Müslüman Ahmediye Cemaati, Kur’ân-ı Kerim ve Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ortaya koyduğu inançlara bağlıdır elbette. Tabii ki, Kur’ân-ı Kerim ve Yüce Peygamber Efendimizin talimatına aykırı olan inançlara karşıdır. İnançlarımızı şöyle sıralayabiliriz:
1- Allah’ın (c.c.) varlığına inanırız. O’nun var olduğu inancına bağlanmak en büyük hakikati kabul etmektir; bir hayal veya batıl inanç peşinde koşmak değildir.
2- O birdir. Ne yeryüzünde ne gökte ortağı yoktur. Her şey mahlûkudur ve yardımına ve desteğine muhtaçtır. O’nun ne oğlu, ne kızı, ne babası, ne anası, ne de kardeşi vardır. Tevhit ve tefrit yalnızca O’na aittir.
3- Allah’ın (c.c.) kutsal, bütün kusurlardan münezzeh ve her türlü mükemmelliğe sahip olduğuna inanırız. O’nda bulunacak hiçbir kusur olmadığı gibi, bulunmayacak hiçbir mükemmellik de yoktur. Sonsuz kudret ve bilgiye sahiptir. O her şeyi kuşatmaktadır, fakat O’nu kuşatan hiçbir şey yoktur. Evvel ve ahir O’dur, gizli ve aşikar O’dur, yaratıcı O’dur ve bütün kâinatın Rabbi O’dur. O’nun hükmü ve emri geçmişte olduğu gibi bugün de sürmektedir ve gelecekte de sürecektir. Ölümden münezzehtir, Hayy (diri) ve bâkidir. Hiçbir ayıbı ve noksanı yoktur. O yok olmak, çökmek ve batmaktan münezzehtir. O’nun iş ve hareketleri kendi iradesi olup zor ve baskı altında yapılmış değildir. Öteden beri dünyaya hüküm sürdüğü gibi bugün de hüküm sürmektedir. Sıfatları ebedi olup kudreti her an aşikârdır.
4- Meleklerin, Allah’ın (c.c.) mahlûklarından bir kısmını teşkil ettiğine inanırız. Onlar Kuran-ı Kerim’de zikredilmiş olan kanuna uyarlar, “kendilerine verilen emri yerine getirirler.[1]” Belirlenmiş vazifelerin yapılması için Allah’ın (c.c.) hikmeti ile yaratılmışlardır. Kuran-ı Kerim’de onlarla ilgili ifade ve beyanlar mecazi olmayıp varlıkları bir gerçektir. Aynen insanlar ve diğer yarattıkları gibi, melekler de Allah’a (c.c.) muhtaçtır. Allah, kudretinin ortaya çıkması için meleklere muhtaç değildir. İsteseydi, melekleri yaratmaksızın kendi isteğini ortaya koyardı. Fakat O’nun mükemmel hikmeti onların yaratılmasını istediği için melekler vücuda geldi. Allah (c.c.) ışığı göz için ve ekmeği açlığa çare olsun diye yarattı. Güneş ve ekmeğin yaratılması, Allah onlara muhtaç olduğu için değil insanoğlu onlara ihtiyaç duyduğu içindir. Hikmetlerinin bazısının tezahürü için O’nun melekleri bir araç olarak kullanması, Allah’ın onlara muhtaç olduğunu göstermez.
