Bir erkek kendi başına kalkıp ta “Benim hanımımı dövmeye yetkim var” diyemez. Bazı suçlar vardır ve Kuranı Kerim onlardan bahsetmiştir. Kuran’da kadın her hangi bir suç işledi ise, hapse atılarak ceza verilmesin diyor. Ne yapılsın? Evlerinizde gözetim altına alınsın. Kuran neden böyle diyor:
Biz bugün bilmekteyiz ki, eski milletlerde saygın ailelere mensup kişiler hapse atılmaz, gözetim altına alınırlardı. Bunun gibi kadınlar için de Kuran gözetim altına alın diyor. Çünkü kadınlar hapse atılınca, toplumsal bazı sıkıntılar doğuruyor bu olay, gerek kadın ve kadının ruhsal hali, gerek çocuk ve gerekse aile açısından.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’de “Hanımlarınızı dövmeyin.” buyurdu. Bu dövmek olayını daha teferruatlı bir şekilde de anlatmakta fayda var. Öyle ise Kuranı Kerim’de Nisa Suresinde bahsedilen “Dövün” ifadesi ne demektir?
Kuran’da kadın hata yaptı da hemen dövün gibi bir anlatım yoktur. Birlikte Kuran’ın o ayette anlatmak istediklerini gözden geçirelim. Dikkat edilmesini istediğim bir noktada, Kuran, erkek hoşnut değilse aşağıdaki şartları uygula ve sonra boşan der. Ancak kadınlar bu şekilde engellenmezler ve hiçbir uygulamaya gerek olmadan boşanabilirler. Ayrıca Kuran’ın bu ayetleri sağlıklı bir evlilik için bir şey söylememektedir. Burada hastalıklı bir evlilik söz konusudur. Hastalıkta yeterli değil, burada anlatılan erkek mümin bir erkektir ve kadın hastalıklıdır. Bu durumda erkeğe tavsiyelerde bulunur. Ancak kadın mümin ve erkek hastalıklı ise onu bu şartları yerine getir demez. Erkeğe böyle bir sorumluluk yükleyen Kuran kadını bundan muaf tutmuştur ki yazıyı okuyunca bunun nedenlerini anlayacaksınız.
Şöyle ki, kadın öyle hal ve hareketlerde bulunmuş ki, boşanmak gerekiyor. Ancak erkek düşünüyor ve Kurana uygun değil veya Allah sevmiyor diye boşanmayı istemiyor. Çünkü Resulüllah (s.a.v.):
“Allah’ın (c.c.) hiç sevmediği, en çok kızdığı ve ama helal kıldığı şey boşanmadır.” diyor. Kuranı Kerim’de buna paralel olarak mümkünse bir şekilde sorunu çözmeye çalışın der ve buna teşvik eder. Bunun için ilk adımda, “Siz onu sözlü olarak uyarmaya çalışın.” der.
Dikkat ediniz ki, burada Kuran’ın bahsettiği şeyler günlük tartışmalar değildir. Burada bahsedilen kadının yaptıklarından dolayı diret boşanmayı gerektiren hallerdir. Mesela kadın kocasını aldatıyor veya çok dedikoducu bir kadındır ve gece gündüz dedikodu yapıyor veya kocalarına iftira eden kadınlar vardır. Benim kocam şöyle yapmış veya şunun kocası şu kadına gitmiş gibi.
İşte bu durumlarda Kuranı Kerim “Önce sözlü olarak uyaracaksın” der erkeğe. Ona nasihat edeceksin kötü davranışından vazgeçmesi için.
Bu eğer fayda vermezse Kuran ikinci bir aşamadan bahseder ve “Yataklarınızı ayırın” der. Burada genel olarak gündemdeki çoğu âlim denilen zatlar bunun kadına bir ceza verme olduğu olarak yorumlar. Hâlbuki öyle değildir. Bu erkeğe bir yaptırımdır. Çünkü erkek yalnız kalıp düşünecek ki, acaba benim bir hatam var mı? Sonra yine karısından ayrı durduğu sırada kendisini tartacak ki, karısına suçlu diyor ama hala içinde ona karşı istek var mı, yok mu? Genelde içindeki istek ölmemişse erkek bu ayrı kaldığı zamanlarda karısının iyi yönlerini ve kendisinin kötü yönlerini düşünebilme fırsatı da bulur.
Bu durumda fayda etmezse Kuran üçüncü bir aşama söyler, “Aranızda kadın tarafından bir kişi ve erkek tarafından bir kişi bir araya gelip olayı çözmeye çalışsınlar.” Bunlar aile fertleri de veya dışarıdan birileri de olabilir. Burada da başka bir iyilik hali vardır. Genelde toplumumuza bakıldığı zaman bu tip durumlarda aileler top yekûn olaya müdahale ederler. Özellikle cahil insanlar sözlerine dikkat etmezler veya edilen sözleri yanlış ve taraflı anlarlar. Bunun sonucu başta iki kişinin olan problem artık aileler arası bir problem halini alır. Hâlbuki Kuran sadece birer temsilci seçilsin ve onlar çözmeye çalışsınlar, diğerleri de onları uyarsın der. Böylece olayın büyümesi ve hatta başka olayların çıkması da önlenmiş olur.
