Onbirinci delil “Allah ve Peygamber sevgisi”

Vadedilen Mesih’inas bildirdiği gaybi haberlerin birkaçından bahsettikten sonra, şimdi de onun doğruluğunun onbirinci delilinden bahsedeceğiz.     Kuran-ı Kerim’de yer alan iki ayet-i kerimede Allahcc şöyle buyurmuştur:

وَالَّذٖينَ جَاهَدُوا فٖينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا

“Bizim için çaba harcayanları, elbette yollarımıza eriştireceğiz…[1]

قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُونٖى يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ

“De ki: (Ey insanlar,) Allah’ı seviyorsanız bana uyun, (o zaman) Allah (da) sizi sevecektir…[2]

Yukarıdaki ayetlerin ikisinden de anlaşılan, gerçek Allahcc sevgisinin kaynağı, Peygamberesav karşı duyulan muhabbettir. Peygambersav sevgisi neticesinde insan Allahcc ile mülaki olur ve onun mahbubu haline gelir. Kısacası, gönüllerinin Allahcc sevgisi ile doluluğu ve yollarının içtenlikle Peygamberesav itaat etmek olması, fertlerin doğruluğunun bir ölçüsüdür. Bu ölçüye göre de, Vadedilen Mesih’inas doğruluğu güneş gibi ortadadır.

Muhabbet öyle bir konudur ki, hakkında fazla bir şey yazılmasına pek gerek yoktur. Öteden beri her ülkenin şairleri bu konuyu şiirlerinde beyan etmişlerdir. Bütün dinler, imanın ve Allah ile mülaki olmanın temelinin, muhabbet olduğunu söyleye gelmişlerdir. Muhabbeti en mükemmel şekilde Kuran-ı Kerim açıklamıştır:

قُلْ اِنْ كَانَ اٰبَاؤُكُمْ وَاَبْنَاؤُكُمْ وَاِخْوَانُكُمْ وَاَزْوَاجُكُمْ وَعَشٖيرَتُكُمْ وَاَمْوَالٌ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَهَا اَحَبَّ اِلَيْكُمْ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِهٖ وَجِهَادٍ فٖى سَبٖيلِهٖ فَتَرَبَّصُوا حَتّٰى يَاْتِىَ اللّٰهُ بِاَمْرِهٖ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِى الْقَوْمَ الْفَاسِقٖينَ۞

“De ki: Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz ve (diğer) hısımlarınız, kazandığınız mallar, zarara uğramasından korktuğunuz ticaretleriniz ve hoşunuza giden evleriniz, Allah ile Peygamberinden ve O’nun yolunda cihat etmekten sizler için daha sevimli ise, Allah kendi hükmünü belli edinceye kadar bekleyin. Allah, itaat dışına çıkan bir topluluğa hidayet vermez.[3]

