Bugün dikkatinizi duaya çekmek istiyorum. İslam âlemi için dua ediniz. Müslümanlara olan merhametimiz ve Peygamber Efendimize (sav) olan ve olması gereken sevgimiz bunu gerektiriyor. Kendini Peygamber Efendimize mensup eden, kelime-i tevhit getiren, kendisinin Müslüman olduğunu beyan eden ve bu nedenlerden ötürü her hangi bir haksızlığa maruz bırakılan bir kimse için Ahmedi Müslümanların dua etmeleri gerekir. Ayrıca eğer bir İslam ülkesinde, bir çeşit huzursuzluk ve kanunsuzluk baş gösteriyorsa o ülke için her Ahmedi Müslüman dua etmelidir. Bizler İmam-üz Zamana (Zamanın İmamı’na) iman eden kimseleriz. Bundan dolayı Müslümanların acılarını paylaşmak ve onların dertlerine ortak olmak en çok bize düşer. Bizler biat ahdinde “Allah’ın bütün yaratıklarının dertlerine ortak olacağız” diye söz veririz. O zaman bu duygu en çok Müslümanlar için gösterilmeli. Bizde Müslümanlara fiilen yardım etmek için dünyevi iktidar veya hazineler yoktur. Özellikle bazı Müslüman ülkelerin şuan ki siyasi durumunu göz önünde bulunduracak olursak onlara yardımcı olacak kaynaklara sahip değiliz. Ama onlar için dua edebiliriz ve her Ahmedi Müslüman buna yönelmeli. Söz konusu ülkelerde yaşayan yahut vatandaşları olan Ahmedi Müslümanlar ise duaya yönelmekten başka, iktidar ehliyle veya siyaset adamlarıyla ilişkileri olduğu takdirde, “kişisel menfaatlerin terkedilmesi ve milli çıkarların tercih edilmesi konusunda” onları uyarıp ikna etmeye çalışsınlar. Ama istisnalar hariç genellikle Müslümanlar; ister iktidar ehli ve siyasi liderler isterse her hangi bir şekilde iktidara el koyan kimseler, kudret sahibi olunca Allah ve kul haklarını unutarak ve sorumluluklarını yerine getirmezler. Şüphesiz bunun gerçek nedeni takva eksikliğidir. Aranızda “ma-bihi-l imtiyaz takvadır” şeklindeki İslamiyet’in temel prensibini göz ardı ederler. Hâlbuki Peygamber Efendimiz’e (sav) mensup olup Kuran-ı Kerim’e iman etme iddiasında bulunurlar.
Bu temel prensip göz ardı edilince, dünyaya düşkün olmaları ve dünyevi heveslerin onları çembere almaları kaçınılmazdır. Kendilerine Müslüman derler. Dillerinden “İslam” kelimesi düşmez. Kısacası İslamiyet’i suistimal edip Allah ve kul haklarını çiğnerler. Zenginliği, iktidar sarhoşluğu ve güç hevesini Allah’ın emirlerine tercih ederler. Daha fazla zengin olmak ve daha ziyada güçlü bir iktidara sahip olmak için dış güçlere güvenirler. Söz konusu güçlerin menfaatlerin korunmasını, kendi vatandaşlarının ve ümmet-i müslimenin çıkarlarından üstün tutarlar. Bu çıkarları korurken kendi vatandaşlarına zulmetmekten de kaçınmazlar. Bilindiği gibi, zenginlik hevesi onları öylesine bencil yapmıştır ki, kişisel hazinelerin doldurulması ve kul hakları arasında hiç bir oran kalmamıştır. Eğer yüz lirayı kendileri için ayırmışlarsa diğerleri için bir lirayı yeterli görmüşlerdir. Gelen haberlere göre, iktidardakilerin bir kısmı yüzlerce Kg altını dış ülkelere kaçırmış, diğer bir kısmı ise yer altını hazineleriyle doldurmuştur. Bazı kimseler millete ve devlete ait olan hazinelerini İsviçre’deki kişisel banka hesaplarında tutmaktayken diğerleri yabancı ülkelerde haddi hesabı olmayan gayrı menkullere sahiptirler. Hâlbuki ülke halkı bir lokma ekmeğe muhtaçtır. Bu durum sadece Arap ülkeler için geçerli değildir. Mesela Pakistan halkı hayat pahalılığından dolayı iki öğün yemeği zarzor bulurken, liderleri kendi sarayları ve kişisel arzuları için yüz binlerce sterlinlik alış veri yaparlar. Özetle ister Pakistan, ister Ortadoğu, isterse Afrika’daki Müslüman ülkelerin liderleri olsun hepsi, Allah ve kul haklarını ayaklar altında almaktadırlar. Hâlbuki onlara ebediyete kadar kılavuzluk yapacak olan kitap ve sünnet verilmişti.