Buda çözüm vermemişse ve erkek de hala boşanmak istemiyorsa ki tüm bu aşamaları geçip te düzelmeyen insan cahil insan demektir. Öyle cahil insanlar vardır ki ancak dövmekten anlarlar. Kuran buraya kadar gelindi ise, “Sen o zaman boşanmaktansa, bunu da deneyebilirsin.”der. Yalnız dikkat ediniz bunun da şartları vardır:
Buradaki vurmak Peygamber Efendimiz’in dediğine göre kadının vücudunda hiçbir iz bırakmayacak. Kadının yüzüne vurulmayacak. Bunlardan da anlaşılan odur ki, burada ki vurmak kadının canını acıtmak için değil sanki kadını uyarmak içinmiş gibidir.
Ayrıca bu herkese verilmiş bir yetki değildir. Bu mümin bir kocaya verilmiş olan ve sadece yukarıda ki şartlar gerçekleşmiş ise izin verilen bir yetkidir. Yoksa günlük hayatta karşılaşılan hiçbir şeyde bu yetki zaten verilmemiştir. Bu yetki Allah’ın emirlerini ve yasaklarını elinden geldiğince uygulayan kocaya verilmiş bir yetkidir. Böyle bir insan bunu yapıyorsa kadın düşünecektir “Benim kocam temiz bir insandır, artık elini kaldıracak hale geldi ise, demek ki bir şeyler var. Demek ki artık ipler kopmak üzeredir. Belki geri döner.” diye.
Yoksa adam içki içmiş gelip her gün hanımı dövüyor. Böyle biri için bir yetki söz konusu değildir.
Ayrıca bugün bile dünyanın durumuna bakarsanız, toplumsal yapılarda hepsinde kadını dövmek var. Türkler kadını döverler. Bir Hintlide kadını döver. Amerikalıda dövüyor. Bunu yapanların hiçbiri Kuranı Kerim’de bu vardır diye yapmıyor. 1400 yıl öncede sebepsiz yere kadın dövülürdü.
Kuranı Kerim bu durumları yasaklamıştır. Sadece bu sebepler var ise, sadece yukarıdaki silsileyi takip etti isen ve mümin bir insan isen el kaldırabilirsin dedi. Bu da gece gündüz döv demek değildir. Bir kere yapacaksın. O da hiç iz bırakmayacak, yüzüne vurmayacaksın. Tüm bunlara rağmen düzelme olmuyor ise “Boşanın” dedi.
Boşanma kararı vermiş isen de kadının arkasından tekme vururcasına onları terk etmeyin, ona ayrılırken hediye verin ve “Elinizden geldiğince güzel şekilde ayrılın” dedi. İşte Kuranı Kerim’in takdim ettiği boşanma şekli budur.
Allahü Teâlâ orada erkeğe diyor ki, “Allah işitendir. Eğer haksızlık yaparsan kadının bedduasına uğrarsın” dedi. Burada işiten bu demektir. Sen bunu yaptın ancak elin senin niyetini çok iyi biliyor. Hakimi kandırabilirsiniz, yanlış bir karar da aldırabilirisiniz, ama Allah’ı kandıramazsınız. Bir gün bana geleceksiniz.
Demeyiniz ki Kuranı Kerim kadının dövülmesini sağlıyor. Kuran dövme olayını, her zaman gerçekleşemeyecek istisnai bir durum haline getirmiştir. Hâlbuki o zamanda, şimdiki zaman gibi kadın dövülürdü. Kuran bunu yasaklamıştır. Bunu da en güzel Ashabın uygulamasından anlıyoruz. Dediğimiz gibi İslam ile tanışana kadar bu insanlar sebepsiz yere bile kadını döven bir toplum idiler. Hâlbuki Kuran’ın bu ayeti indikten sonra, bir gün Hz. Ömer (r.a.), Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e geldi ve dedi ki:
“Ey Allah’ın Resulü, bizim kadınlarımız şımardı. Artık sözümüzü dinletemez olduk. Biz oturup bir şey konuşurken, hanımım geliyor ve bana akıl veriyor.”
O zamanlar bunlar Hz. Ömer (r.a.) gibi yüce insanlara bile zor geliyor. Bir kadının akıl vermesi zorlarına gidiyor. Bugünde hala böyledir. Ama İslam bunu değiştirmiştir.
Yine bir gün Hz. Ömer (r.a.), Peygamber Efendimizin (s.a.v.) evine gidiyor. Hz. Ömer’in kızı Resulüllah’ın eşidir. Onun kızı o ara Peygamberimiz ile tartışıyor. Bunun üzerine Hz. Ömer kızını çekip “Sen kim oluyorsun, O Allah’ın Resulüdür. Nasıl Onunla tartışırsın. ” deyince kızı babasına, “Sen çekil, o benim kocamdır. Meselede onunla benim aramdadır.” diyor. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) o kadar merhametli idi. Onun hanımları kendisini evden bir ay ayrı kalacak kadar üzdükleri halde O, hanımlarını dövmedi. Onlara küfürde etmedi. Onlara yanlış bir hareket ve sözde bulunmadı. Bizim için ölçü de budur.