İnsanın sevdiğinin hatırına her şeyini feda etmesi, kamil muhabbetin alametidir. İnsan buna rıza göstermiyorsa, söyledikleri boş lakırdıdan başka bir şey değildir. Böylesi boş bir iddia ile onun bir şey elde etmesi de mümkün değildir. Herkes, Allahcc ve Peygamberinisav sevdiğini iddia edebilir. Kendini Müslüman olarak ilan eden herkes de, Allah’ıcc ve Peygamberinisav sevdiğini ileri sürer. Ancak incelenmesi gereken, iddiasının, yaptıkları, ruhu ve bedeni üzerindeki etkisidir. Birçok insan, tepeden tırnağa Peygambersav sevgisini taşıdığı iddiasında bulunur, onu öven kasideler ve manzumeler okurlar, hatta bunları kendileri de yazarlar. Ancak Peygamberesav uymak konusuna gelince, onun söylediklerine hiç kulak asmazlar. Allahcc sevgisi taşıdıkları iddiasında bulundukları halde, onunla mülaki olmak için de hiç çaba sarf etmezler. Tecrübemize göre, bir insanın sevdiği geldiğinde, o tüm işlerini bırakarak kendisi ile ilgilenir. Dostları ile görüştüğünde ise çok sevinir. Devlet yetkililerinin huzurunda bir şerefe nail olunca,  sevinçle kendisini tutamaz. Bunların tamamı her gün yaşadığımız olaylardır. Ancak aksine, insanlar Allahcc sevgisi taşıdıkları iddiasında oldukları halde, hiç namaz eda etmezler yahut da ara sıra kılarlar. Namazı aralıksız kılanlara gelince, onların acele ile ne zaman secdeye varıp, ne zaman oradan kalktıklarını anlamak pek mümkün olmaz. Tavuğun toprağı gagalaması gibi, onlar secdeye varıp dururlar. Onların namazları huşudan yoksundur. Allahcc orucun mükafatının, bizzat Kendisi olduğunu açıklamaktadır. İnsanlar Allahcc sevgisine sahip oldukları iddiasında bulunsalar da, onun elini tutmaya yanaşmazlar ve O’na yakın olmak için hiç çaba göstermezler. Zahirde Allahcc sevgisini taşıdıklarını söyledikleri halde, onlar kul hakkını çiğnemekten geri kalmazlar, yalan söyleyip, iftirada bulunurlar, arkalarından insanları çekiştirirler. Onlar, Kuran-ı hiç okumazlar ve onu incelemeye de yanaşmazlar. Hiç kimse sevgilisinden gelen mektuba, onların Kuran’a davrandıkları gibi, davranır mı? Acaba insan, sevgilisinin mektubunu hiç okumadan bir tarafa atar mı? Yahut da onu okuduğu halde anlamazlıktan gelir mi? Kısacası muhabbet iddiası ile gerçek muhabbet farklı şeylerdir. Amel ve fedakarlık muhabbetin ayrılmaz parçalarıdır. Zamanımızda muhabbetin bu gerçek şekli ise, sadece Vadedilen Mesihas ve ona tabi olanlar arasında görülmektedir.

Vadedilen Mesih’inas yaşamı incelendiğinde, onun çocukluğundan beri Allahcc ve Peygambersav sevgisi ile dopdolu olduğu görülür.  Onun damarlarında bu sevgi akmaktaydı. O, ilk günden beri şeriat emirlerine uyar, insanlardan uzak bir köşede zamanını zikir ve ibadet ile geçirirdi. İlk tahsilini tamamladığında, babası onu bir işe yerleştirmek istedi. Ancak o, babasının ısrarına rağmen buna yanaşmadı ve Allah yolunu dünyaya tercih etti. Saygın ve asil bir aileye mensuptu ve isteseydi, ağabeyi gibi dünyada iyi bir mevki edinebilirdi. Oysa o, bundan daima kaçındı. Bu, onun tembel olduğu ve çalışmaktan hoşlanmadığı anlamını taşımıyordu. Nitekim sonraki yaşamı, onun gibi çalışkan bir kimsenin dünyada zor bulunduğunu göstermiştir. Kadiyan yakınlarında yaşayan ve nesiller boyu Vadedilen Mesih’inas ailesi ile iyi ilişkilere sahip bir Sih bulunuyordu. Din ihtilafına rağmen o, gözleri yaş içinde şunları anlatırdı. Bir keresinde babası Sihi Mirza Gulam Ahmed’eas yolladı ve dedi ki; Oğlum Gulam Ahmed’e git ve rüsumat memurluğuna tayini için birkaç büyük zatın huzuruna çıkmaya kendisini razı et. Sihin anlattıklarına göre o, tenha bir bölmede oturmuş kitap okuyordu. Sih kendisine, babasının onu iyi bir mevkiye yerleştirmek istediğini söyledi ve babası ile birlikte onun büyük zatların huzuruna gitmesi konusunda, kendisini ikna etmeye çalıştı. Bunun üzerine o, babamın huzuruna git ve saygın bir şekilde benim tarafımdan ona şunları söyle; Ben olacağım yere, zaten memur olmuşum. Bu sebeple o beni kendi halime bıraksa, daha iyi olur.