Sadece Müslümanlar değil diğer ülkelerin haklarının da yerine getirilmesi gerekir. Ama kendi vatandaşlarının malını mülkünü dahi yutmaktan çekinmeyen bir zihniyetten takva yollarını izleyerek hükmetmesi umulabilir mi? Bu zihniyet memleketinde fesat ve huzursuzluk yaratabilir, zorbalıkla bir süre iktidarını sürdürebilir ama vatandaşa huzur ve emniyet veremez. Durum böyle olunca, ülke halkı tepki gösterir. Bu tepki birden bire patlak vermiş gibi görünür. Ama aniden ortaya çıkmayıp uzun bir müddet yer altında lav halinde kaynamaya devam eder. İşte kaynamakta olan bu lav bugünlerde bazı ülkelerde ortaya çıkmıştır ama zamanı gelince diğer ülkelerde de başı gösterecektir. Bu yanardağı patladığında, zalim ve cabirleri yakıp yok eder. Böyle bir tepkinin belli bir hedefi ve planı olmayıp gayesi sadece mazlumu zalimin zulmünden kurtarmaktır. Bu tür tepkilerde mazlum başarı elde edince, bu sefer de kendisi zulmetmeye başlar. İşte bu ve buna benzer sebeplerden ötürü ben “Ahmedi Müslümanlar, İslam dünyası için özellikle duaya yönelmelidir” diyorum. Bu durum her ülkeyi etkisi altına almadan, zulüm ve haksızlıklarla dolu uzun bir hikâye başlamadan, Allah hem iktidardakilere hem de vatandaş akıl versin ve onlara takva yollarını izlemeyi nasip eylesin.
İktidardaki Müslüman liderler sanki kral imişler gibi halkı yönetmektedirler. Siyasetçilere gelince, demokrasi adı altında vatandaşa hüküm sürmektedirler. Hâlbuki eğer liderlerinde gerçek takva ve iman olsaydı, bunları yapacakları yerde kul haklarına riayet edeceklerdi. Ayrıca Müslüman ülkelerin sözde bir örgütü vardır. Takva ve iman olunca bu örgüt sözde olmayıp Müslüman ülkeler adalet ve insaf gereklerini yerine getirmek suretiyle birbirine yardımcı olacaklardı. Bu örgüte mensup ülkelere gelince, onlar adalet yerine kendi çıkarları doğrultusunda hizipleşerek, dünyada fesat ve huzursuzluk yaratan gruplara gizlice yardımcı olmaktadırlar. Gerçek takva olsaydı İslam dünyasının sesine kulak verilecekti. İslam âlemi kendi değerini kabul ettirecekti. Asya’nın büyük bir kısmı ve diğer kıtaların bir kısmında İslam memleketleri bulunmaktadır. Dünyada bunların hepsi fakir veya gelişmemiş ülkeler olarak bilinir. Birkaç ülke gelişmekte olan memleketler olarak bilinmektedir. Petrol zenginliğine sahip olan ülkeler büyük devletlerin eline bakmaktadırlar. Bütçeleri, diğer ülkelere verdikleri borç, fakir ülkelere ettikleri yardım veya bu gaye için tahsis ettikleri bütçe, bunların hepsinin kontrolü başkalarının elindedir.
Takva yokluğu ve Allah yerine kuldan korktukları için, beceriksizlik, cehalet ve bilgisizlikten ötürü ayrıca kişisel çıkarlarını ön planda tutmalarından dolayı, Allah’ın onlara bağışladığı servet ve zenginliklerini doğru dürüst kullanmaktan aciz kaldılar. Nitekim sanayi ve ziraatta ilerlemeyi sağlayamadılar. Müslümanların ortak zenginliğine gelince, çeşitli mevsim şartlarından dolayı türlü türlü mahsule sahip olabilirler. Müslüman ülkeler, kudretin onlara bağışladığı hazineler, insan kaynakları ve yer altındaki zenginliklerle, dünyada bir devrim yaratabilirler. Ama çıkarları ve tercihleri farklı olduğundan bunu yapmamaktadırlar. Neden Müslüman ülkelerdeki bilim adamları ve üretken beyinler kendi ülkelerinde değersiz sayılıp, ilerlemiş olan ülkelerde saygı ve değer görmektedirler. Müslüman ülkelerde onlara gereken saygı gösterilmez ve onlardan faydalanılmaz. Onlara gereken kolaylıklar gösterilmez. Onlar ilerlemek istediklerinde bürokrasi ve devlet adamlarının kişisel menfaatleri onlara engel olur. Müslüman ülkelerden Malezya teknolojide çok ilerlemiştir. Ama buna rağmen birinci dünya ülkeleri onu gelişmekte olan ülkelerden sayarlar. Sözün kısası takva yok olmuş olmasına rağmen yaptıkları her işte İslamiyet’in ismini kullanırlar onu suiistimal ederler. Değerler değişmiştir. Ama ilerlemek istiyorsak gerçek değerlerimize sahip çıkmak ve tanımak zorundayız.