Eğer bir insan Kuranı Kerim’deki yetkiyi alacak ise, bunları düşünerek alacak. Biz hiçbir yerde okumuyoruz ki, bir Sahabe hanımını dövdü diye.
Şunu da belirtmek gerekir ki, bu aşamaların hiç birisini uygulamayarak doğrudan da boşanabilirsiniz. Demek değil ki ille de el kaldırana kadar bekle. Kuran diyor ki, boşanmaktansa tüm bunlar daha iyidir. Ne yapın edin ama ailenizi kurtarın. Çünkü gerek karı-koca ve gerekse çocuklar üzerinde bunun derin izleri kalacaktır.
Başta da dediğim gibi bunlar erkekler için böyledir. Ancak bir kadın İslam’a göre, gidip hâkime ben kocamdan hoşlanmıyorum derse, sadece bu cümle boşanmaları için yeterlidir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir çifti evlendirdi. Kendi halasının kızını Zeyd Hazretleri ile evlendirdi. Bir zaman sonra Zeyd Hazretlerinin hanımı gidip “Ben onunla evli kalmak istemiyorum” dedi. “Sebebi nedir? Seni dövüyor mu, sana zarar mı veriyor.” diye Resulüllah (s.a.v.) sorunca, “hayır Allah’ın Resulü, çok iyi bir insan. Çok takva sahibidir ama huylarımız benzemiyor. Onun haşlandığı şeyler benim hoşuma gitmiyor.” dedi ve Resulüllah (s.a.v.) onları boşadı.
Hanım açısından Resulüllah (s.a.v.) bir karar vermiştir. Peki bunun sebebi nedir? Erkek için birçok aşama önerilirken, kadın istedi diye neden hemen boşanabiliyor? Hanımlar erkeklerden daha çok yuvalarına düşkündürler. Yuvalarının yıkılmaması için çok büyük bir neden olmalıdır. Onların yuvalarının devamı için olan gayreti eğer sonuç vermemişse, o evliliğin devam etmemesi daha uygun olur.
Ancak bizler hangi ülkede olursak olalım, etrafımızda fakirler, yetimler ve dul insanlar varsa ve onlarla ilgilenen kimse yoksa, o zaman onlarla siz ilgilenin. Küçük çapta dahi olsa gücünüz neye yetiyorsa ilgilenin. Onların içinde üzüntüden dolayı bir mum ateşi yanıyorsa, sizler onların etrafı aydınlansın diye bir mum yakın. Göreceksiniz ki Allah-ü Teâlâ sizin bu az çabanızı kabul edecek ve size git gide daha fazla destek olabileceğiniz ve sorunlarını çözebileceğiniz güç verecektir.
Bu arada yetim derken biz ille de babası olmayandan bahsetmiyoruz. Yetim kelimesi tüm fakirler ve ihtiyaç sahipleri için kullanılan bir deyim olmuştur artır. Tüm bunlar kastedilmektedir.
Tekrar konumuza dönersek, biz genelde kadın haklarını koruyan bir tavır sergilemekteyiz. Bu nedenle bazen erkekler sorar. Şöyle ki, bazı kadınlar vardır, erkeğe bir baktımı erkek korkudan eve giremez. Karısından öyle korkar. Bunun durumu nedir, diye.
Bu tür erkeklere bizim edeceğimiz bir nasihat yok. Burada hanımlara nasihat etmek isteriz. Çünkü Kuran-ı Kerim’de Allahü Teâlâ erkeklere “Kavvam” demiş, yani ailesinin ihtiyaçlarını yerine getirmek için sorumlu tutulmuştur. İşte bazı hanımlar kocalarının “Kavvam” olmadığını görünce aslında içindeki öfkeyi ve hırslarını göstermek için böyle davranmaktadırlar. Burada o onun zâafıdır. Eğer erkek kavvam oluşunu eliyle kadına vermeseydi, kadında böyle davranmazdı. Çünkü bugün hanım sen çalışta bende geçineyim diyen erkekler var. Hâlbuki Allahü Teâlâ, geçinme ile ilgili sorumluluğu erkeğe bırakmış ve onu ailenin reisi yapmıştır. Tabi ki burada bahsettiğimiz reislik kavramı, sen sözünü geçirirsin, zulüm edebilirsin manasında değildir. Reislik manasından kasıt, Allah ve Resulünün emirleri çerçevesinde sorumluluklarını yerine getiren demektir. İnsanın gönlünü alabilmek demektir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Milletin efendisi, ona hizmet edendir.” buyurmuştur. Nitekim eğer ben evin reisi isem ve hiçbir sorun ile ilgilenmiyorsam o zaman ben ailemin reisi değilim.