O günlerde, Vadedilen Mesihas Kuran-ı Kerim’i incelemek, hadis-i şerifler okumak ya da Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin Mesnevisini mütalaa etmekle meşguldü. Birkaç yetim ve düşkün kimi zaman ona gelirlerdi ve o yemeğini onlar arasında dağıtırdı. Bazen tamamen aç kalır, bazen ise sadece kavrulmuş nohut ile idare ederdi. O denli dünyadan uzaktı ki, kimi günler ağabeyinin hanımı ona yemek göndermeği bile unuturdu.

Bir defasında o, babamın gözü önünden uzaklaşırsam, belki beni dünya işleri ile meşgul etme fikrinden vazgeçer düşüncesi ile Kadiyan’dan ayrılıp Sialkot’a gitti. Orada geçici olarak geçimini sağlamak üzere bir işe girmeye mecbur kaldı. Ancak bu iş de onun ibadetine engel teşkil edemedi. Çünkü işe girmekteki gayesi, dünyevi bir mevki sahibi olmak değil, sadece kendisini başkalarına muhtaç olmaktan korumaktı. Burada ilk kez o, İslam’ın büyük bir tehlike altında olduğunu ve diğer dinlerin onu yutma niyeti taşıdıklarının farkına vardı. Sialkot, papazların büyük bir merkezi idi. Onlar her gün çarşı ve caddelerde Hıristiyanlık propagandası yaparlardı ve İslam hakkında insanların içlerine kurt düşürmek için çabalarlardı. Hiç kimsenin papazlara karşılık vermemesi, Hz.Mirza Gulam Ahmed’ias hayret içinde bırakıyordu. O devirde Müslümanlar, İngiliz hâkimiyetinden dolayı devlet Hıristiyanların elinde olduğundan, papazlara bir şeyler söylemekten özellikle kaçınıyorlardı. Böyle bir durum, kendilerine zarar verebilirdi. Birkaç istisna hariç, Müslüman âlimler korktukları için papazların itirazlarına cevap vermezlerdi. Karşılık vermeye çalışanlara gelince, onlar da Hıristiyanların karşısında yenilgiye uğramaktaydılar. Bu insanlar Kuran ilminden yoksun idiler. Müslümanların bu çaresiz durumunu gören Hz.Mirza Gulam Ahmedas, açıkça papazların karşısına çıkmaya karar verdi. Böylelikle onlarla tartışmalar ve münazaralar yaşanmaya başladı. Ardından o, bunun kapılarını Aryalar ve diğer dinlerin mensupları için daha da açtı. Bir müddet sonra, babası onu Kadiyan’a geri çağırdı ve onun bir kere işe girmiş olduğunu düşünerek, bir yerde memur olarak çalışması için tekrar çaba gösterdi. Buna karşılık, Hz.Mirza Gulam Ahmedas ondan özür diledi. Ancak babasının çeşitli dünyevi sıkıntılar içerisinde olduğunu gördüğü için, onun isteği üzerine, ona vekâleten mahkemelerde görülen davalara katılma sorumluluğunu üstlendi. Bu davalar esnasında, onun kendini ne kadar Allah’acc vermiş olduğu daha da aşikâr bir şekilde kendini gösterdi. Bir keresinde, yine bir dava için mahkemeye gittiğinde, mahkeme başlamadı ve namaz vakti geldi. İnsanlar kendisini men ettikleri halde, o namazını eda etmeye gitti. O gider gitmez mahkeme başladı ve duruşmaya davet edildi. Ancak o, namazını bitirmeden geri dönmedi. Geri döndüğünde mahkemeye çıktı ve kurallar gereği mahkemenin onun aleyhinde karar vermesi gerekirken, Allahcc onun bu tutumundan hoşlandığı için, hâkimin kalbini etkiledi ve onun Hz.Mirza Gulam Ahmed’inas bulunmayışını dikkate almadan babası lehine karar vermesini sağladı. Onun çocukluk arkadaşlarından bir tanesi Lahor’da memurdu ve şunları anlatmıştı. Hz.Mirza Gulam Ahmedas önemli bir davadan dolayı Lahor’a gelmişti. Dava Yüksek Mahkemede görülmekteydi. Mahkeme aleyhte karar verirse, babası ve bunun bir sonucu olarak kendisi büyük zarara uğrayacaklardı. Çocukluk arkadaşının anlattığına göre, mahkeme sonuçlandığında Hz.Mirza Gulam Ahmedas çok sevinçli idi. Arkadaşı davayı kazandığını düşünüp, onu tebrik edince, o mahkemeyi kaybettiğini anlattı ve sevincinin sebebini ise, bir müddet yalnızlık içinde Allah’ıncc zikri ile meşgul olacağı şeklinde belirtti.