Bugünlerdeki durum ne kadar da düşündürücüdür. Bize emrolunan şudur: Bir mümin ötekinin kardeşidir ve bir uzvumuz rahatsız olunca bütün vücudumuz acısını çeker. Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerim’de müminlerin kardeş olduklarını anlatmaktadır. Ama bunun tersine Müslüman ülkelerden gelen haberlere göre, mesela Mısır’da hükümet kanunun kendisine verdiği yetkiyi halkın aleyhinde kullanmakla yetinmeyip, vatandaşların birbirlerine saldırmalarını sağlamıştır. İktidar taraftarlarına silah dağıtmıştır. Sözün özü vatandaş birbirine ateş açtı ve hükümet bu olayların gerçekleşmesinde büyük rol oynadı ve olayları tahrik etti. Eğer Müslüman ülkeler yönetim şekli olarak demokrasiyi benimsemişlerse, o zaman halk şiddete başvurmadığı müddetçe, hükümetin sabır göstermesi gerekir. Ama gelen haberlere göre, iktidarın gösterdiği tepki yüzlerce kişinin canına mal olmuştur. Batıyı taklit etmek için demokrasi kelimesini dillerinden hiç düşürmezler. Ama demokrasinin gerekliliklerine katlanamazlar. Müslüman Müslüman’a zulmetmektedir. Eğer demokrasiyi taklit edecekseniz o zaman bunlara katlanmanız gerekir. Dünya İslam Birliği de yapması gerekeni yapmadı. Durumu düzeltmek için çabalamadı. Geçen birkaç haftadan beri Mısır, Tunus, Libya vs. gibi ülkelerde cereyan eden ve uzun zamandan beri Pakistan ve Afganistan’da vuku bulan şiddet olayları İslam aleminin adının kötüye çıkmasına sebep olmaktadır. Bunların hepsi İslam kardeşliğinin hiçe sayıldığını göstermektedir. Hâlbuki Müslümanlara, “kardeşliğinizi pekiştirin” denilmişti. Vâdedilen Mesih (a.s.) “şuan takva tamamen yok olmuştur ” buyurmaktadır. İşte cereyan eden hadiselerin sebebi de takvanın yok olmasıdır.
İslamiyet’ten hoş sözlerle bahsedilmesi, barışın sağlanması, vatandaş ve iktidardakiler arasında güven ortamının oluşması için takvaya sarılmaları gerekir. Ama hiç kimse buna aldırış etmemektedir. Dikkatlerinin takvaya yönelmesi için her iki tarafın tövbe ve istiğfar ederek Allah önünde eğilip takva yollarını araması gerekir. Dikkat edilmesi gereken şudur: “Karada ve denizde fesat baş gösterince ” neyi aramamız gerekir. Kur’an-ı Kerim bundan bahsetmektedir. Hz. Peygamber Efendimiz (sav) bunu apaçık söylemiştir. “ Kargaşa ve fesadı ortadan kaldırmanın bir tek yolu olduğunu beyan etmiştir. O da, Vâdedilen Mesih’i ve Mehdi’yi kabul edip Peygamber Efendimiz’in selamını ona iletmektir. Müslümanlar bunu yapmadıkları müddetçe, dünyevi heveslerinde ilerleyeceklerdir. Yolları aydınlanacağı yerde git gide kararacaktır. Bundan başka artık kurtuluş yolları yoktur. Takva ancak Allah ile bağ olduğu takdirde nasip edilir. Allah ile bağ ise Allah ve Peygamber Efendimiz’in bahsettiği prensibe uyulmadıkça kurulumaz.
Geçenlerde, bana bir web sitesinin İngilizce çıktısı gönderildi. Bu sitede Müslüman bir grup bugünlerde cereyan eden gelişmelerden bahsederek nihai çözümünden söz etmektedir. Özet olarak şunlardan bahsedilmektedir: “Bütün dünyadaki Müslümanlar Mısır ve Tunus halkının zalim yöneticilere karşı verdiği özgürlük mücadelesinden çok memnundur. Biz bu olaylarla ilgili görüşümüzü bildirmek isteriz.
İlk olarak şunu diyor: İslam dünyasındaki zalim yöneticilere karşı mücadele vermek gerekir ve İslamiyet’in buna ihtiyacı vardır. Mısır ve Tunus’ta yaşananlar hain yöneticilerin devrilmesinin mümkün olduğunu göstermiştir.