İşte böyle bir durumda hanımlara seslenmek istiyorum. Onlar hiç mutlu değildir. Hiçbir kadın güçsüz sorun çözemeyen kocadan memnun olamaz. Kocalarına bir nevi bu nedenden dolayı öfkelerini bildirmek için bağırırlar. Ancak biz yinede diyoruz ki, kocalarınıza saygı gösteriniz. Eğer bu tür ailelerde ki kadınlar kocalarına saygı gösterirlerse ve evlerini onlar için cennet yaparlarsa Allahü Teala onların çocuklarını koruyacaktır ve bu hanımlarda aslında çocukları için bir cennet inşa etmiş olacaklardır. Çünkü bu hanımlar eğer kocalarına bağırıp çağırıyorlarsa, bakıyoruz ki, bunların çocukları büyüdükten sonra hem anneye hem de babaya bağırmaya başlıyorlar. Onlara saygı göstermedikleri gibi saygısızlıkta ediyorlar ve kendilerini cehenneme atıyorlar.
Yine Resulüllah’ın bir hadisinde, hanımların başlarına şefkatli bir el koyunuz emredilmiştir. Burada da bahsedilen bir konuda dul kadınları evlendirmektir. Dul olmaları onların büyük bir sorunudur. Bugün Müslümanlar gidip onların başına şefkatli bir el koymazlarsa, zalim birileri gidip el koyacaktır ve amaçları da onların kanlarını emmek olacaktır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) dul kadınların evlendirilmeleri konusunu çok vurgulamıştır ve bizde çok vurgulamaya çalışıyoruz.
Evlilikte dikkat edilmesi gereken bir konuda Resulüllah, “Eğer evlenecek olan bir genç kız ise, kızın rızası ve kızın babasının rızası evlilik için şarttır, buyurdu. Yani kızın velisinin izni olmadan (ki veli genelde babadır, evlenmesi durumunda) o evlilik batıldır.” buyurdu. Dikkat ediniz sadece babası isterse demedi. Sadece kız isterse de demedi. Her ikisini de şart koştu. Böylece kızın rızası ile istemediği biri ile evlenmesi engellenmiştir. Babasının rızasının aranmasının nedeni ise, kızlar genelde duygusaldır ve bu nedenle erkekler onların bu duygusallıklarını kullanıp kandırabilirler. Ancak baba veya veli duygusal değildir. Genç kızlar erkek fıtratını tam olarak tanımazlar ancak anne ve baba bu konuda hem bilgilidirler ve hem de tecrübe sahibidirler. Bu nedenle Resulüllah (s.a.v.) velinin izni şarttır dedi. Ama tekrar ediyorum, sen kızını evlendirmekte serbestsin demedi. Kızın rızası da şarttır.
Peki, genç kız velisine güvenmiyorsa ne olur? Bu durumda kız mahkemeye başvurur ve velisine güvenmediğini söyler. (Bu genelde zamanın halifesi veya onun tayin ettiği kişiler idi.) Mahkemede kızın söylediklerinde haklılık payı olduğunu görürse genelde kızın akrabalarından insaflı ve güvenilir olan başka birini kıza veli tayin eder. Bugün ülkelerin kendine ait yasalarında bu olmayabilir, ancak en azından bu sünnete uygun davranılmaya çalışılabilir.
Ancak bir kadın dul ise artık o kendi kendisinin velisidir. Hiçbir yerden rıza almak zorunda değildir. Kendi rızası ile nikâhlanabilir. Ahlaken sorup danışabilir, ancak İslam o kadının artık erkeği tanığını göz önüne alarak sadece kendi rızasını böyle bir durumda yeterli görmüştür.
İslam her ne kadar dul kadının evlendirilmesi konusunu her fırsatta dile getirirse de, maalesef toplum ve örf ve adetleri bunun önünde büyük bir engeldir. Eski kocasının ismi ile oturmasının güzel ve şerefli olduğu söylenir dul kadına ve yeni bir evliliğe karşıda baskı uygulanır. Sırf bu yüzden gençte olsa dul kadınlar evlenemiyorlar. Halbuki buna zorlamakla kadını ömrü boyunca çok büyük sıkıntılara da sokmuş oluyorsunuz. Mesela Hindularda bir adet vardır. Bir erkek ölürse yakılır. Yakılırken de hanımı gençte olsa oda kendini yakarak hayatına son verir. Bu birazda bundan kaynaklanıyor ki, bu dünya dertleriyle yanmaktansa böyle bir kere yanayım daha iyidir diye. Bu onlara daha kolay gelir.
Ancak Müslümanların böyle yapmamasını istedi, Allahü Teala. Bugün Müslümanların evlilik konusunda dul kadını özgür bırakmaları lazım. Çünkü insan hastalığa yakalandığı zaman tedavi için ilaç alıyorsa, mesela grip olacağınızı hissettiğinizde, daha başlamadan tedbir olarak ilaç alıyorsanız, bu akıllılıktır. Yoksa hastalıktan sonra istediğin kadar koş, artık bir kere yakalandın o hastalığa. Kuranı Kerim’in her konuda ki emirlerinde biz bunu görmekteyiz. Sen hastalığa yakalanmadan önlem al. Hastalığa yakalandıktan sonra değil.
Kur’ân-ı Kerim’in emirleri ve tavsiyeleri onun içindir ve bu konuda Kuran der ki,”Bir kötülüğe yakalanmadan kendini koru”. Yalnız burada Mehdi (a.s.) bir istisna koymuştur. O da şudur ki, “şu kötü duruma düşerim” korkusu ile hareket etmek istisnadır. Eğer bir hanım dulsa fakat artık çok yaşlanmış ise onun aklına zaten kötü bir şey gelmez. Yine çok temiz bir genç hanımın da aklından bile geçmez ki, ben bir erkek ile beraber yaşayayım vb. kötü olabilecek düşünceler. İşte bu durumlar istisna teşkil eder. Bunu da insan kendisi bilir zaten.