O bu tür olaylardan sıkılınca, babasına bir mektup yazıp, bu tür sorumluluklardan azlini rica etti. Mektubunu burada aynen nakledeceğiz. Bundan, ilk günden beri onun dünyaya bağlılıktan ne denli nefret ettiği anlaşılmaktadır. O, bütün vaktini Allah’acc vermek istiyordu. Hz.Mirza Gulam Ahmedas zamanın âdeti gereğince mektubunu Farsça kaleme almıştı:

Babam Efendim,

Selam ve hürmetlerimi sunduktan sonra, bir iki maruzatta bulunmak isterim.

Her yıl bütün memleketlerin ve beldelerin üstüne çöken veba ve sair felaketler yüzünden, dostun dosttan, akrabanın akrabadan ayrıldığına, gözlerimle görüp, şahit olmaktayım. Hiç bir yıl geçmiyor ki, böyle elim hadiseler ve facialarla kıyameti andıran feryatlar ve karışıklıklar kopmasın. Bütün bunları göz önünde tutup, gönlüm dünyadan soğudu ve yüzüm korkudan sarardı. Çoğu kez Şeyh Muslihuddin Sadi Şirazi’nin şu beytini hatırlıyor ve gözyaşı döküyorum:

Fani olan ömre güvenme,

Zamanın hilesinden kendini emniyette sanma.

Ferruh’un[4] divanından aldığım şu iki mısra ise, kalbimin yarasına adeta tuz serpmektedir.

Bu alçak dünyaya gönül bağlama,

Ecel vakti aniden çıkacaktır karşına.

Bu sebeple, ömrümün geri kalan kısmını inzivada geçirmek, insanlarla sohbetten uzak durmak, Allah’a ibadetle meşgul olmak ve bu suretle eski ihmallerin kefaretini ödeyip, muhtemel belalara karşı da korunmak arzusundayım.

Ömür yolculuğu erdi sona, kalmadı birkaç adımdan başka,

Onun için en iyisi, Birinin zikri ile birkaç gece uyanık kal ayakta.

Bu dünyanın sağlam temelleri bulunmamakta ve dünya hayatına güven de zaten yok. Nitekim akıl sahibi olan, ancak başkasının afetinden ders alandır. Vesselam.”

Babası vefat edince, o bütün işlerden elini çekti ve zamanını dini incelemek, oruç tutmak ve geceleri ibadet etmekle geçirmeye başladı. Gazeteler ve dergiler yoluyla da, İslam düşmanlarının saldırılarına cevap vermekteydi. İnsanların tek bir kuruş için birbirlerini boğazladıkları bir dönemde o,  bütün mallarını ağabeyine devretti. Yemeği ona ağabeyinin evinden gelirdi ve ağabeyi uygun gördüğünde ona kıyafet de diktirirdi. O, ne aile mallarındaki hissesinin gelirini alır, ne de o mallarla ilgilenirdi. İnsanlara namaz ve oruç için telkinde bulunurdu, İslam tebliği ile meşgul olurdu, fakir ve düşkünlerin de sorunları ile ilgilenirdi. O zamanlar elinde, ağabeyinin evinden gelen yemek dışında hiçbir şey bulunmazdı ve bunu da fakirler arasında paylaştırırdı. O, çoğu zaman birkaç lokma ile idare ederdi. Kimi zamanlar ise bu durumdan dolayı, gününü aç kalarak geçirdiği de olurdu. Onun bu hali, mal varlığının az oluşundan değildi. Aksine o, bütün bir köye ağabeyi ile müştereken sahipti ve gayrimenkul gelirleri de bulunmaktaydı.

