Kur’an’ın gerçekten Allah tarafından gönderildiğinin üç delili

Ama sadece iddia etmek yeterli değildir; delil de vermemiz gerekir. Kur’an’ın gerçekten Allah (c.c.) tarafından gönderildiğini kanıtlamak durumundayız. Bu konuda Kur’an’da (Hud 18), Kur’an-ı Kerim’in Allah (c.c.) tarafından gönderildiğine dair üç delil vardır. Öncelikle şunu söyler;

Yani Rabbi tarafından bir Beyyine (apaçık ve bariz bir delil)  üzerinde duran hiç yalancı olabilir mi; mahvolabilir mi? Buradaki (men) kelimesi Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve sahabeler için kullanılmıştır. Yani Kur’an-ı Kerim “sizin gözünüzde helak olup gidecek olan bu kimseler Beyyine olan bir kitaba inanırlar. Bunda iddia edenin iddiasını ispatlayan çok sağlam deliller vardır” diyor.

Ayet ve Beyyine arasındaki fark

Ayet ve Beyyine arasındaki fark şudur ki ayetlerden biz kendimiz netice çıkartmak zorunda kalıyoruz ama Beyyine ise o kadar bariz ve aşikâr oluyor ki kendi delili kendisi oluyor. Örneğin bir ağaca bakın “bunu yapan birisi vardır herhalde” diyebiliriz ve bu bir “ayet” olur. Ama bir peygamber gelip “Ben Allah (c.c.) tarafından gönderildim” diyorsa kendi delili de kendisi olabilir ancak ve “Beyyine” olması lazım. Yani “ayet” kelimesi geneldir; Beyyine ise özeldir. Kastedilen kendi kendini ispatlayan bir şeydir.

Kur’an’ın bir Beyyine olduğunun ispatı

Peki, Kur’an gerçekten Beyyine midir? Bu da sadece bir iddia değil midir? Çok uzağa gitmemize gerek yoktur. Peygamber Efendimize inen ilk vahiy bile Kur’an’ın bir Beyyine olduğuna dair kanıttır. Diğer kitaplar dış delillere muhtaç olurlar ama Kur’an kendisinin delilidir ve bu inen ilk ayetten bile bellidir. Özellikle inen ilk vahyi seçtim ki Kur’an-ı Kerim’in bu özelliği apaçık şekilde ortaya çıksın. İlk vahiy Hira mağarasında inmişti. Hazreti Cebrail Peygamber Efendimize göründü ve “İkra” dedi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ise “okumayı bilmiyorum” anlamına gelen [1] cümlesini söyledi. Aslında kastettiği şuydu ki bu “ağırlığı omuzlarıma koymayın” çünkü önüne bir kitap konmamıştı ki okuma kabiliyeti gereksin. Sadece Hazreti Cebrail’in dediklerini tekrarlayacaktı, o kadar. Birisin dediğini tekrarlamak okuma kabiliyeti gerektirmez. Bu gösteriyor ki Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) cevabı aslında bir inkisar ve alçak gönüllülük göstergesiydi. Ama gelin görün ki Allah (c.c.) onu seçmişti; en uygun kişi olduğuna karar vermişti. İşte bu sebeple Cebrail ısrar etti ve eninde sonunda Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kabul etti ve okudu. Okudukları ise bunlardır; (Alak 2-6)

Ne kadar da kısacık bir ibaredir ama gelin görün ki diğer kitaplarda hiç olmayan irfan incilerini saçmaktadır. Diğer kitaplara bakacak olursak Veda’ların “Ateş bizim efendimizdir” şeklinde başladığını görüyoruz. Tevrat’a bakınca göklerin yaratılışı şu kelimelerle anlatılıyor;

Öncelikle Tanrı gökler ve dünyayı yarattı. Dünya bir viraneydi; sessiz sedasızdı. Derinliğin üstünde karanlık vardı ve Tanrının ruhu sular üzerinde hareket ederdi. (1:1(1-2))

İncil ise şöyle başlar;

İlk başta kelam vardı ve kelam Tanrı’nın yanındaydı; O’nundu. İşte ilk başta Tanrı’nın yanından olan buydu. (Yuhanna; bölüm 1: (1-2))

Oysaki Kur’an-ı Kerim kelamına şu delillerle başlıyor;

Yani Ey Muhammed; Sen bu kâinatın yaratıcısı olan Allah’ın ismiyle oku ve insanların muallimi haline gel. O insanı bir kan pıhtısından yaratmıştır.

Evet; oku; çünkü sen okudukça Allah’ın yüceliği ve şanı dünyada ispatlanmış olacaktır.