Bundan sonra yorumcu, “batı medyası İslamiyet’i tehlikeli bir dinmiş gibi göstermektedir” diyor. Dediğine göre, bunlar Hilafet Sistemini kabul etmemektedirler. Hâlbuki bu nizam Kuran ve Hadis ışığında bir hayat nizamıdır ve dediğine göre Batı’da “İslami hayat tarzından insanları soğutma propagandası on seneden beri devam etmektedir. Bu saldırılar tesettür (burka), Kuran-ı Kerim ve Hz. Peygamber Efendimiz’e (sav) karşı yapılmaktadır. Bunun etkisi günlük hayattan siyaset saraylarına kadar görülmektedir.”
Sözüne şöyle devam eder “İslam devletinde hilafet Nizamı, başka bir deyişle İslamiyet’in öngördüğü devlet yönetme şekli dinimizin canıdır. Bu sistemde Nizam-ı hilafet bu sistemin tam ortasında yer alır. İslamiyet’in birleşmesi ancak Hilafetle mümkün olabilir. Hilafet vasıtasıyla Mısır, Gazze ve Sudan gibi ülkelerde birlik doğabilir. Ancak bu sistemle yöneticiler denetim altına alınabilir. Devlete karşı sorumlu olup ona hesap verecek olan yöneticiler seçilirken, bağımsız yargı ve özgür medya hilafet düzeninin bir parçası olur. Bu sistemde bir hanım; anne, eş ve kardeş gibi kutsal kavramlarla anılır. Hiç bir beyaz siyahtan üstün tutulmaz. Din ve millet farkı gözetmeksizin, zengin ve fakir ayrımı yapılmadan her kes kanun karşısında eşit olur. Hilafet nizamında devlet vatandaşa aş, iş ve ev sağlar. İşte bir tek bu sisteme geçmek suretiyle bu ümmet İslamiyet’in ahlaki ve manevi değerlerle nurunu tekrar bütün dünyaya yayabilir.
Bunları söyledikten sonra, İslami nizam lehine ve dünyevi nizamlar aleyhine propaganda yapmaları ve seslerini yükseltmeleri için Müslümanları tahrik etmektedir. Bu yazıda böylelikle onların hilafet nizamını kurma çabasına girmelerini istemektedir. Çünkü buna girişmeden Müslümanlar arasında ve dünyada bir değişimin gerçekleşmesi mümkün değilmiş. İşte verilmek istenen mesaj özetle böyledir.
Müslümanlar arasında birliğin kurulması, adaletin kökleşmesi ve dünyada barışın sağlanması için şüphesiz bir tek hilafet nizamı gerçek kılavuzluk yapabilir. Yöneticilerle, vatandaşın hakları ve onların uygulamaya geçirilmesi ancak bu nizamla sağlanabilir. Ümmetin bekası için söylediği çözüm şüphesiz doğrudur. Ama arkasında yatmakta olan düşünce şekli yanlıştır. O, halkın ayaklanmasıyla hilafet nizamının kurulacağını söylemektedir. Bu tamamıyla yanlıştır. Hilafet nizamı insani çabalarla elde edilemez. Acaba Hilafet-i Raşide insani çabalar sonunda mı elde edilmişti? Hayır, son derece korku ve çaresizlik içinde oldukları halde Allah (c.c.) müminlerin kalplerine tasarrufta bulunup Hz. Ebu Bekir’i (r.a.) hilafet makamına nail etmişti. Nizam-ı Hilafet aslında Allah vergisi ve inayetidir. Müminler için ilahi bir ödüldür. Hz. Peygamber Efendimiz (sav) kendisinden sonra bir müddet hilafetin devam edeceğine dair haber vermişti. Hilafet-i Raşide’den sonraki devirlerden bahsederken onların hepsini zulüm devri olarak tanımlamıştı. Hz. Peygamber Efendimiz (sav) bir ümit ışığı göstermişti. Bu ümit ışığı Cuma suresindeki “ve ahirine minhüm” ayeti kerimesinde beyan edilen ilahi haberle ilgilidir. Peygamber Efendimiz (sav) bu ayeti açıklarken, Arap olmayıp Faris (acem) ehlinden olan Vâdedilen Mesih ve Mehdi’nin zuhur edeceğine dair haber vermiştir. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) köleliği ve mührü altında olduğundan dolayı makamı şeriatı getirmeyen nübüvvettir. İşte Müslümanlar hilafet nizamına dönmek istiyorlarsa, Peygamber Efendimizin kılavuz niteliğindeki bu prensibini göz önünde bulundurmalıdırlar.