Yine Mehdi (a.s.)’ın birinci halifesi dul kadınların evlendirilmesi ile ilgili ayetten bahsederken diyor ki, “Allahü Teâlâ bu ayeti şöyle sonuçlandırdı. İzzet sahibi, yani saygın olan Allah’tır. Hâkim ve hikmet sahibi olan Allah’tır” Neden ayetler bu kelimelerle sona ermiştir. Şöyle ki, dul kadın evlendiğinde onun ailesi veya ölen eşinin ailesi bir nevi namuslarının lekelendiğini düşünürler. Çünkü genç bir kızı ailenize alıyorsunuz. Daha sonra bunun eşi ölüyor ve kız ortada kalıyor. Bu durumda aile çıkıp, sen artık bizim namusumuzsun, evlenmeyeceksin ve sana biz bakacağız, demektedir. İşte bunun için Allahü Teala bu ayet ile demek istedi ki, “Bakın hikmet sahibi benim, benim her emrimin her hikmetini çok iyi biliyorum. Eğer siz buna rağmen böyle bir karar veriyorsanız, Allah (c.c.)’ın izni ve tavsiyesi olduğu halde çıkıp, ne gerek var biz bakarız diyerek onun yeniden evliliğini yasaklıyorsanız, siz hikmet sahibi değilsiniz. Çünkü Allah (c.c.)’ın hikmeti ile sizinki ters düşmektedir.”
Yine Mehdi (a.s.)’ın ikinci halifesi kendi tefsirinde der ki, “Milli ahlakların bozulmaması için dul hanımların evlenmesi gereklidir.” Huzur diyor ki, “Bir ferdi ahlak vardır ve birde milli ahlak vardır ve bir millet içinde dul hanımlar çoğalırsa ister istemez, fuhuş ve zina gibi şeylerde çoğalır. Dolayısıyla evlilik bir yerde bununda önüne geçilmesi demek olacaktır. Ayrıca evlenirken karşısındaki kişinin mali durumu yeterli olmayabilir. Hanımlar evlenirken bunu ön planda da tutmasınlar. Bunu Kur’ân-ı Kerim tavsiye etmektedir.
Tüm bunlara rağmen birisi yine de evlenmiyorsa, o zaman o kişi kendi ahlakını korumak zorundadır. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Eğer birisi evlenemiyorsa, oruç tutsun.” diye tavsiye etmektedir. Peki, “evlenemiyorsa”dan kastedilen nedir? Burada evlenmek isteyip evlenemeyenler kastedilmektedir. Konu ile ilgili bir fıkrayı da burada zikredelim:
Adamın birine sormuşlar, “Senin evlilik işi ne alemde” diye. Adam cevap vermiş,”%50 tamamdır” demiş. Soran merak etmiş, “%50’de ne demek” diye sormuş. Bunun üzerine adam cevap vermiş, “Ben istiyorum da, kimse kızını vermiyor.” demiş.
Anlayacağınız üzere Kuran’ın burada bahsettiği evlenememektir. Kız ise güzel değil diye veya erkek ise yakışıklı değil diye evlenemiyor olabilir. Bu durumdaki kişilere Kuran’ın emri siz ahlakınızı koruyun şeklindedir. Nasıl koruyacağına ilişkin yöntemlerde bildirilmiştir.
Burada bahsedilen anlaşılacağı üzere sadece dul hanımlarda değildir. Bazı bakire kızlar vardır, bunlar yaşları ilerlediği halde evlenemiyorlar veya evlenmiyorlar. Bu sebepten dolayı onlarda ahlaklarını korumakla mükelleftirler.
Bazı dul hanımlar da vardır. Onların çocukları da vardır. Eğer evlenirse kocasının çocuklarına kötü davranabileceğini düşünürler. Bu nedenle de evlenememektedirler. Bunun üzerine Huzur dedi ki “Biz her dul kadın evlenmelidir diye her hangi bir kural ortaya koyamayız. Biz sadece çerçeve çizebiliriz.” Eğer hanım tekrar evlenirsem çocuklarıma kötü davranılacağından dolayı onların hakkını yemiş olurum diye düşünerek evlenmiyorsa, buda şeriatın bir emridir. Yetimi korumayı düşünüyor. Böyle bir durumda şeriatın iki emri karşı karşıya gelmektedir. Bir tarafta evlenmesi gerekirken diğer tarafta yetimi korumayı düşünüyor. Peki, insan ne yapacak bu durumda. İnsan birini seçmek zorundadır. Eğer hanım namuslu yaşıyorsa, çocuklarda gerçekten namuslu bir annenin kanatları altında büyüyoruz diye bir kanaate sahipseler, o zaman dul olduğu halde evlenmedi diye bir günah yoktur.
