğini sordu. Elinde zehirli etten bir parça tutan Hz. Resulüllah (S.A.V.) “Onu bana elim söyledi” dedi. Bununla, zehri lezzetinden fark ettiğini anlatmak istemişti. Kadın yaptığını itiraf etti.

Allah’ın Habibi (S.A.V.) “Bunu niçin yaptın?” diye sordu.

“Kavmim seninle harp ediyordu ve akrabalarım bu harpte ölmüşlerdi. Seni zehirlemeye karar verdim. Çünkü, eğer yalancının biri isen öleceğini ve bizim de kurtulacağımızı ve fakat gerçekten bir peygambersen Allah’ın seni koruyacağını düşündüm”.

Bu açıklamayı dinledikten sonra Hz. Resulüllah (S.A.V.) kadını affetti. Halbuki kadın ölüm cezasını hak etmişti (Müslim). Hz. Resulüllah (S.A.V.) her zaman affetmeliydi. Cezayı, ancak gerektiğinde ve suçlunun kötülük yapmaya devam etmesinden korktuğunda verirdi.

Bir Öncekini Oku

Resulüllah’ın (s.a.v.) rüyası doğru çıkıyor

Bir Sonrakini Oku

Resulüllah’ın (s.a.v.) muhtelif krallara gönderdiği mektuplar