Hz. Huzeyfe’nin rivayet ettiğine göre, “Hz. Resulüllah (sav) şöyle buyurmuştur: Aranızda peygamberlik bulunacak, Allah (c.c.) ne zamana kadar isterse devam edecek. Sonra Yüce Allah (c.c.) onu kaldıracak. Sonra peygamberlik yolunda hilafet olacak. Allah (c.c.) ne zamana kadar isterse devam edecek. Sonra Yüce Allah onu kaldıracak. Sonra eziyet verici padişahlık olacak, Allah (c.c.) ne zamana kadar isterse devam edecek. Sonra Yüce Allah onu ortadan kaldıracak. Sonra ondan da daha ziyade eziyet veren padişahlık olacak. Yüce Allah (c.c.) ne zamana kadar isterse o devam edecek. Sonra Allah’ın rahmeti harekete geçecek ve eziyet verici bu devir sona erecek. Sonra (tekrar) peygamberlik yolunda hilafet kurulacak. Bundan sonra Resulüllah (sav) sustu.
Kısacası hilafet’in yeniden kurulması için Allah’ın rahmeti harekete geçecekti. Müslümanların protestoları sonucu hilafet kurulmayacaktı. Acaba hilafeti her ülkede mi kuracaksınız? Müslümanların bir fırkası ötekini namaz içinde imam kabul etmezken, onun arkasında namaz kılmazken, hangi Müslüman grubun eli üzerine diğer Müslümanları toplayacaksınız? Bunun bir tek çözümü; Vâdedilen Mesih’e iman edip ondan sonra devam eden hilafete tabi olmalarıdır. İşte bu hilafet şiddete karşı şiddet kullanılmak suretiyle kurulmamıştır. Müslümanların iki grubu arasında açılan ateş, sıkılan kurşun ve birinin ötekini öldürmesi suretiyle kurulmamıştır. Biri ötekini öldürmemiştir. Tersine bu hilafet Allah’ın rahmetinin coşup harekete geçmesi sonucunda kurulmuştur. Biliniz ki, sadece Allah’ın rahmeti ve inayetiyle kurulan hilafet ümmet-i müslime arasında kardeşlik ve sevginin kurulmasını sağlayabilir. O sadece ümmet için değil bütün dünyada barışın kökleşmesinin garantisidir. Sadece bu şekilde kurulmuş olan bir hilafet devlet yöneticilerini insaf ve adaletli davranmaya ikna edebilir. Arıca vatandaşı da sorumluluklarını hakkıyla yerine getirmeye razı edebilir.
Sözün özü Müslüman Ahmediye Cemaati, bütün dünyada baş göstermiş olan fitne ve fesadın her zaman olduğu gibi tek çözümünü sunmaktadır. Onlara “hayırlı ümmet olabilmeniz için bir el üzerinde birleşip, dünyanın gönlünden korkuyu uzaklaştırmak suretiyle onun için barış, sevgi ve muhabbetin simgesi haline gelin” diye tavsiye etmekteyiz. Yakinen biliniz ki, hayr-ı ümmet makamı, şanını daima göstersin diye, Allah bugün de dilediğini “Kelim” mertebesine yükseltebilir (onunla konuşabilir). Ama bu bereketler ancak zamanın İmamı Vâdedilen Mesih’e (a.s.) bağlandığınız takdirde verilecektir. Bir tek bu yolla Müslümanların durumu düzelecektir.
Vâdedilen Mesih (a.s.) şöyle buyurmaktadır: “Bu aciz Kur’an-ı Kerim’in emirlerini açıkça beyan etmeye gönderilmiştir. ”
“Ben gerçeği söylüyorum; bir zamanlar İsa Mesih’in eliyle hayata kavuşanlar öldüler. Ama benim elimden bana verilen kadehten içen hiç ölmeyecektir. Hayat veren sözlerim ve ağzımdan çıkan hikmetin benzerini eğer başkası da söyleyebiliyorsa, o zaman Allah tarafından gönderilmediğimi anlayın. Ama ölü gönüller için ab-ı hayat hükmünde olan bu hikmet ve marifet, başka bir yerde bulunamıyorsa, o zaman gökten açılan serçeşme ve pınarı reddetme suçu hiç bir özürle telafi edilemez. Yeryüzünde hiç kimse bu ilahi pınarı engelleyemez. Bundan ötürü muhalefette acele etmeyin. “Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsinden sorulacaktır ” ayet-i kerimesinde zikrolunan suçun vebali altında kalmayın. Söz ve hareketlerinizden dolayı yakalanmayasınız diye su-i zanda haddi aşmayın. ”
“Ey Müslümanlar eğer içtenlikle Allah ve Peygamber Efendimiz’e (s.a.v) iman ediyor ve İlahi yardımı bekliyorsanız o zaman kesinlikle yardım zamanının geldiğini anlayınız. Hiçbir beşeri plan bu işin temelini atmış değildir. Tersine bu sabah kutsal sahifelerde öteden beri haber verilen şafak zamanının ta kendisidir. Allah (c.c.) tam ihtiyacınız olduğunda sizi hatırladı. Tehlikeli bir kuyuya düşmek üzereyken, şefkat eli hızlı bir şekilde imdadınıza yetişti. Sizi yeniden canlandıracak gün geldiği için şükredin ve mutlulukla coşun. Allah (c.c.) kutsal insanların kanıyla sulanan dinin bahçesinin heba olmasına razı olmaz. Diğer dinlerde olduğu gibi İslamiyet’in hazinesinin de kıssalar ve hikâyelerden ibaret olup şuan bereketten yoksun olmasını kesinlikle istemez. Karanlık her taraftan bizleri sardığı zaman nurunu indirir. ”
İşte Allah’ın rahmeti coştuğu ve harekete geçtiğinde halifesini gönderdi. İnancımıza göre Peygamber Efendimizin (sav) önceden verdiği haberleri gerçekleştirerek imanı Ülker yıldızından yeryüzüne indirdi. İslamiyet’in gerçek nurunu aşikar etti. Sonra Allah’tan aldığı haberler gerçekleşti ve kendisinden sonra hilafet nizamı da kuruldu. Söz konusu hilafet nizamının kurulacağından Peygamber Efendimiz (sav) demin okuduğumuz hadiste bahsetmektedir. İşte bu hilafet nizamından bahsederken Vâdedilen Mesih (a.s.) “Ben dünyadan göçeceğim zaman Allah (c.c.) sizin için ikinci kudreti (hilafet) gönderecektir ve o ebediyete dek sizinle kalacaktır .” diye önceden bu ilahi haberi vermiştir.