Huzur “ben hutbemi şöyle bitirmek istiyorum” dedi ve devam etti,
Cemaatte bir zat vardı. Mir Muhammed İshak adındaki bu zat cemaatte ilk olarak yetimler için bir çalışma başlattı ve bu bugün tüm dünyaya yayılmış bir şekilde devam etmektedir. Nerede böyle bir çalışma var ise bu O’nun ektiği tohumdur. Mir Muhammed İshak Hazretleri Mehdi (a.s.)’ın kaynıdır. Çok büyük hadis âlimidir. O kadar güzel hadis dersi verirdi ki. Hadisleri okur hem ağlar, hem de milleti ağlatırdı. Peygamber Efendimizin sözlerinden o kadar etkilenirdi.
Öyle yüce bir zattı ki, nerede bir yetimin ismi anılsa, onun da ismi anılırdı. İçinde yetimlere karşı büyük bir aşk vardı. Bunun için 1926 yılında Hindistan’da Kadiyan’da bir yetimhane ve huzur evi gibi bir yer kurmuştu. Buraya yetim çocuklar ve yaşlı insanlar getiriliyordu. Oranın tüm masraflarını da bu zat kendi karşılıyordu. Oraya gelen yetimler ve yaşlılarda boş bırakılmazdı. Mesela çocuklar çeşitli okullara verilip eğitim almaları sağlanırdı. Bir insan bir hüner veya sanat öğrenmek isterse eldeki imkânlar ölçüsünde buna cevap verilirdi.
Huzur devamında dedi ki, orada yetişen çocukları ben tanıyorum. Onlar bugün yüzlerce binlerce yetimin sorumluluğunu üstlendiler.
Oranın 3 sene müdürlüğünü yapmış olan Abdülhafız Bey vardı. O anlatıyor ve diyor ki;
“Ben üç sene oranın müdürlüğünü yaptım. Bu süre zarfında birçok çocuk geldi. Ben bir kere bile Mir Muhammed İshak Hazretlerinin bir kere bile bun alsak mı almasak mı diye düşündüğünü görmedim. Kim geldi ise alındı. Hiçbir zaman bizim imkanımız müsait değil denilmedi.”
Yine orada ziyafetten yani yiyecek içecekten sorumlu olan bir zat vardı. Adı Muhammed Yasemin idi. O anlatıyor:
“O huzurevinde 175 kişi vardı ve yemeklerin hazırlanışı çok çaba isterdi. Çünkü fonumuz yoktu. Hatta bir keresinde yine orada çalışan Gazi Nur Muhammed isimli bir zat vardı. O Mir Beye gitti ve, efendim 2000 Rupi borçlandık diye söyleyince, Mir Muhammed İshak Hazretleri sen ikindi namazından sonra faytonla gel, beraber bazı mahallelere gideriz. Durumu oradakilere de anlatır, çanda (mali yardım) isteriz. Böylece belki sorunu çözebiliriz.” dedi.
Huzur bunları anlatırken ağladı ve dedi ki:”Neden ağlıyorum. Çünkü Mir Muhammed İshak Hazretleri hastaydı ve yürüyemiyordu. O kadar hasta olduğu halde yetimleri o kadar severdi ki “Hastayım, gidemem” demedi, hatta o adama hasta olduğunu dahi söylemedi.”
Yine Muhammed Yasemin’in anlattıklarına dönersek,
“Ben faytonu aldım geldim ve beraber çıktık. İlk olarak yolda Abdullah Han diye cemaatin ileri gelenlerinden ve zengin birisi vardı. Yolda onunla karşılaştık. Tokalaşırlarken bu zat, Mir Beye “Mir Bey siz hastasınız, ateşiniz var” dedi. Mir Bey “Evet hastayım. Ancak huzurevinin borcu var ve ben çanda toplamaya gidiyorum.” dedi. Bunun üzerine bizim Abdullah Bey 50 Rupi verdi. O zamanlar 50 Rupi büyük paradır. Mir Bey bunu alıp ben Darül Rahmet’e gidiyorum. Darül Rahmet (Rahmet Evi) oradaki bir mahallenin adıdır. Evliyaların böyle durumları vardır. Ben rahmet edebilmek için, adı rahmet olan yere geleyim. Oraya Allah’ın rahmeti bol iner, diye düşünürler. Orada gidip para toplamaya başladık. Mir Bey ilk parayı aldıktan sonra bana dedi ki, “ne kadar para verilirse onu cebine koy, siftahı iyi ettik.” Burada fakir fukaraya çok yardımcı olan insanlar vardı. O nedenle birisi çıkıp Mir Beye dedi ki, insanları teşvik etmek için çıkıp hitap etseniz. Maalesef Mir Bey o kadar rahatsız idi ki kalkıp hitap edebilecek durumda bile değildi. O da bunu söyleyen beye siz hitap ediniz, dedi. Yoksa kendisi çok güzel hitap edebilirdi ve çok daha etkileyici olabilirdi. Sonra o bey hitap etti ve 2000 rupi toplandı ve bu sorun çözüldü.
