Kur'ân-ı Kerim'in cem edilmesiyle (birleştirilmesiyle) ilgili itiraz - Müslüman Ahmediye Cemaati

Kur’ân-ı Kerim’in cem edilmesiyle (birleştirilmesiyle) ilgili itiraz

Elimizdeki Kur’ân’ın cem edilme hataları yüzünden asıl Kur’ân’la aynı olmadığını ispatlamak isteyenler delil olarak şunları sunarlar.

1) Muhammed’in (s.a.v.) hayatı dopdolu geçerdi; birçok işi olurdu. Savaşlara dahi katılırdı. Bu kadar meşgul bir insan nasıl Kur’ân’ı ezberleyebilirdi ki?

2) Arapların hafızasının çok iyi olduğu iddia edilir; oysaki bu yanlıştır. Aslında hafızaları pek de iyi değildi ve bu eski şairlerin şiirlerindeki ihtilaftan bellidir. Herkes başka türlü anlatır. Bu ihtilaf hafızalarının iyi olmadığını gösterir.

3) Muhammed’in (s.a.v.) zamanında Kur’ân tam olarak yazılamamıştı. Böyle olmasaydı bazı hafızların ölümü herkesi tedirgin etmezdi.

4) Kur’ân’ın bir ayeti şöyle der; [1] Yani “onlar Kur’ân’ı parça parça edenlerdir.” Bu gösteriyor ki Muhammed’in zamanında da Kur’ân’ı parça parça edenler vardı.

5) Muhammed (s.a.v.) kendisi okuyamadığı için kâtiplerin ne yazdığını kontrol edemezdi.

6) Tarihte yazılanlara göre Osman (r.a.) zamanında Kur’ân’ın okunmasıyla ilgili birçok ihtilaf oluşmuştu. Bu sonuç itibarıyla bir ihtilafın var olduğunun bir göstergesidir.

7) Osman (r.a.) Ebubekir (r.a.) zamanındaki Kur’ân nüshalarını neden yaktırdı. Yaktırması gösteriyor ki ihtilaf vardı.

8) Kur’ân’ın orijinal olduğunun tek şahidi Zeyd’dir (r.a.). Oysaki o kendisi yazmakla mükellefti; ona nasıl güvenebiliriz.

9) Eğer Ebubekir’in (r.a.) zamanından kalan kopyalarda bir hata olmasaydı neden bir daha yazdırma ihtiyacı doğdu? Bu gösteriyor ki o dönemin insanları Ebubekir’in zamanında yazılanları yanlış bulmuştu.

10) Osman (r.a.) halife olduğunda birçok farklı Kur’ân nüshaları vardı ama o vefat ettiğindeyse bir tek kalmıştı. Bu gösteriyor ki çelişki yaratanlar yakılmıştı.

Yapılan itirazların cevapları

İlk itiraz Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) meşguliyetiyle ilgilidir. Bu kadar meşgul bir insan nasıl ezberleyebilir deniyor.Bu gibi itirazların tek bir cevabı olabilir ve o da şudur ki gerçekleşmiş olaylar hakkında böyle itirazlar edilemez. Eğer hafız olması ispatlanmışsa ve gece gündüz vahiyle takviye edildiyse nasıl inkâr edebiliriz!

Profesör Margoleth bir kez bana da bunu sormuştu; “bu kadar büyük bir kitap nasıl ezberlenebilir ki” demişti. Ona dedim ki bu kitap Muhammed’in (s.a.v.) kalbine indirildi ve tüm dünya’nın eğitimi ve ıslahı işi ona havale edildi. O ezberlemeyecek de kim ezberleyecek. Benim oğlum daha on bir yaşındadır ve ezberlemiştir. Onun gibi binlerce insan vardır. Bu kadar çok insan ezberleyebiliyorsa kalbine inen ve asıl muhatabı neden ezberleyemesin!

İkinci itiraz eski şiirlerdeki ihtilafı gösterip Arapların hafızasının iyi olmadığını ispatlamaya çalışmaktır. Bu deve kuşu misalidir. Bir tarafta Arapların eski kasideleri ezberlemeye çalıştığı öne sürülüyor ve diğer taraftan Bay Margoleth “eskiden kasideler hiç olmazdı zaten” diyor. Resmen işlerine gelen şeyi alıp kullanıyorlar; bütünü görmeye çalışmıyorlar. Hangi bakış onlara göre İslamiyet’e zarar vermek için uygunsa onu benimsiyorlar.

Gerçek şudur ki Arapların hafızaları inanılmaz olurdu. Bir rivayete göre Arap krallarından birisi “en az yüzbin şiiri ezbere bilmeyen bana gelmesin” demişti. Bir şair onu görmeye geldiğinde “kral yüz bin şiirden az şiir hatırlayanla görüşmüyor” dendi. O da “öyleyse krala bir sorun; yüz bin şiir İslamiyet’ten sonraki döneme ait mi olsun; önce ki döneme mi; kadınların şiirleri mi olsun erkeklerin mi” dedi. Bunu duyan kral hemen dışarı çıktı ve “siz falanca şairsiniz galiba” dedi. O da “evet” deyince kral da “ben zaten sizinle görüşmek istiyordum ve şartı sizi coşturup getirmek için koşmuştum”.