5- Allah’ın (c.c.) seçkin kullarıyla konuştuğuna, istek ve arzularını onlara vahyettiğine iman ederiz. O kelamını belirgin kelimelerle vahyeder. Vahyin inmesinde kulun hiçbir müdahalesi söz konusu değildir. Vahyin kelimeleri ve manası, her ikisi de Allah tarafından indirilir. Vahiy alan kul bunları hazırlamaz. Kulun hakiki gıdasını teşkil eden bu vâhiydir. O sadece bununla hayata kavuşur ve Mevla ile temasa geçer. Kuvvet ve ihtişam bakımından bu kelamın eşi ve benzeri yoktur. Vahiy kelimeleri haddi hesabı olmayan irfan ve hikmet dolu hazineler taşır. Kul benzerini getiremez. O kazıldıkça ve derinliğine inildikçe değerli cevherlerini artırarak çıkaran bir maden ocağından dahi daha büyük bir hazinedir. Her maden ocağı bir gün tükenir. Ama bu kelamın hazineleri tükenmek bilmez. Vahiy, yüzeyi güzel kokulu ve içi paha biçilmez incilerle dolu bir denize benzer. Dışına göz gezdiren güzel kokudan faydalanır. Ama derinliğine inip ona dalmış olan ilim ve irfan incilerinden bol bol toplar. Vahiy kelamı çeşit çeşittir. Bazen şeriat emirlerinden ibaret olup bazen de sadece nasihat ve öğütler şeklinde olur. Bazen gayba dair, bazen ise manevî gerçeklere dair bilgi getirir. Bazen Allah’ın (c.c.) hoşnutluğunu bildirir, bazen ise hoşnutsuzluğundan haberdar eder. Bazen kuluna olan sevgisini bildirir. Bazen ise ihtar ve azarlayışıyla kula vazifelerini hatırlatır. Bazen yüce ahlakın ince sırlarından bahseder bazen ise gizli günahlar hakkında bilgi verir. Özet olarak, Allah’ın kullarıyla konuştuğuna iman ederiz. O’nun kelamı vahiy indirdiği kulların durumları, taşıdıkları şartlar ve mertebelere göre değişir. İndirilen kelam da dereceler bakımından çeşit çeşittir. Allah’ın bugüne dek indirdiği bütün vahiyler içinde hepsinden yüce ve faziletli olup en mükemmel ve en kapsamlı olanı Kuran-ı Kerim’dir. Kuran-ı Kerim’in insanoğluna sunduğu şeriat sonsuza dek kalacaktır. Gelecekte hiçbir vahiy onun geçerliliğini sona erdiremez.
6- İnancımıza göre, dünyayı karanlık istila ettiği, insanlar günah ve kötülüğe saplandığı ve Allah’ın (c.c.) yardımı olmaksızın şeytanın etkisinden kurtulması güçleştiği zaman, Allah (c.c.) sonsuz merhametinden ötürü salih ve ihlâs sahibi kulları arasından seçtiği kimselere dünyayı uyarma ve doğru yolu gösterme görevini yükler. Allah:
“Kendisine bir ikaz edici (uyarıcı) gönderilmemiş hiçbir millet yoktur” [2] buyurmaktadır. Allah dünyanın bütün milletlerine elçilerini göndermiştir. Bu elçiler daima insanoğlunun yardımına Hızır gibi yetişmişlerdir. Allah kendi isteğini onların aracılığıyla dünyaya gösterir. Onlardan yüz çevirenler helak olur. Ama onlara gönül verenler O’nun sevdiği kullardan olup her berekete nail olurlar. Nice rahmet kapıları onlara açılır. Dünya ve ahiret hayırlarının her türlüsü onlar için kaçınılmazdır.
Kur’an-ı Kerim’den anladığımıza göre, insanlığı günah karanlıklarından nura kavuşturan bu İlâhî elçilerin Allah indindeki makam ve mertebeleri bir birlerinden farklıdır. Onların en büyüğü Peygamber Efendimiz (sav) Hazreti Muhammed’dir. O Âdem neslinin efendisidir. Allah (c.c.) onu “bütün insanlığa gönderilmiş bir elçi[3]” diye nitelendirmiştir. Her açıdan mükemmel ilimleri Allah sadece Peygamber Efendimiz’e (sav) vahyetti. Yardımı ile onu mübarek ve mesut kıldı. Heybeti ve şevketiyle ona öylesine yardımcı oldu ki, dünyaya zorbalıkla hükmeden, en güçlü krallar dahi, adını duyduklarında heybetinden titrerlerdi. Onun için bütün yeryüzü bir mescit olarak nitelendirildi. Bir tek onun ümmeti yeryüzünün her karışında, tek olup ortağı olmayan Allah’a secde etti. Yeryüzüne haksızlık ve adaletsizlik yerine hak ve adalet, zulmün yerine merhamet hüküm sürmeye başladı. Ondan önceki peygamberler Peygamber Efendimiz’in (sav) zamanında yaşamış olsalardı ona itaat etmekten başka çareleri olmayacaktı. Kur’an-ı Kerim’de bu konuyla ilgili Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:
Hani Allah (kitap ehlinden) peygamberlere ait sağlam bir söz almıştı. “Size kitap ve hikmet verdikten sonra, eliniz de bulunan (kelamı) gerçekleştiren bir peygamber gelince ona mutlaka inanıp yardım edeceksiniz,” demişti.[4] Peygamber Efendimiz (sav) de “Musa ve İsa bugün hayatta olsalardı, bana inanmak ve uymak zorunda kalırlardı” [5] diye buyurmuştur.