Yüce bir gaybî haber

Bu Kur’an’ın gerçekten bir Beyyine olduğunu ispatlamak için sunduğumuz ilk gaybî haberdir. Kur’an diyor ki onun Beyyine olduğunun ilk ispatı budur ki okundukça Allah’ın yüceliği ve keremi dünyada ispatlanmış olacaktır.

Hazreti İsa (a.s.) zamanında muhalifleri “şeytan buna öğretiyor” diye itiraz etmişlerdi. Hazreti İsa (a.s.) ise “şeytan kendisini yok ediyorsa kendi muhalifi kendi sayılır; böyle yaparsa dünyaya nasıl hükmedebilir” diyerek cevap vermişti[2].

Aynı şekilde bizde diyebiliriz ki Allah’ın kaybolmuş olan yüceliğini dünyada yeniden ispatlamak için gelen kitap şeytana mensup edilemez. Bir kere Allah (c.c.) tarafından gönderilmemiş bir kitap böyle bir iddiada bulunmaz; “bunun vasıtasıyla Allah’ın (c.c.) yüceliği ve şanı yeniden ispatlanacaktır” demez. Birçok insan kitap yazar ve yazarken “bu kitap her şeyi değiştirecektir; dünyayı altüst edecektir” der ama kitap bitince birisi önsözünü yazsın diye insanlara yalvarmak zorunda kalırlar; “ne olur bir iki cümle yazın” demek zorunda kalırlar. Peygamber olduğunu iddia eden kimse arkadaşlarımıza “neden Alfazal adlı gazeteniz bana karşı bir şeyler yazmıyor” diye sitem etmiş. Yine aynı şekilde başka bir iddiacı bana “size kitabımı gönderiyorum. Ne olur muhakkak bir şeyler yazın; karşı da olsanız yazın” demişti. Söylemek istediğim şudur ki onlarca kitap vardır ki hiçbir neticesi çıkmaz. Hal böyleyken putperestlikten başka bir şey bilmeyen cahil bir milletin arasında bir kitabın “Beni oku; ki okudukça Allah’ın yüceliği ispatlanacaktır” demesi ne kadar da ilginçtir. “Bu kitap Rabbinin ‘Ekrem’ sıfatını ortaya çıkaracaktır” demesi ne kadar da hayret vericidir.

O dönemde bırakın Arabistan’ı, tüm dünya şirke karışmıştı. Hatta en genç din olan Hıristiyanlığın yazarları bile İslamiyet’in hızlı yayılışının arkasında Hıristiyanlığın manevi olarak çökmüş olmasının ve şirke karışmış olmasının yattığını söylerler. Hinduların kitaplarına baktığımız vakit de o dönemde şirke karışmış olduklarını görürüz. Zerdüştler de o dönem her tarafın şirk kaynadığını söylerler. Bize göre de böyledir. Ama hatırlatıyoruz ki bu kadar çökmüş bir dönemde Kur’an-ı Kerim “bu kitap okundukça vahit ve la-şerik olan Allah’ın hükümeti yeniden oluşacaktır” demektedir.

Kur’an tevhit dersine başlayınca Mekkelilerin durumu kendi ifadesiyle şöyleydi; [3]

Tüm ilahları alıp tek ilah haline mi getirdi; ne kadar tuhaftır.

Yani o müşrikler taptıkları ilahlarının aslında İlah olmadığını bilmiyorlardı; her birini gerçekten birer İlah sanıyorlardı. Sad suresinde beyan edilen bu durum onların ilk halini ve ilk düşüncelerini anlatmaktadır. Ama gelin görün ki Kur’an onlara okundukça ne oldu. Durum öyle bir değişti ki tevhit fikrine teslim olmak zorunda kaldılar ve bakınız az sonra ne demeye başladılar; [4]

Bu haksız yere bize müşrik diyor; oysaki biz sadece asıl Allah’a (c.c.) yaklaşabilmek için bu ara tanrıları kullanıyoruz.

Yani artık bahaneler oluşturmaya başladıklarını görüyoruz. “Biz putların Tanrı olduğunu demiyoruz ki” diyorlar. “Biz sadece onların Allah’a yaklaşmak için birer vesile olduğunu söylüyoruz” diyorlar.

Hele bir bakınız; durum kısa sürede nasıl da değişiveriyor. Allah’ın “Ekrem” olduğu nasıl da ispatlanmış oluyor. Ama Kur’an bunun gaybı haberini vermişti zaten. “Oku; çünkü okudukça Allah’ın tevhidi dünyada damgasını vuracaktır; yayılmaya başlayacaktır. İnsanlar celal sahibi Allah’a inanmaya başlayacaklardı” demişti ve aynen öyle de oldu. Kaldı ki bu sadece o dönemin durumudur. Şimdi bir bakınız şirk nasıl dünyadan yok oluveriyor. Hindistan’da 330 milyon puta tapılıyordu ama şimdi tevhidi savunan Arya Samaj adlı bir fırka çıkmıştır. Hıristiyanların durumu da farklı değildir. Onların arasından da gitgide tevhidin doğru akide olduğuna inanan fırkalar çıkmaktadır. Bazı Hıristiyanların kitaplarında “Müslümanlar boşu boşuna bizim şirke karıştığımızı söylüyorlar; oysaki biz de tevhide inanırız” yazar. Ama hala Hazreti İsa (a.s.) ve Hazreti Meryem’e tapanlar da vardır.