Bu sıralarda İslam’ın zayıf durumu onu etkilediği için, o tevazu ve ızdırap içinde Allah’acc duada bulunmaya başladı. Bu dualar sonucu Allahcc tarafından kendisine gelen bir işaret üzerine, o Berahin-i Ahmediye adlı eseri kaleme aldı. O, bu eserde İslam’ın gerçekliğini ortaya koyan üç yüz delil sayacağını ilan etti. Bu eser, Allah’ıncc varlığını ispatlamak, Peygamber Efendimizsav ve İslam karşıtı itirazları da reddetmek üzere keskin bir darbe etkisi göstermiştir. Kitap tamamlanamadığı halde, hem dost, hem de düşmandan büyük takdir toplamayı başardı. Büyük âlimler, geçen bin üç yüz sene içerisinde bu eserin bir benzerinin yazılmadığını söylediler. İslam’ın aydın çağının büyük yazarları göz önünde bulundurulacak olurlarsa, Berahin-i Ahmediye hakkında yazılanlar, kendi zatında başka bir açıklamaya muhtaç değildir. Bunun haricinde yayınlanan gazete ve dergilerde de, o İslam’ın azameti ve gerçeğini ortaya koymaktaydı, keza İslam muhaliflerinin saldırılarını da cevaplardı. Bundan dolayı bütün dinler kendisine düşman kesilmişlerdi. Ancak o, bunları asla umursamadı.

