Cemaatimizle ilgili birinci ve en önemli itiraz: Hz.İsa’nın (a.s.) tabii bir ölümle fani dünyadan göç etmiş olduğu şeklindeki inancımıza karşı yöneltilmektedir. İddia ettiklerine göre böyle bir inanç, Hz.İsa’ya (a.s.) hakaret etmekle kalmayıp, Kuran-ı Kerim’e tecavüz ve Peygamber Efendimiz’in (sav) öğrettiklerinden yüz çevirmek manasına gelirmiş.Hz.İsa’nın (a.s.) tabii bir ölümle öldüğüne gerçekten inanırız. Ama İsa’nın (a.s.) ölmüş olması, ona, Peygamber Efendimiz’e (sav) ve Kur’an’a hakaret demek değildir. Durum tam tersinedir: İsâ’nın ölmediği ve gökte hayatta bulunduğu şeklindeki inançları hakarettir.
Biz Müslümanız ve Müslüman olduğumuzdan dolayı, ilk düşüncemiz Allah’ın (c.c.) büyüklüğünü ve O’nun Peygamberi Muhammed’in (sav) şerefini müdafaa etmektir. Her ne kadar Allah’ın bütün peygamberlerine inanırsak da, Peygamber Efendimiz Hz.Muhammed’e (sav) olan sevgi ve saygımız diğerlerine olan sevgi ve saygımızdan daha fazladır. Çünkü o kendisini bizim için feda edip yükümüzü taşıdı. Bizi manevî ölümden kurtarmak için ölümü kendi üzerine çekecek kadar eziyete katlandı. Bizim için bütün rahat ve huzurunu terk etti. Sürekli iyiliğimizi düşünerek ebedi saadetimiz için dua etti. Kendisi günahtan arınmış olmasına rağmen, günahlarımızdan ve cehennem ateşinden bizi kurtarmak için, seccadesi gözyaşlarıyla ıslanıncaya kadar Allah’a yalvardı. Allah’ın rahmetini üzerimize çekti. Yine bizim için Allah’ın rızasını kazanmaya çalıştı. İlâhî rahmet ve mağfiret abasıyla örtünmemizi sağladı. Allah’ın hoşnutluğunu kazanabilmemiz için elinden geleni yaptı. Allah’a kavuşup O’nunla birleşebilmemiz için imkânlar aradı ve buldu. Allah’a giden yolda yolculuğumuzu kolaylaştırmak için onun yaptıklarını daha önce hiçbir peygamber kendi ümmetine yapmamıştı.
Nitekim bu küfür fetvaları sadece hoşumuza gider. Bizi yaratıp destekleyen, koruyup günlük rızkımızı veren, manevî yükselişimiz için gereken bilgi ve hidayeti bağışlayan Allah ile İsâ’yı eşit tutmaktansa, o fetvaları tercih ederiz. Allah gibi, İsa’nın da yiyeceğe ve içeceğe muhtaç olmadan gökte yaşadığına inanmaya mecbur kalmaktansa, küfür fetvaları bize daha hoş gelir.
Biz bir peygamber olduğundan Hz.İsa’ya (a.s.) saygı gösteririz. Allah onu sevdi ve o da Allah’ı sevdi. Ona karşı duyduğumuz saygı Allah’a karşı duyduğumuz saygıdan doğmaktadır. İsa’nın (a.s.) hatırı için, İsa’yı Allah’tan üstün tutup Allah’ın (c.c.) izzet ve şanına gölge mi düşürelim? Ulemanın hatırını hoş edeceğiz diye, günlük meşgaleleri İslâmiyet’e ve Kuran-ı Kerim’e kusur bulmaya çalışmaktan ibaret olan Hıristiyan misyonerlerinin ekmeğine yağ mı sürelim? Papazlara, İsa’nın “Allah” olduğunu düşünme imkânını mı verelim? Zira İsa (a.s.) Allah değil de insan idiyse, gökte nasıl hayatta kalabilir? O bir insansa, öteki insanlar gibi niçin ölmedi? Kendi ağzımızla tevhit inancına aykırı düşecek bir şeyi nasıl söyleyebiliriz? Gerçek imanın zedelenmesine nasıl izin verebiliriz?
Müslüman din bilginleri istediğini yapmakta serbesttir. Halkı tahrik edip bizi taşlatabilirler. Ama biz İsa (a.s.) için Allah’ı feda edemeyiz. Hıristiyanlar İsa’ya “Allah’ın oğlu” derler ve böylece Allah’a eksiklik isnat ederler. Lâkin, İsâ’nın (a.s.) Allah’a (c.c.) eşit olarak gökte yaşadığını söylemeye mecbur kalmaktansa ölmeyi tercih ederiz. Cehalet içinde kalsaydık, iş başka türlü olurdu. Fakat, Allah’ın tevhidini, azametinin, kudretinin, büyüklüğünün ve iyiliğinin kapsadığı manayı bize anlatan İlâhî bir haberci gözlerimizi açtıktan sonra başka türlü hareket edemeyiz.
Netice ne olursa olsun biz insanoğlunun hatırı için Allah’ı terk edemeyiz. Böyle bir şey yaparsak, halimizin neye varacağını kestiremeyiz. Şan ve şeref Allah’a aittir ve Allah’tan gelir. İsa’nın (a.s.) hayatta olduğuna inanmanın Allah’a hakaret manasına geldiğini iyice bildikten sonra öyle bir inanca, doğruymuş gözü ile bakamayız. İsa’nın ölümüne inanmanın neden İsa’ya karşı hakaret etmek olacağını anlamıyoruz. İsa’dan (a.s.) daha büyük peygamberler öldü. Ölümleri ise kendilerini hiç de küçük düşürmedi. Aynı şekilde, İsa’nın ölümü de İsa’yı küçük düşüremez. Fakat imkânsızı mümkün farz edip Allah ile İsa’dan birini seçmek mecburiyetinde kalırsak, hiç şüphesiz Allah’ı seçeriz. Şüphesiz can ü gönülden Allah’ı sevmiş olan İsa (a.s.) kendisine şeref ama Allah’a şerefsizlik getirecek bu inanca kesinlikle razı olmazdı. Aynı şeyi Kuran-ı Kerim de bize söylemektedir:
“Mesih, Allah’ın bir kulu (olarak kabul edilmekten) asla çekinmez, (ve Allah’a her zaman) yakın olan melekler de.”[1]