Artık Mekke’de kimsenin onu dinlemek istemediğini görüyordu ve bu onu kederlendiriyordu. Kendisini hamlaşmaya ve battallaşmaya yüz tutuyor gibi hissetti. Bu sebeple, tebliğini beyan ve ilân için başka bir yere gitmeye karar vererek, bu amaçla Taif kasabasını seçti. Taif Mekke’nin eksen doksan kilometre kadar güney doğusunda kâin küçük bir kasabadır ki, ziraatı ve meyveciliği ile meşhurdu. Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın kararı, bütün peygamberlerin an’anelerine uygundu. Musa tebliğini bildirmek için şimdi Firavuna, biraz sonra İsraillilere ve daha sonra da Midyanlılara hitap ederdi. Aynı şekilde, İsa da vaaz etmek için şimdi Galileye, biraz sonra Ürdün nehrinin öte tarafındaki yerlere ve daha sonra da Kudüs’e giderdi. İslâmiyet’in Kutsal Peygamberi Hz. Peygamber (S.A.V.) de, Mekkelilerin kötü muamele yapmaya hazır fakat dinlemeye istekli olmadığını görünce, dikkatini Taif’e çevirdi. Çok tanrılı bir itikada bağlılık hususunda, Taif Mekke’den aşağı kalmazdı. Arapların taptığı putlar ve özellikle bu putlardan önemli olanlar, sadece Kâbe’de muhafaza edilmiyordu. Mühim bir put olan El-Lât Taif’de bulunuyordu. Bu sebepten ötürü; Taif de bir hac ve ziyaretgâh idi. Taiflilerin Mekkelilerle akrabalığı vardı ve Taif ile Mekke arasındaki birçok yeşillik ve ağaçlık yerler Mekkelilere aitti. Hz. Peygamber (S.A.V.) Taif’e vardığında, oranın reisleri kendisini ziyarete gelmişler fakat İslâmiyetin tebliğini kabule hazır görünmemişlerdi. Halk tabakası, büyüklere uyarak, Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın talim ve telkinini hakaretle reddetmişlerdi. Bu olağan bir şeydi. Dünya işlerine dalmış olanlar böyle bir tebliğe her zaman bir engel, hatta bir suç, diye bakarlar ve tebliğ, çok sayıda taraftarlar ve silahlar gibi gözle görünebilen bir desteğe dayanmadığı için, onu hakaretle reddedebileceklerini sanırlar. Hz. Peygamber (S.A.V.) de kaidenin istisnasını teşkil etmemişti. Hz. Peygamber (S.A.V.)’a dair haberler Taif’e esasen ulaşmıştı ve şimdi de bizzat kendisi orada bulunuyordu. Fakat ne kendisine refakat eden taraftarları ne de silahı vardı. Zeyd’den başka yoldaşı bulunmayan kimsesiz insandı. Kasaba halkı, sırf reislerini memnun etmek için bile olsa, ona defedilmesi gereken bir baş belası gözüyle bakmışlar ve kasabanın serserileri ile sokak çocuklarını üzerine saldırtmışlardı. Bunlar Hz. Peygamber (S.A.V.)’i taşa tutarak kasabadan kovmuşlardı. Zeyd yaralanmış ve Hz. Peygamber (S.A.V.) çok kan kaybetmişti. Fakat, iki kişiden ibaret bulunan bu müdafaasız heyeti Taif’ten kilometrelerce uzak bir noktaya kadar kovalamışlardı. Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın çok üzüntülü ve ümitsiz olduğu bir anda bir melek indi ve kendisine zulmedenlerin ortadan kaldırılmasını isteyip istemediğinin sordu. Hz. Peygamber (S.A.V.) “Ortadan kaldırılmalarını istemiyorum. Bu eziyet eden insanların zürriyeti ileride bir olan Rabbine ibadet eder diye ümit ediyorum” dedi (Buhari, Kitab Bad’ El-Halk)
Yorgun ve üzüntülü bir halde, Hz. Peygamber (S.A.V.) iki Mekkeliye ait bir bağda mola etti. tesadüfen mal sahibi iki Mekkeli bağda bulunuyordu. Onlar da Mekke’de Hz. Peygamber (S.A.V.)’i eziyet edenlerdendi. Fakat bu defa sempatik davrandılar. Bu, belki de, Taiflilerin Mekkeli bir hemşehrililerine fena muamele etmesinden, veyahut da kalplerinde birdenbire insanî bir şefkat duygusu kıvılcımının parlamasından ileri gelmişti. Hz. Peygamber (S.A.V.)’a bir Hıristiyan köle ile bir tepsi dolusu üzüm gönderdiler. Nineve’li olan Addas ismindeki Hıristiyan köle tepsiyi Hz. Peygamber (S.A.V.)’a ve yoldaşına sundu. Kim olduklarını öğrenmek için merakla onlara bakarken, Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın “Rahim ve şefkati bol olan Allah’ın adıyla” dediğini işitince merakı daha da arttı. Çocukluğunda bir Hıristiyan aileden ve bir Hıristiyan muhitten aldığı terbiye hafızasında canlandı ve bir İbranî peygamberinin huzurunda bulunduğunu sandı. Hz. Peygamber (S.A.V.) nereli olduğunu sorunca, Addas Nivele’li olduğunu söyledi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (S.A.V.) “Nineveli olan Amittay oğlu Yunus da kutsal bir insandı; benim gibi bir peygamberdi” dedi. Hz. Peygamber (S.A.V.) Adasa da tebliğinden bahsetti; Addas kendisini büyülenmiş gibi hissetti ve derhal iman getirdi. Yaşlı gözlerle Hz. Peygamber (S.A.V.)’i kucakladı ve onun mübarek başını, ellerini ve ayaklarını öptü. Bu karşılaşmadan sonra Hz. Peygamber (S.A.V.) Allah’a döndü ve şöyle dedi:Ya Allah! Sana arz ediyorum. Âcizim ve elimde imkânım yok. Kavmim ve hemşehrilerim bana hor bakıyorlar, Sen zayıfların, fakirlerin Rabbisin ve benim Rabbimsin. Beni kimlerin eline terk ediyorsan –beni ite kaka öteye beriye kovan yabancıların eline mi, yoksa bana doğduğum büyüdüğüm kasabada zulmeden düşmanların eline mi? Eğer bana gadap etmemişsen, düşmanlarıma aldırmam. Rahmet ve mağfiretin benimle olsun. Senin cemalinin nurunda sığınacak yer ararım. Dünyadan karanlığa uzaklaştırmak, dünyada ve ahirette herkese huzur ve sükûn bahşeylemek Senin iktidarındadır. Gadabın üzerime inmesin. Sen ne zaman gadaba gelsen, yüne derhal hoşnutluk izhar edersin. Kuvvet ve kudret yalnız Sana aittir ve sığınılacak yer yalnız Sendedir. (Hişam ve Tabari)
Hz. Peygamber (S.A.V.) bu duadan sonra, Mekke’ye doğru yola çıktı. Nahle’de bir iki gün kaldıktan sonra tekrar yola koyuldu. Mekke geleneğine göre, atık Mekke’nin hemşehrisi değildi. Mekke’yi kendine düşman saydığı için oradan ayrılmıştı ve Mekkelilerin müsaadesi olmaksızın geri dönemezdi. Bu sebepten dolayı Mekke reislerinden Mut’im bin Adî’ye haber gönderdi ve geri gelmesine Mekkelilerin müsaade edip etmeyeceğini ordu. Mut’im Hz. Peygamber (S.A.V.)’a ötekiler kadar düşman olmakla beraber, asîl bir kalbi vardı. Evlatlarını ve akrabalarını topladı. Hepsi birden silahlanıp Kâbe’ye gittiler. Mut’in Kâbe avlusunda durup Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın geri gelmesine müsaade ettiğini herkese duyurdu. Hz. Peygamber (S.A.V.) bunun üzerine, şehre geldi ve Kâbe’yi tavaf etti. Mut’im ile evlatları ve akrabaları, bundan sonra, kılıçları ellerinde olduğu halde, evine kadar Hz. Peygamber (S.A.V.)’a refakat ettiler. Bu muamele, Araplar indindeki manada himaye değildi. Hz. Peygamber (S.A.V.) eskisi kadar eziyet görüyor ve Mut’im onu himaye etmiyordu. Mut’im’in davranışı, Hz. Peygamber (S.A.V.)’a geri gelmesi için resmen izin verildiğini ilân etmek gibi bir şeydi.
Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın Taif’e gitmesini, İslâmiyet düşmanları bile, istemeye istemeye methetmişlerdir. Sir William Muir, Hz. Peygamber (S.A.V.)’a dair bir biyografisinde, Taif ziyareti için şöyle diyor:
Hemşehrilerince küçük düşürülen ve reddedilen bir adamın, Muhammed’in, Nivene’ye yolculuk eden Yunus gibi, Allah adına, yalnız olarak, korkmadan Taif’e gitmesinde ve putlara tapan bir şehri pişmanlık duymaya ve tebliğini desteklemeye çağırmasında ulviyet ve kahramanlık vardır. Bu hareket, tebliğinin ilâhi menşeden geldiği hususundaki sarsılmaz inancı üstüne kuvvetli bir ışık saçmaktadır. (Muhammed’in Hayatı. Yazarı Sir W. Muir, basıldığı yıl 1923, sayfa: 112-113)
Mekke eski düşmanlığa tekrar başladı. Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın doğup büyüdüğü şehir ona yeniden cehennem oldu. Lâkin, tebliğini halka bildirmeye de devam ediyordu. “Allah birdir” tâbiri ötede beride işitilmeye başladı. Herkese sevgi ve saygı göstererek ve sempatik davranarak, tebliğini sebat ve ısrarla açıklıyordu. Halk kendisinden yüz çevirse bile, o yine de tekrar tekrar halka hitap etmekte idi. Halk aldırsın veya aldırmasın, tebliğini ilân etmekten vazgeçmiyor ve sebat ve ısrarı meyve veriyor gibi görünüyordu. Habeşistan’dan geri gelen ve artık Mekke’de kalmaya karar veren bir avuç Müslüman gizliden gizliye dostlara, komşulara ve akrabalara telkin yapmaktan geri durmuyorlardı. Bu dostlar, komşular ve akrabalardan bazısı Müslüman olduklarını açıktan açığa söylemeye ve öteki Müslümanların ıstıraplarını paylaşmaya ikna edilebilmişti. Fakat birçokları, kalben ikna edilmiş olmakla beraber, alenen itiraf edecek kadar cesarete sahip değillerdi; Allah’ın melekûtunun yeryüzüne gelmesini bekliyorlardı.
Bu arada Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın aldığı vahiyler Mekke’den hicretin yakın bir ihtimal olduğunu ima etmeye başladı. Ona hicret edecekleri yer hakkında bir fikir de verilmişti. Bu yer, kuyuları ve hurmalıkları bulunan bir yerdi. Hz. Peygamber (S.A.V.)’ın aklına evvela Yemame gelmişti. Fakat çok geçmeden bu düşünceyi aklından çıkardı; ve Allah’ın takdiri kendilerini nereye sevk ederse etsin orası her hâlde İslâmiyet’in beşiği olacaktır, inancı ile bekledi