Bahsettiğim bu hilafetin kurulma haberini Hz. Peygamber Efendimiz (sav) vermiştir. Onun için Ahmedi Müslümanlar ellerinden geldiğince Müslümanlara “eğer bekanızı ve ayakta kalmanızı hilafet kalkanında görmekteyseniz o zaman hilafet Peygamber Efendimizin haber verdiği üzere kurulup devam etmektedir. Hilafet asla zorbalıkla kurulmaz aksine Allah’a (c.c.) itaatin sonucunda verilen bir ödüldür. Müslüman Ahmediye Cemaatine verilen hilafet ödülü insani çabalar yahut protestolar sonucu elde edilmiş değildir. Tersine bu İlahi ödül Allah’a itaatin neticesinde O’nun inayetidir. Hadi koşup bu İlahi nizama katılıp ümmet-i müslimenin güç kazanmasını sağlayalım. Bir tek bu yolla Allah’a iman tekâmüle erer, Peygamber Efendimiz’e olan sevgi ve gerçek itaat ortaya çıkar” diye onlara telkinde bulunsunlar.
Allah Müslümanların bu temel nükteyi anlamalarını, oraya buraya başvurmak yerine Allah’ın söylediği yolu izlemelerini nasip eylesin.
Kısacası bu yol konuşmamızın en başında bahsettiğimiz web sitesindeki yoldur. Orada da söylendiği gibi bir tek bu yol kurtuluş yoludur. Aslında bu yol Allah’ın lütuflarını cezbetmek için izlenmesi gereken manevi bir yoldur. Ahmedi Müslümanlar her fırsatta “sadece Vadedilen Mesih ve Mehdiye iman etmekle bekanızı ve ayakta kalmanızı sağlayabilirsiniz” deyip Müslümanların dikkatini buna çekmelidir.
Ama Ahmediler onlar için özellikle dua etmeli ve onlara nasihat vermelidir. Allah’ın (c.c.) her Müslüman ülkeye akl-ı selim sahibi, adaletli ve takva sahibi önderler nasip etmesi için dua ediniz. Şuana dek huzursuzluk bulunan veya huzurlu görünen ülkelerdeki liderlerin kendi menfaatleri ön plandadır. İlerde ülkelerini yönetmeye hazırlanmakta olanlar da ötekiler gibi görünmektedir. Yöneticilerin sadece yüzleri değişmektedir ama izledikleri yöntem hep aynıdır. Şimdi bazı ülkelerde halk isyanları başlayınca, gırtlağına kadar suya battıklarını anlayan liderler hatta zalim krallar dahi vatandaş haklarından söz etmeye başladı. Vatandaşı önceden düşünmüş olsalardı bu kadar maddi zarara ve insan ölümüne sebep olmazlardı. Şimdi her ülke bu açıdan tehlikede görülmektedir. Acaba bu işlerin arkasında hangi güçler vardır? Bunlar gerçekten barış mı getirmek istiyorlar yoksa istedikleri sadece iktidarı ele geçirmek mi? Fesat çıkarmak mı istiyorlar? Suudi Arabistan gibi kraliyetle yönetilen ülke de komşularındaki halk ayaklanmalarını görüp kendi halkına daha fazla haklar vereceğini ilan etmek zorunda kalmıştır.