Sözün özü Kur’an’ın okunduğu her yer değişmeye başladı; tevhidi yaklaşmaya başladı. Dünya Allah’ın “Ekrem” olduğunu kabul etmek zorunda kaldı. Bakınız ilk inen vahiy bile ne kadar güçlü gaybı haber içermekteydi.

Ama bu kadar da değil. Aynı vahiy şunuda diyor; bu kitap sadece Allah’ın diğer her şeyden üstün olduğunu ve her şeyin Ona tabi olduğunu ispatlamakla kalmayacaktır. Rabbinin kalemle ilim öğrettiği de ispatlanmış olacaktır. Bu ayet gelecekte yazılı ilimlerin yayılacağı konusunda büyük bir haber içermektedir. O Mekke ki Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) peygamberlik iddiası döneminde sadece yedi okuma yazma bilen insanı barındırıyordu, o Mekke ki en saygıdeğer sakinleri okuma yazmayı küçük düşürücü bir şey olarak görürlerdi; Şairlerin şiirleri ezberlediği ve “yaz bunları” dendiğinde bir küfür olarak algıladığı Mekke; Kur’an indiğinde nasıl da değişiveriyor. Sahabelerden okuma yazma bilmeyen birisini bulmak zordu; yüz de yüz yazardı; okurdu. Kur’an-ı Kerim “iyi bilin; yakında insanların ilgisi ilimlere yönelecektir” demektedir. Nitekim aynen böyle oldu. Peygamber Efendimizin (s.a.v.) iddiasının hemen sonrasında bu değişim yaşanmaya başladı. Sahabeler okuma yazmayı öğrenmeye başladı; tüm çocuklara eğitim verilmeye başlandı ve eninde sonunda o cahil toplumun her çocuğu okuryazar hale geldi; eğitim sahibi oldu. Hatta eski Yunan bilimlerinin muhafızları Müslümanlar oldu ve o eski kitapları onlar yazılı hale getirdi. “Kalem” öyle bir kullanıldı ki tarih boyunca bu olayın eşini benzerini bulmak zordu.

Birisi diyebilir ki herkesin okumasının Kur’an’ın üstünlüğüyle ne alakası vardır. Alakası şudur ki Kur’an’ı hakkıyla anlamak cahillerin işi değildir ve okuyanların âlim de olması gerekiyor. Kur’an ise yaşanması şart olan bu değişimin haberini kendisi veriyor. “Bundan sonra artık kalemin dönemi başlayacaktır” diyor. İnsanlar çeşit çeşit ilimler konusunda uzmanlaşacaklardır ama bu kitap yine eskimeyecek; hep okunmaya devam edecek. Âlimler dahi kimse de galip gelemeyecek. Sözün özü bu gaybî haberden sonra Arabistan dâhil olmak üzere tüm dünyada öyle ilim rüzgârları esti ki tarih boyunca bir örneği yoktur.

Üçüncü gaybî haber; yepyeni ilimlerin çıkmasıAynı kısacık vahyin içerisindeki üçüncü gaybî haber ise çıkacak olan çeşit çeşit ve yepyeni ilimlerle ilgilidir.

Allah’ın (c.c.) adıyla oku çünkü O artık insanlara yepyeni ve hiç bilmedikleri ilimleri öğretmek üzeridir. Kalem ve yazı kavramları yaygın olan yerlerde zaten çok şey yazılır ama bunların ille de yepyeni ve insanların bilmediği şeyler olması şart değildir. Kur’an ise yakında öğretilecek olan ilimlerin yepyeni olduğunu iddia etmektedir. “İster dini olsun; ister dünyevi; öğretilecek olan şeyler yepyeni olacaklardır” demektedir.