O devirde, bir taraftan Hıristiyanlar Peygamber Efendimiz’esav küfrederlerken, diğer taraftan ise Aryalar dillerini İslam’a uzatmaktan geri kalmamaktaydılar. Hindistan’ın İslam âlimleri ise, ancak birbirleri aleyhinde fetvalar yayınlamakla meşguldüler. İslam yok olma tehdidi ile karşı karşıya idi, ama İslam uleması, namazda elini kulak hizasına kadar kaldırıp kaldırmamak, ellerini göbekte mi yoksa yukarıda mı bağlamak, açıktan mı yoksa içten mi “Âmin” demek gibi meselelerle vakit geçirmekteydiler. O zamanlar, yalnızca Hz.Mirza Gulam Ahmedas İslam düşmanlarına karşı göğüs gerip, Müslümanlar arasında salih amellerin yerleşmesi için çaba sarf etmekteydi. O, Hanefilerin fetvası mı, yoksa Ehli Hadisinki mi doğru diye, tartışmalara girmezdi. Aksine o, her fırkadan doğru kabul ettikleri öğretileri hayata geçirmelerini istemekteydi. O, Müslümanların dinsizliği ve tembelliği terk edip, Allah’ıncc emirlerine tabi olmalarını arzu ediyordu.  Hz.Mirza Gulam Ahmedas Arya Samacın kurucusu Pundit Dayanand yanında Lekh Ram, Jivan Das, Murli Dhar ve Inder Mun ile de mücadele etti. O, bunların tamamı ile aleni münakaşalara girişti ve onlar İslam’a saldırmaktan vazgeçinceye kadar veya helak oluncaya kadar peşlerini bırakmadı. Benzer şekilde o, dilleri fuhuş konuşan Hıristiyan propagandacıları ile de mücadele etti. O, kimi zaman Fatih Mesih ile kimi zaman ise Ethem ile bazen Martin Clarke, bazense Hovell ile ayrıca Talib Mesih ile de karşı karşıya geldi. O bununla da yetinmeyip, yazdığı bildirilerini İngilizceye çevirtiyor, binlerce nüsha bastırıp, Avrupa ve Amerika’da dağıttırıyordu. Birisinin İslam ile ilgilendiğini duyar duymaz, onunla mektuplaşır ve onu İslam’a davet ederdi. Nitekim Amerika’nın eski Müslümanlarından Alexander Russell Webb, onun sayesinde iman etmişti. Bu kimse son derece saygın birisiydi ve bir zamanlar elçi sıfatı ile ABD’ye hizmetlerde bulunmuştu. Vadedilen Mesihas, onun İslam ile ilgilendiğini duyunca, kendisi ile mektuplaştı ve bunun neticesinde temiz fıtratlı bu adam, İslam’ı kabul edip, görevinden de ayrıldı. Kısacası Allah-u Teâlâ’nın tevhidinin yayılması ve Peygamber Efendimizinsav doğruluğunun ispatlanması, onun hayatının yegâne gayesi idi. O, bir an için dahi bu hedeften gafil olmazdı. Daha sonra o, İlahi memuriyet iddiasında bulunduğunda, onun bu işi daha da genişledi. Onun mücadeleye girişmediği hiçbir İslam düşmanı yoktu. Ne zaman birisi İslam’a taarruzda bulundu ise, o ona hemen karşılık verdi. Amerikalı sahtekâr peygamber Dowie’den daha önce bahsetmiştik. Onun İslam’a olan düşmanlığını duyduğunda, okyanuslar ötesinden kendisi ile mücadele etti. Aynı şekilde Piggott da,  İngiltere’de sahte peygamberlik iddiasında bulunmuştu. Vadedilen Mesihas, ona da meydan okudu. İslam düşmanı dünyanın neresinde olursa olsun, o onu yakaladı ve bu yaramazlığını terk edene dek de onun peşini bırakmadı. O, yetmiş dört senelik ömründe, sürekli İslam’ın hizmeti ile meşgul oldu. Bazen aylar boyu yazar dururdu ve kimse onun uyuyup uyumadığını bile bilemezdi. O, Allahcc ve Peygamberinisav öylesine severdi ki, İslam’ın işini kendi işi gibi önemserdi. İslam’a hizmet eden herhangi birisini bulduğunda da çok minnettar kalırdı. Bazen gecenin büyük bir kısmını ayakta işle meşgul olarak geçirirdi. Eğer bir kimse, matbaa provalarını karşılaştırmak veya düzeltmek için bir kaç gün kendisine yardım edecek olsa ve bazı geceler de çalışmak zorunda kalsa, Vadedilen Mesihas ona, sanki şahsi hizmetinde bulunmuş gibi teşekkür ederdi. Hastalık ve zaaflarına rağmen o, seksenden fazla eseri kaleme aldı, İslam’ın tebliği için yüzlerce bildiri yazdı ve yüzlerce konuşma yaparak, insanları her gün İslam’ın güzelliklerinden haberdar etti. Kendini bu işe o kadar adamıştı ki, bazen doktorlar dinlenmesini istediklerinde, Vadedilen Mesihas onlara cevaben, İslam’ın yayılışı ve muhaliflerinin yenilgiye uğratılmaları benim istirahatımdır, derdi. O, vefat ettiği güne kadar hep İslam’ın hizmeti ile meşgul oldu. Hatta vefat ettiği sabahın öncesi akşamda,  Hinduları İslam’a davet etmek üzere bir kitap yazmakla uğraşıyordu. Bunların tamamından, Allah’ıncc celalinin ortaya çıkması ve Peygamberininsav doğruluğunun ispatlanması için onun taşıdığı ihlâsı ve içindeki ızdırabı anlamak mümkündür.

Yukarıda da yazıldığı gibi, sadece muhabbet iddiası, sevginin delili ve gerçek ölçüsü değildir. Bunun ötesinde, o kimsenin her ameli ve hareketi, gönlünde taşıdığı duygularını açıkça yansıtıp, ispatlamalıdır. Gerçek aşığın taşıdığı duygular, onun olağanüstü hizmetlerinden daha da üstün olduğu için ve onun takvasının da bir sonucu olarak, durumu diğerlerinin de kalplerine ulaşıp, onları etkiler. Burada sözü fazla uzatmadan, Vadedilen Mesih’inas Farsça iki nazımını aktaracağız. Bunlardan birisi Allahcc sevgisi, diğeri ise Peygambersav sevgisi üzerinedir.