Şu anki durumda bazı güçler ortaya çıkmaktadır. Denilebilir ki söz konusu güçler, yeni taktikleriyle meydana inme planlarını yapmaktadırlar. Diğer taraftan bazı kimseler dünya güçlerine “sizler eski kölelerinizi denediniz şimdi bizi de denemeniz lazım” diye kendilerini ön plana çıkarmaktadırlar. Veya eski yöneticiler malum efendilerine kendi adamlarının isimlerini sunarak “devlet politikası değişmeyecek ve menfaatleriniz korunacaktır” sözünü vermektedirler.
Böylelikle yeni yüzlerin gelmesiyle vatandaş sevinecek veya bir süre teselli edilecekler için huzursuzluk bitecek. Ama durumu değerlendiren uzmanlara göre, halk bilinçlenmeye başlamıştır. Artık onlar bu oyunların daha fazla oynanmasına müsaade etmeyeceklerdir. Nitekim huzursuzluğun uzun sürmesi beklenmektedir.
İkinci tehlike şiddete başvuran dini gruplardan kaynaklanmaktadır. Onlar bu durumdan faydalanmaktadırlar. Başlangıçta ılımlı davranıp zaman içinde gerçek yüzlerini göstereceklerdir. Bunun sonucunda dünyada Müslümanlar için daha sıkıntılı bir durumun başlama tehlikesi bulunmaktadır. Dünya güçlerinin buna karşılık açıktan veya gizli olarak alacakları tedbirler Müslümanlara zarar verecektir. Büyük güçler hiç bir zaman çıkarlarının dünyanın bazı bölgelerinde zarar görmesine müsaade etmeyeceklerdir. Bu güçler arasında gizli bir savaş ve rekabet bulunmaktadır. Bu savaş yeniden yavaş yavaş zirveye doğru tırmanmaktadır. Bunun neticesinde çeşitli gruplara arka çıkmalarından dolayı fesat ve huzursuzluk git gide artacaktır. Şuan dahi üçüncü dünya ülkelerine ait bazı fakir ülkelerde veya başka bir deyişle Müslüman ülkelerdeki huzursuzluk ve fesat büyük güçlerin aralarındaki rekabetten kaynaklanmaktadır. Diğer taraftan daha da elem verici Müslüman ülkelerin yöneticilerinin milli çıkarlarını korumayıp, kişisel menfaatleri ve kibirlerinden ötürü dış mihrakların elinde oyuncak olmalarıdır.
Mollalar yahut hocalara gelince onlar takvadan yoksun oldukları için çıkarcı siyasilerden daha da tehlikelidir. Molla ülke ve dünya barışı için çok tehlikeli olabilir. Durum gitgide karışık ve endişe verici bir hal almaktadır bu nedenle çokça dua etmek gerekir. İslam dünyasında iç ve dış güçler büyük bir rekabet halindedir. Bölgenin stratejik öneminden dolayı, kaynakları kontrol altına alabilmek ve oraya yerleşmek için iktidarı ele geçirmek istemektedirler. Bu rekabetin acımasız faturası halka çıkarılmaktadır. Bir ülke biraz gelişme gösterdiğinde, aynı çıkarcı güçler hemen harekete geçerek gelişmeyi durdurmakla kalmayıp ülkeyi kaosa sürüklemekten çekinmezler.
Bir zamanlar Irak’ı görenler oranın kalkınmışlığını ifade etmek için “insan kendisini sanki bir Avrupa ülkesine gelmiş gibi hissediyor” demekteydiler. Ama yaklaşık yirmi sene süren huzursuzluk, fesat ve savaş orayı viraneye çevirmiştir. Bunun sonucunda, özellikle Arab dünyası ve komşu Afrika ülkelerinde huzursuzluk artmıştır. Bölgenin öneminden dolayı hem dünya güçleri hem de sözde İslami örgütler bu ülkelerdeki iktidarların peşine düşmüşlerdir. Halk her iki taraftan da aldatılmaktadır. Siyasetçiler ve ülkeyi yönetenler haktan ve halktan yana olarak görevlerini içtenlikle yapsalar hiçbir ülkede bu tür huzursuzluklar görülmez ve böylece terör örgütleri yaşama ortamı bulamazlar. Bunun sonucu olarak yabancı güçler illegal yollardan ülkeye müdahale edemezler.