Aynen böyle başka bir zaman saygın bir Ahmedi Kadiyan’a geldi. Amacı Huzur Hazretleri ile görüşmekti ve bir saat vakti vardı. Mir Bey bu zatı kahvaltıya çağırdı. Ve ona kahvaltı yaptırdı. Mir Bey yetimlerin sorunlarıyla o kadar ilgileniyordu ki, hep istiyordu ben bu kadar sevap kazanıyorsam, başkaları da sevap kazansınlar diye teşvik ederdi. Kahvaltıdan sonra bu beye huzurevini gezdirdi ve ona dedi ki, ” Bu benim bağımdır. Ben bunu Allah için kurdum”. Bunun üzerine o kişide 500 rupi verdi.
Bunun üzerine Huzur dedi ki; “Bu Allah için kurulmuş olan bağ, artık uluslararası bir bağ haline gelmiştir. Bu bağın bu hale gelmesi de, onun temelinin ihlas ve takva ile atılmasındandır. Her ne kadar Mir Muhammed İshak Hazretleri kendisi yürüyemeyecek, ayağa kalkamayacak kadar hasta olsa da, söz konusu olan yetimlerin sorunları olduğu zaman hiçbir bahane ileri sürmedi.”
Mehdi (a.s.) bir şiirinde “Hazan vaktinde, bahar geldi:” diyor. Huzur dedi ki bu bahar gerçekten Mehdi (a.s.)’ın gelişi ile gelmiştir. Mehdi (a.s.)’ın cemaati içinde geldi. Çünkü bu tür insanların sorunlarıyla bugün ilgilenen yok. İnsanlar sadece kendi menfaatleri varsa ilgileniyorlar. Bugün mahalleler, şehirler ve ülkeler yanmaktadır, bu dul kadınlarla ve yetim çocuklarla ama oranın politikacıları sadece oy isterken oraya giderler. Bir menfaatleri olunca giderler ve onun dışında da kimse ilgilenmez onlarla.”
Vâdedilen Mesih Hazretleri diyor ki, “Gözyaşıyla, hiç değilse gözyaşıyla buna çare bul.” Bunun üzerine Huzur,” Eğer siz hiçbir şey yapamıyorsanız bunu biliniz ki, Allah indinde döktüğünüz gözyaşları bir gün bir çözüm getirecektir ve bu gözyaşları bu ateşi söndürecektir.” dedi.
Sadi Hazretleri adında büyük bir evliya geçmiştir. O diyor ki,
“Bak ülkede o kadar yoksulluk, o kadar kıtlık oldu ki, yetimin gözyaşından, yetimin gözünün suyundan başka her türlü su kurudu.”
Bunun üzerine Huzur dedi ki,
“Ey Ahmediler eğer bütün sular kurusa dahi, sizin gözyaşınızın suları kurumamalı. Biliniz ki sizin bu suyunuz bir gün bir çözüm getirecektir. Çünkü her iyiliğin temeli ve onun her iyiliğinin gelişmesi artık bu cemaatle bağlanmıştır. Allahü Teala için siz öylesine her iyiliği sulayınız ki, orada bağlar serpilsin. Bağlar yeşersin ve görünsün. Biliniz ki iki şey çok önemlidir. Buna dikkat edilmesini isterim. Bir Allah ile ilişki, diğeri de kul ile ilişki. Allah sevgisi çok önemlidir. Allah ile olan ilişki çok önemlidir. Ama kul sevgisi taşımayan insan Allah sevgisine hiçbir zaman sahip olamaz. Bunu çok iyi biliniz.”
Kul sevgisi taşımayan insan Allah sevgisine hiçbir zaman sahip olamaz. Siz Allah sevgisi kazanayım diye Allah’ın kullarını sevin, onların sorunlarına çözüm getirin.
Âdem Hazretleri diye eski zamanda bir evliya geçmiştir. Bu zat insanlara iyilikte çok ilerlemiş bir zat idi. Bu zat bir rüya görüyor. Meleklerin ellerinde bir kitap var ve onun üzerine bir şeyler yazıyorlar. Bu zat soruyor “Ne yapıyorsunuz?” diye. Diyorlar ki,”Allah kullarını sevenlerin isimlerini yazıyoruz.” Bunun üzerine âlim “Peki benim ismim de içinde var mı?” diye sorunca, melekler baktılar ve dediler ki, “En başında senin ismin var.” Bir başka gün gene rüya görüyor. Melekler yine bir kitaba bir şeyler yazmaktalar. Âlim zat soruyor, “Bunda ne var?” Melekler diyorlar ki;”Allahü Teâlâ’nın kimleri sevdiğini yazıyoruz.” Sordu âlim kişi “Acaba benim ismim var mı?” Melekler dediler ki “En başında senin ismin var?”
Bu rüya bize gösteriyor ki, kul sevgisi, kulun sorunlarıyla ilgilenmek Allah indinde çok önemlidir. Bir insan kullarının sorunlarıyla ilgilenmeden eğer Allah sevgisi kazanacağını umuyorsa, o yanılıyor.
Son olarak kadınlarla ilgili birkaç konuya daha değinmek istiyoruz.