Ve ondan sonra Kur’an ne Tevrat’ta bulunan, ne İncil’de bulunan ne de başka bir kitapta bulunan ilimler öğretti. Sonra bu yeni ilimler sayesinde başka yepyeni ilimler doğdu. Arabistan’da şiir kuralları, beyan ve gramer vs. tamamen yoktu ve ilk kez Müslümanlar tarafından oluşturuldu. Arapların tüm dünyası yağmacılık etrafında dönerdi ama Kur’an-ı Kerim indikten sonra binlerce senedir mahrum kaldıkları ilimlere kavuştular; hatta tüm dünyanın ilimlerinin bayrağını taşıdılar. Yunan kitaplarını tercüme ettiler ve sonra Avrupalılar bu tercümelerden faydalandılar. Bu dönemden sonra öyle bir dönem başladı ki tüm dünya bilmediği ilimlere kavuşturuldu. Müslümanlar da yepyeni ilimleri icat ettiler. Örneğin ahlak ve etik teorisi (ilm-ul-ahlak) , insan nefsinin ilmi (ilm-ul-nefs), fen bilimleri vs hakkında yepyeni prensipler oluşturuldu. İlm-i-Rivayet oluşturuldu, ilm-i-Kelam doğdu. Hükümetler kanunu oluşturuldu. Ondan önce Roma hukuku yaygındı ama artık batılı düşünürler bile İslam hukukunun Roma hukukundan üstün olduğunu kabul ederler. Sonra insan sağlığıyla ilgili ilimler, tasavvuf ve Cebir kuralları da Müslümanların icadıdır.

Sözün özü bir tarafta ruhani dünyayı yepyeni doğrularla tanıştırdığı gibi dünyevi anlamda da Kur’an dünyayı bambaşka yerlere götürdü. Öyle ilimler doğurdu ki eski ilimler onlara karşı koyamadılar; yok olup gittiler. Şimdilik ilk vahyin içinde bile olan bu üç gaybî haber Kur’an’ın gerçekten bir Beyyine olduğunu göstermek için yeterlidir. Bir ispat dahaAma bu ispatların yanı sıra Kur’an-ı Kerim üstünlüğünü göstermek için bir ispat daha sunar. Şöyle der; [5]

Bu kitabın incelikleri ve derin anlamları ancak Allah’a yakın olup bizzat O’nun tarafından tertemiz hale getirilen insanlara açılır.[6]

Bakınız; Kur’an’ın dili Arapların diliydi; kullandığı kelimeler herkesin bildiği ve kullandığı kelimelerdi. Bugün de Arapçayı çok iyi bilen insanlar dünyanın her yerinde vardır ama bunlar bir türlü Kur’an’ın derin anlamlarına ve irfan incilerine ulaşamıyorlar. Bu ancak tam bir teslimiyet ruhuyla kendisini ona havale edenin nasibindedir. Kim kendi yazdığı kitabı hakkında “bunun anlamlarını ancak Allah’a yakın olanlar çıkartabilecekler” diyebilir! Hiç kimse. İşte bu sebeple herkesin bildiği dilde olmasına rağmen derin anlamlarını ancak Allah’a yakın olanlara açan bir kitap ancak O Allah (c.c.) tarafından olabilir. Öyle olmasaydı sadece oturup kafa yoranlar da o incilere ulaşırlardı. Bu ne kadar da ilginç bir şeydir. Bugün Kur’an dışındaki tüm kitapların derin anlamları her kafa yoranın aklına gelir ama Kur’an “istediği kadar büyük âlim olsun; kalbi tertemiz olmadıkça buna dokunamayacaktır bile” demektedir! İşte bu sebeptendir ki bugün Tevrat, İncil, Veda ve Janad Avesta zahiri âlimlerin elindedir ama Kur’an sadece ruhani âlimlerin vasıtasıyla incilerini dökmektedir. Ancak Hazreti Abdul Kadır Geylani, Hazreti Muhayyüddin İbn-i-Arabî, Mevlana, İmam Gazali, Seyyid Ahmad Sirhindi, Şehab-üddin Suhreverdi ve Şah Veliyyullah gibi insanlar İslam tarihi boyunca Kur’an’ı derin yorumlayabilmişlerdir. Zahiri ilim sahibi insanlar da çalışmışlardır ama sendelemişlerdir de. İnsanların sendelemesine de sebep olmuşlardır. Sonra yine Allah’a yakın olan kimseler onların hatalarını düzeltmişlerdir.


Hz. Mirza Beşiruddin Mahmud Ahmed

Fazail-ul Kur’an adlı kitabından


[1] Sahih Buhari

[2] Matta 12-26

[3] Sad 6[4] Zümer 4

[5] Vakia 80

[6] Vâdedilen Mesih’in bir açıklamasına göre “Tahir” kendi çabasıyla kendisini belli bir yere kadar temizleyebilen birisidir; “Mutahher” ise “Tahir” hale geldikten sonra bizzat Allah (c.c.) tarafından iç temizliği bambaşka seviyelere kadar götürülen kimsedir. *

Önceki

Alimler vasıtasıyla Kur’an’ın zor ayetlerinin çözümü

Sonraki

Kaynak veya memba açısından Kur’an’ın üstünlüğünün ispatı