Kısacası, bu tür haksızlıkların hepsi dünyayı bir felakete doğru sürüklemektedir. Eğer insanlar arasında gerçek takva ve adalet yerleşmezse, çok yakın bir gelecekte felaketler ve savaşlar dünyayı kuşatacaktır. Böyle devam ederse bazı Müslüman ülkelerin bu savaşlara öncülük etmesi ihtimal dâhilindedir. Durum çok endişe vericidir. Allah İslam dünyasına adaletli ve takva yolunu izleyen, hayırlı ve takva işlerinde yardımlaşan yöneticiler bağışlasın. Onlar komşularıyla hayırlı işlerde yardımlaşıp, takva ile kul haklarını öderlerse, barış sağlanır ve ülke de kalkınır. “teavenu alal birri vat takva ” (hayır ve takva işlerinde yardımlaşın) ayet-i kerimesini uygulayacakları pek mümkün görünmüyor. Tersine her tarafta ”zaharel fesadü fil bari vel bahri” (denizi ve karayı fesat kapladı) ayet-i kerimesine uygun bir manzara görünmektedir. Bu durumda duya yönelmemiz lazım. Bizler en fazla belli bir yere kadar, bir kısım insanlara sesimizi duyurabiliriz. Günümüzde dünya barışının garantisi sadece Ahmedi Müslümanlardır. Genellikle dünyada sahtekârlık ve kurnazlık meşru kabul edilmektedir. Ama bir Ahmedi Müslüman hayy olan Allah’ın mucizelerini görmekte, O’na bel bağlamakta, kudreti ve gücünü tecrübeleriyle müşahede etmekte, takvasını gönlünde taşımaya çalışmaktadır. Onun varı yoğu Allah huzurunda eğilmektir. Bangladeşli bir Prof. bir kaç gün önce benimle görüşmeye geldi ve “Müslüman Ahmediye Cemaati çoğunluğa sahip olunca diğer gruplar ve dinlerin haklarına riayet edileceğinin garantisi var mı?” diye sordu. Ben ona “gönüller feth etmekle kazanılan çoğunluk, zorbalık değil sevgi mesajı sonucunda elde edilen bir çoğunluk, zulüm değil sevginin yayılmasını sağlar. Onların hedefi takva ve Allah’ın rızasını kazanmak olduğu için hayır ve takva işlerinde birbirlerine yardımcı olurlar. Ayrıca Hilafet-i Raşida adaleti sağlamak ve hakların ödenmesi için çalışır. Bundan ötürü hilafete biat etmiş olan bir devlet adamı hakları çiğnemek için değil, her türlü hakkın ödenmesi için çalışacaktır. Beşer olduklarından dolayı hata yapabilirler ama takva olunca hatalar düzeltilir” diye cevapladım.
Mollaların kışkırtması sonucu veya maddi kaygılardan ötürü Müslümanların büyük bir kısmı, gerçek manada Müslüman olan Ahmedilere muhalefet etmekte ve onlara zulüm ve haksızlık yapmaktadır. Onlar istedikleri kadar bize eziyet edip zulmü reva görebilirler. Ama bugün Ahmedi Müslümanlar, İslam dünyasının durumuna çok üzülüp, acı çekmektedirler. Gönülleri ızdırapla doludur. Bana gelen mektuplarda “İslam aleminin acınacak durumu bize çok ızdırap vermektedir” diye yazarlar. İşte bizim vazifemiz her ne olursa olsun, Müslümanlara sahip çıkmak, onları düşünmektir. Dertlerini paylaşmak, onlar için duaya sarılmak görevimizdir. Biz inşallah bu yoldan hiç vazgeçmeyeceğiz.
Son olarak şunları tekrar hatırlatmak istiyorum: “Arap ülkelerinde yaşayan Ahmedi Müslümanlar, bulundukları ülkelerin siyasileri veya liderleriyle ilişkileri varsa onlara şu tavsiyelerde bulunmalılar: Aklınızı başınıza toplamadığınız, adalet ve takvayı yaymaya çalışmadığınız takdirde, mollaların pençesinden kurtulamazsınız. Şiddete başvuran ve onu reva gören dinci gruplar denetim altına alınmazsa, mollalar dini suistimal ederek ülkelerin yönetimini ele geçirebilir. Allah korusun bunlar gerçekleşirse, din adı altında çok tehlikeli ve korkunç bir devir başlayacak. Bu devir ülkeyi karanlıklara sürükleyecek. Din adı altında bir fırka ötekine zulüm edip duracak. Bu fesat döneminden dünya güçleri faydalanıp istediği gibi at oynatacaktır. Barış adı altında gelip bu ülkelere yerleşecekler. Bunun sonucunda tekrar huzursuzluk ve fesat doğacak. İnsanlar öldürülecek ve çok büyük maddi hasarlar meydana gelecek. Daha sonra onlara dolaylı veya dolaysız olarak kölelik zinciri takılacak. En kötüsü de geniş kapsamlı bir savaş bütün dünyayı kuşatacak. Allah (c.c.) Müslümanlara acısın. Liderlerine aklıselim ve feraset bağışlasın. Kalplerine takvayı yerleştirsin. Âmin…
Emir-ül Müminin Hz. Mirza Masrur Ahmed (atba)’ın 25 Şubat 2011 (25 Tabliğ 1390 H.Şemsi) Bait-ul Futuh Camii Londra’da verdiği Cuma hutbesi metnidir.
Raşit Paktürk
Maneviyat 2. Sayı