Yani tarihi kayıtlara bakılırsa Arapların hafızasının inanılmaz olduğu anlaşılır. Kaldı eski şiirlerdeki ihtilaf meselesi; iyi bilinsin ki şiirler İlahi vahiy olmadıkları için aynı dikkatle ezberlenmezlerdi. Şairler genellikle sadece asıl mefhumu akıllarında tutup gerektiğinde şiiri zihinlerinde yeniden oluştururlardı. Ama Kur’ân’a gelince bakış tamamen değişmişti. Artık o inanılmaz hafıza birebir kelimeleri ezberlemek için kullanılacaktı çünkü Allah’ın (c.c.) kelamı söz konusuydu. Bu sebeple bir virgülü bile karıştırmazlardı.

Sonra eski şiirleri sağdan soldan duyup ezberlerlerdi; herhangi bir ustadan değil. Herkesin de mükemmel şiir okuduğu söylenemez ve bu da bazı ihtilafları doğururdu. Ama sıra Kur’ân’a gelince hem okunması hem yazılmasıyla ilgili kesin kuralların uygulandığını görüyoruz.

Kur’ân’ı ezberlemek için dört kişi özellikle görevlendirilmişti ve bu konu o kadar hassastı ki bir seferinde Hazreti Ali (r.a.) onlardan birisini düzeltmeye çalışınca hemen uyarıldı; “bu sizin işiniz değildir” dendi. Binlerce bilen olmasına rağmen dört kişi ayrıca özel olarak görevlendirilmişti. Soruyoruz; şairlerde de benzer bir sistem var mıydı? Hangi şair şiirler karışmasın diye özel olarak görevlendirilmişti? Herkesin ezberlediği şiirleri zaman zaman kontrol edip düzelten kim vardı? Kur’ân’a gelince ise usta üstüne usta görüyoruz; ciddi bir denetim mekanizmasını görüyoruz.

Sonra deniliyor ki Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) zamanında tüm Kur’ân yazılamamıştı. Bu zaten yanlış bir iddiadır. Kur’ân’ın hepsi Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) zamanında yazılmıştı. Her ayet indiğinde Peygamber Efendimiz’in ilgili kişileri çağırıp nereye ait olduğunu göstererek yazdırdığı Hazreti Osman (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.  Bu tarihi kanıt varken sadece boş dille itiraz etmek aptallıktır. Kaldı Hazreti Ebubekir (r.a.) zamanında yazılmanın sebebi meselesi. Bunun sebebi şuydu ki Hazreti Ebubekir (r.a.) zamanında Kur’ân günümüzde olduğu gibi tek bir cilt olarak yoktu, farklı bölümleri farklı yerlerde yazılmıştı. Sonradan gelenler Kur’ân’ın muhafaza edilmediğini sanmasın diye Hazreti Ömer Hazreti Ebubekir’e tavsiyede bulundu ve söylediği cümleyse şudur;

“Artık bir kitap olarak tek yerde cem edilmesini emrederseniz uygun olacaktır diye düşünüyorum.”

Dikkat edin; “yazdırın” demedi; “cemedin” dedi. “bir araya getirin” dedi. Bunun üzerine Hazreti Ebubekir (r.a.) Hazreti Zeyd’i (r.a.) çağırdı ve cem etmesini emretti. Onun kullandığı cümle de  şeklindeydi; yani “bir araya getir”. Yani kullanılan kelimeler bile Kur’ân’ın o dönemde sadece bir araya getirildiğini gösterir; sıfırdan yazıldığını değil. Sonra Kur’ân’ın bazı insanlar hakkında:

Sonra Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) okuma yazma bilmediği hatırlatılıyor ve deniyor ki kâtiplerin ne yazdığını kontrol edemezdi. Oysaki Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bunun çözümünü çoktan düşünmüştü; gerekli tedbirleri almıştı. Bir taraftan kâtiplere yazdırırken diğer taraftan dört kişiye ezberlettirirdi de. Bu çapraz kontrol sistemi yüzünden yazanın hatasını ezberleyen düzeltebilirdi ve ezberleyenin hatasını yazan.  Var sayalım ki bir kez yazan yanlış yazmış. Ama dört tane ezberleyen de vardı. Onlar bunu fark etmezler miydi? Hemen düzelttirmez miydi? Bu sistem sayesinde olası hatalar hemen yakalanabilirdi.