7- Biz aynı zamanda inanırız ki: Allah (c.c.), dua edenin duasını kabul eder. Onları güçlüklerden kurtarır. O hayydır (diridir), insanoğlu O’nun diri olup hayatta oluşuna her devirde her an tanık olmuştur. O’nun örneği; bir kuyu kazarken kurduğumuz ve kuyu tamamlandıktan sonra artık ihtiyacımız kalmadığı için yıktığımız iskeleye benzemez. O öyle bir ışıktır ki, O’ndan başkası hep karınlıktır. O hayat kaynağıdır, O olmaksızın her tarafta sadece ölüm vardır. Bazı dinlerin iddia ettiği gibi, Allah’ın dünyayı yaratıp ondan sonra bir kenara çekildiği doğru değildir. O her an kullarıyla bir ilişki içindedir. Kulları O’na karşı alçak gönüllülük gösterdiklerinde, onlara teveccüh eder. Kulları O’nu unuttuklarında O Kendini onlara hatırlatır ve özel elçileri vasıtasıyla onlara şöyle seslenir: “(Ey Peygamber) Kullarım Benim hakkımda sana sorarlarsa, (sen de ki;) Ben onlara pek yakınım. Bana dua edenin duasını kabul ederim. (Bu dua edenler de) emirlerime boyun eğsinler ve Bana inansınlar ki, doğru yolu bulsunlar.” [6]
8- İmanımıza göre, zaman zaman Allah kendine özgü, özel Takdir-i İlahi’nin dünyaya hüküm sürmesini ister. Kâinatta olup bitenler yalnızca doğa kanunları denilen kanunlar tarafından idare edilmez. Bu kanunlardan başka özel kanunlar vardır ki, onlar vasıtasıyla Allah’ın kudreti ve şevketi tezahür eder. Bilgi eksikliği yüzünden birçok kimse işte bu özel kanunu reddetmektedir. Bu gibi kimseler tabiat kanunlarından başkasına inanmazlar. Tabiat kanunlarına doğa kanunları denilebilir. Fakat ilâhî kanunlar bir tek onlarla sınırlı değildir. O’nun özel Takdiri öyle kanunlardır ki, onlar vasıtasıyla Allah sevdiği seçkin kullarına yardım edip düşmanlarını yok eder. Böyle kanunlar olmasa, güçsüz ve çaresiz olan Musa (a.s.) zalim ve kudret sahibi Firavun’a galip gelebilir miydi? Tabiat kanunlarından başka kanun yoksa Peygamber Efendimiz (sav) kendisini ve tebliğini yok etmeye ant içmiş bir Arabistan’a karşı zafer kazanabilir miydi? Her çatışmada Allah Peygamberine (sav) yardım etti ve düşmanlarına galip gelmesini sağladı. Düşmanların her hücumu yenilgiyle sonuçlandı. Nihayet, on sene önce hayatını kurtarmak için terk etmek zorunda kaldığı Mekke’ye, on bin ashabı ile tekrar girdi. Tabiat kanunları bu gibi olayları izah edebilir mi? Böyle şeylere müsaade eder mi? Tabiat kanunları sadece kuvvetlinin zayıfa karşı başarısını, zayıfın ise kuvvetliye karşı başarısızlığını garanti eder.