İslam 4 kadına kadar izin veriyor derler. Buda toplum tarafından suistimal edilmiş ve bilgisizce uygulanmış ve bilinsizce değerlendirilmektedir. Tarih boyunca hiçbir zaman hiç bir erkek, İslâmiyet’i kabul ederken, ben bu memlekette bir kadına bile dokunamıyorum, Allaha şükür bir din buldum, dört taneye kadar kadın var diye düşünerek bu dine girmedi. İşte bu tarz şeyler gösteriyor ki, İslâmiyet’in bu tip konularda insanlar için bir çekiciliği yok. Bazı toplumsal mecburiyetler vardı ve bunu göz ardı ederseniz doğru karar veremezsiniz. Mecburiyet hasıl oldu mu antibiyotikte olsa kullanmak zorunda kalırsınız. Normalde doktorlar bu ilacı vermemeye çalışırlar. Çünkü yan etkileri vardır. Ama gerekirse antibiyotikte kullanıyorsun. İslam’daki bu tip hükümlerde bu mahiyettir. Başkaca bir hükmü yoktur.
Bir insanın en son sözü en değerli sözlerindendir. Resûlallah (s.a.v.)’in Veda Hutbesi bu manada çok önem arz eder. Nitekim kadınlara verdiği değer o kadar çoktu ki Yüce Peygamberimizin, bu son sözlerinde de bu konuya değindi ve hutbesinde şunları buyurdu:
“Ey insanlar, karılarınızın üzerinde bazı haklarınız vardır. Fakat karılarınızın da sizin üzerinizde bazı hakları vardır. Onlardan iffet ve ahlâk sahibi olmalarını ve başkaları nazarında kocalarını rezil ve rüsvay edecek yollara sapmamalarını istemek sizin hakkınızdır. Karılarınız bunun aksini yaparsa, onları cezalandırmağa hakkınız vardır: Yetkili makam gereken araştırmayı yaptıktan ve sizin ceza vermek hakkına sahip olduğunuz meydana çıktıktan sonra, onları cezalandırabilirsiniz. Bununla beraber, ceza çok şiddetli olmamalıdır. Fakat karılarınız böyle bir şey yapmazsa ve kocalarını utandıracak ve küçük düşürecek şekilde hareket etmezse, onları gücünüzün yettiği kadar yedirmek, giydirmek ve barındırmak size düşen bir vazifedir. Karılarınıza her zaman iyi muamele etmeniz gerektiğini akıldan çıkarmayınız. Allah (c.c.) sizi onlara bakmak vazifesiyle mükellef tutmuştur. Kadın zayıftır ve haklarını koruyamaz. Evlendiğiniz zaman, Allah sizi o hakları korumak için mutemet tayin etmiştir. Karılarınızı İslâmiyet’in kanunu dairesinde evlerinize aldınız. Binaen aleyh, Allah (c.c.) ın elinize tevdi ettiği emanete hıyanet etmemelisiniz.”
Dikkat çekmek istediğimiz bir konu Resulullah’ın kadınlarla ilgili son sözlerinde erkeklere hitaben ” Allah (c.c.) ın elinize tevdi ettiği emanete hıyanet etmemelisiniz” demesidir. Bu erkekler için üzerinde düşünülmesi gerekli bir konudur. Nedir emanet. Dikkat edin emanet nasıl bir şey olursa olsun, her türlü emanetin ortak özellikleri vardır. O da şudur ki, emanet sizde bulunur ama ondan istifade edemez, onun üzerinde tasarrufta bulunamazsınız. Ayrıca size nasıl teslim edildiyse enaz o şekliyle iade etmenizde gerekir. İşte Resullullah’ın bu yüce emride, erkeklere kadınların bir emanet hükmünde olduğunu, onlar üzerinde dövmek vs. şekillerde bir tasarruf hakkı olmadığını söylemektedir. Bu emanete davranışı konusunda Allah (c.c.)’a hesap verecekleri bilincinde olmalarına emreder.
Resulüllah (s.a.v.) ın izhar ettiği endişeler arasında, kadınların erkeklerden gördüğü muamele dolayısiyle duyduğu endişe vardı. Ölmeden evvel, kadına lâyık olduğu mevkii sağlamak için, gayret göstermişti. İnsanlığın yaratıldığı günden beri kadına erkeğin kölesi ve hizmetçisi nazarı ile bakılmıştı. Bu, Hz. Resulüllah (s.a.v.) in endişelerinden ve üzüntülerinden bir tanesi idi.
Kimse kadınların refahına, zayıfların hakkına ve milletler arası barışa Hz. Resulüllah (s.a.v.) kadar ilgi ve ihtimam göstermemişti. Hz. Resulüllah (s.a.v.) ın insanlar arasında eşitliği teşvik etmek için yaptığını kimse yapmamıştı. Kimse insanlığın iyiliği için Resulüllah (s.a.v.) kadar şiddetli bir arzu duymamıştı. Binaen aleyh, İslâmiyet kadının mal kazanmak ve tevarüs etmek hakkını her zaman korumuşsa, buna şaşılmaz. Batılı milletler, böyle bir hakkı, İslâmiyet ortaya çıktıktan ancak bin üç yüz sene sonra düşünebilmişlerdir. İslâmiyet’e dahil olan bir şahıs, ne kadar aşağı tabakadan gelmiş olursa olsun, herkesle eşit bir durum kazanır.
Hz. Mirza Tahir Ahmed