Sonra Hazreti Osman (r.a.) zamanında Kur’ân’ın okunmasıyla ilgili çok ihtilafın oluştuğu ileri sürülmektedir. Oysaki hiçbir sahih rivayet bu iddiayı doğrulamaz. Yazılan sadece şudur ki kıraatlarda[2] ihtilaf vardı. Peygamber Efendimizin (s.a.v.) bazı kabilelerin gırtlak yapılarını düşünerek yedi farklı telaffuzla Kur’ân’ı okuduğu zaten bilinmektedir. Allah (c.c.) Peygamber Efendimize (s.a.v.) vahiyle bazı kelimelerin alternatif okunuşlarını anlatırdı zaten.

Hazreti Ali’nin (r.a.) rivayetine göre Hazreti Osman (r.a.) onu çağırmış ve bazı kabilelerin kendi okunuşlarının asıl ve sahih okunuşu olduğunu iddia ettiğini söylemiş ve bunun da kabilelerin arasında sorunlara neden olduğunu anlatmıştı. Hazreti Ali (r.a.) “öyleyse siz karar verin; ne yapalım” deyince Hazreti Osman (r.a.) da “hepimiz Müslüman olup artık bir olmuşuz; okunuşlarımız da artık bir olmalı. Bu sebeple asıl kıraatı olan Kureyş kabilesinin kıraatı seçilmeli” dedi. “Öyleyse bazı Kur’ân’lar neden yakıldı” diyenlere deriz ki bu iddianız temelsizdir. Yakılanlar içeriği farklı olan Kur’ân’lar değildi ki. Tarih kitaplarında yazılan sadece şudur ki Hazreti Ebubekir (r.a.) zamanında cem edilmiş bir Kur’ân nüshası alındı ve oradan çoğaltıldı. Yakılanlar okunuş farkı olduğu için yakılmışlardı; içerik farkı olduğu için değil ve bunun da amacı tek bir okunuşu teşvik etmekti.

Sonra Kur’ân’ın orijinal olup olmadığı sadece Hazreti Zeyd’in (r.a.) şahitliğine kalmış olması meselesi de yanlıştır. Hazreti Zeyd’le (r.a.) birlikte Hazreti Ömer de (r.a.) görevlendirilmişti ve tüm getirilen sahifelerde en az iki şahidin şahadeti isteniyordu. Ayrıca doğrudan Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) yazdırmış olması da bir şarttı. Şahitlerin ise Peygamber Efendimizi (s.a.v.) yazdırırken görmüş olmaları gerekiyordu. Sonra “eğer ihtilaf oluşmamışsa neden konu yeniden ele alındı” deniliyor ama anlattığımız gibi yeniden ele alınmasının amacı sadece farklı kıraatların tasfiye edilip tek bir kıraatın seçilmesiydi. Araştırılan şey kıraatlardı; içerik, ayetler ve ibareler değildi.

“Diğer kopyalar neden yaktırıldı”’nın cevabı da aynıdır. İçeriği ve ayetleri farklı olan Kur’ân’lar yakılmadı hiç. Sadece farklı kıraatları ima eden Kur’ân’lar yakıldı. “Hazreti Osman (r.a.) zamanında birçok Kur’ân oluşmuştu artık” iddiası yanıltıcı bir şekilde öne sürülüyor; sanki farklı içerikler olduğu ima ediliyor. Oysaki sadece farklı kıraatlar yok edildi. Zaten sonradan itiraz eden de okunuşu farklı olan kavimlerdir.

Sözün özü elimizdeki Kur’ân Peygamber Efendimize (s.a.v.) inen Kur’ân’ın aynısıdır; virgülüne kadar aynıdır; hiçbir ihtilaf yoktur.

Hz. Mirza Beşiruddin Mahmud Ahmed

Kur’an’ın Faziletleri adlı kitabından
 


[1] Hicr 92

[2] Okuma telaffuzları *

“(İnsanlar) işlerini kendi aralarında parça parça ettiler.” (Enbiya 94)

dediği hatırlatılıyor. Bir kere bu ayetin asıl anlamı “insanlar Kur’ân’ı parça parça ediyorlardı” değildir. Asıl anlamı şudur ki bazı münafıklar Kur’ân’ın bir kısmını uygulayıp diğer kısmını göz ardı ediyorlardı. Kastedilen kâfir ve münafık grubudur. Ama var sayalım ki gerçekten bir kısmının Kur’ân’ı parça parça etmeye çalıştığı kastedilmiştir. Bu anlam da aslında işimize gelir çünkü ortada param parça edilmesi gereken bir bütünün var olduğunu gösterir. Öyle bir anlamı benimseyecek olursak şöyle deriz. “Kur’ân gerçek Müslümanların elinde mahfuz ve güvenilir bir şekilde vardı ama münafıklar ve kâfirler onu parça parça etmeye çalışırlardı”.

Bir Öncekini Oku

Kur’an’da Muhkem ve Müteşabih Ayetler Konusu

Bir Sonrakini Oku

Kur’ân-ı Kerim’in parçalar şeklinde inmesi