9- Biz yine inanırız ki: ölüm insanlar için bütün varlığın sonu değildir. İnsan ölümden sonra yine yaşar ve ahirette amellerinin hesabını vermeye mecbur olur. İyi ameller işleyenler büyük mükâfatlara layık olurlar. Allah’ın buyruklarını çiğneyenler layık oldukları cezayı bulurlar. İnsanı bu hesaptan hiçbir şey kurtaramaz. İnsanlar ölümden sonra tekrar dirilip bu hesapla karşılaşacaklardır. Onlar yakılıp kül edilebilir ve külleri havaya savrulabilir. Kuşlar, hayvanlar veya kurtlar tarafından yenilip toza ve toz da başka bir şeye dönüşebilir. Fakat insan, ölümden sonra yine yaşayacak ve amellerinin hesabını vermek üzere yaratıcısının karşısına çıkacaktır. Allah’ın kudreti insanın ölümden sonra dirilmesini garanti ediyor. İnsan ruhunun ölümden sonra yaşaması için bedenin bozulmadan kalmasına lüzum yoktur. Allah, insanı, ruhunun veya varlığının en küçük zerresinden tekrar hayata döndürme kudretine sahiptir ve zaten böyle olacaktır. Beden kül olabilir, fakat külün hiçliğe dönüşüp kaybolması gerekmez. Keza beden içinde mesken tutan ruh da Allah’ın iradesi olmaksızın hiçliğe dönüşemez.
10- Biz inanırız ki: Allah sonsuz şefkat ve merhametinden ötürü, O’nu ve peygamberlerini inkâr edenleri affedene kadar, onlar cehennem denilen bir yerde kalacaklardır. Son derece şiddetli sıcak ve soğuk, o yerde verilecek olan cezalardır. Bundan hedeflediği cehennemin sakinlerine eziyet çektirmek değil, onları ıslah etmektir. Cehennemde, Allah’ın inkâr edicileri ve düşmanları günlerini, kötülükle geçirdikleri için pişmanlık duyarak, zamanlarını feryat ve figan içinde geçirecekler ve Allah’ın her şeyi kapsamakta olan rahmet ve merhameti kötülük yapanları ve onların yaptığı kötülükleri de kapsayıncaya kadar aynı durumda kalacaklardır. Ondan sonra, Peygamber Efendimiz’in (sav) bahsettiği şu İlâhi vaat yerine gelecektir: “Zaman geldiğinde cehennemde hiç kimse kalmayacak. Rüzgârlar esecek ve esen rüzgârlardan cehennemin kapı ve pencereleri takırdayacaktır.”[7]
11- Allah’a (c.c.), peygamberlerine, meleklerine ve kitaplarına iman ederek, O’ndan gelen öğretiyi kalben onaylayıp huşu ve huzur ile O’na secde edenlerin, zengin oldukları halde fukara gibi yaşayıp insanlığa hizmet etmek suretiyle rahat ve huzurlarını başkaları için feda edenlerin, ayrıca nefret, zulüm, tecavüz vs. her türlü taşkınlıklardan sakınarak iyilik örneği olanların cennete gideceklerine inanırız. Orada sükûnet, neşe ve sevinç hüküm sürecek, ızdıraptan eser bulunmayacaktır. Allah’ın rızası herkes tarafından kazanılmış olacak. Allah herkese cemalini gösterecek. Yaygın olan lütuf ve ihsanı herkesi kapsayacaktır. Allah o kadar yakın gelecek ve herkes O’nun huzurunu ve mevcudiyetini o derece hissedecek ki, herkes Allah’ı ve Allah’ın mükemmel sıfatlarını aksettiren birer ayna gibi olacaktır. Beşeriyete özgü olan bütün aşağılık arzular ortadan kalkacak, insanların arzuları Allah’ın arzularına benzeyecektir. Herkes ebedi hayata kavuşacak ve Yaratıcısının aksetmiş bir hayali olacaktır.
Bizim inandıklarımız işte bunlardır. Bir insana Müslüman denilebilmesi için ikrar ve tasdik edeceği daha başka inançlar varsa, onları bilmiyoruz. İslâm uleması daha başka bir inançtan bahsetmemiştir. Biz İslâmiyet’in bütün inançlarını tasdik eder ve bunları kendi inançlarımız sayarız.
[1] Nahl Suresi, a. 51
[2] Fatır Suresi, Ayet 25
[3] Seba Suresi, Ayet 29
[4] Al-i İmran Suresi, Ayet 82
[5] Tefsir İbn-I Kasir, s.246, c.2/Al-yavakit val Cevahir; s.22, c.2, Mısır, H.1321
[6] Bakara Suresi, Ayet 187
[7] Ebi Muhammed Al-hüseyin bin Masud; Maalem-üt Tenzil Fit Tesfis Vet Ta’vil ; c.3, s.243, Hud Suresi, Ayet 107