Ey bana ihsan eden dostum, canım sana feda olsun.

Sen benden ne esirgedin ki, ben Senden esirgeyeyim?

Gaybdan ben ne dilediysem, O her murat ve arzumu verdi.

Lütuf gösterip, evime teşrif ettin.

Ben aşk ve vefadan bihaberken,

Sinemi sevginin hazinesi ile doldurdun.

Bu kara toprağı, elinle Sen iksire çevirdin.

Ancak Senin güzelliğin benim hoşuma gitti,

Züht ve takva değil gönlümü parlatan,

Aksine Lütfun ve İnayetindir beni ışıldatan.

Ben, üzerine yüzlerce ihsanın yağdığı bir avuç toprağım.

Can ile tendir sonsuz Lütfunun minneti altında kalan.

Ey benim sığınağım ve barınağım, eğer rızanı elde edersem,

İki cihandan da vazgeçmek kolaydır bana.

Senin güzelliğinin hayali ile bir gül bahçesindeyim her an,

Bahar faslı ve gül mevsimi ne gerek bana?

Ben himayesine mazhar olduğum Rabbimden terbiye aldım,

İhtiyaç var mı öğretmen olarak, O’ndan başkasına?

Daimi lütfu bana o denli yaklaştı ki,

Dostumun sesi, her taraftan başladı duyulmaya.

Ey Rabbim, attığım her adımı sebatlı kıl,

Ve Sana olan ahdimi bozacağım günü, hiç gösterme bana.

Senin dar sokaklarında âşıkların başları eğer kesilecek olursa,

Aşkını ilan edenlerin ilki, ben olacağım mutlaka.[5]

Muhammed’insav canında harikulade bir nur var,

Muhammed’insav madeninde nadir ve değerli bir taş var.

Muhammed’insav âşıkları arasına giren bir gönül,

Karanlıktan kurtulup aydınlık bulur.

Muhammed’insav sofrasından yüz çevirdiklerinde

Pintilerin kalpleri insanda hayret uyandırır.

İki âlemde de Muhammedsav gibi şevket ve şana,

Sahip hiç kimseyi tanımam.

Muhammed’esav karşı kin besleyen bir sine karşısında,

Allah yüz kere bizar olur.

Muhammed’insav düşmanlarına katılan alçak böceği,

Allah ateşte yakar.

Nefsin mestliğinden kurtulmak için,

Gelip, Muhammed’esav mest ve hayran olanlara katıl.

Allah’tan seni methetmesini istiyorsan,

Sen de Muhammed’isav methedenlerden ol.

Muhammed’insav doğruluğuna delil istiyorsan, o halde Muhammed’esav âşık ol.

Çünkü Muhammed’insav delili, Muhammed’insav kendisidir.

Ahmed’insav ayağının tozuna feda olsun başım,

Muhammedsav uğrunda kurban olmaya her an amadedir canım.

Muhammed’insav saçlarına andolsun ki,

Onun nurlu çehresine ben feda oldum.

Eğer bu yolda ölür veya yakılırsam,

Yine de Muhammed’insav dergâhını terk etmem.

Din meselelerinde dünyadan yok korkum,

Çünkü Muhammed’insav imanının rengi ile renklendim.

Muhammed’insav güzelliği ve ihsanını anıp,

Dünyadan vazgeçmek çok kolay bir durum.

Varlığımın her zerresi onun yolunda feda oldu,

Çünkü Muhammed’insav gizli güzelliğini seyrettim.

Ben Muhammed’insav mektebinde okudum,

Başka bir öğretmenin adını ise hiç bilmem.

Muhammed’insav güzelliğinin maktuluyum,

Başka sevgililer umurumda değil benim.

Ben Muhammed’insav bahçesinden başka bir şey istemem,

Çünkü ben yalnızca onun bakışlarına muhtacım.

Benim yaralı gönlümü bende arama,

Onu ben, Muhammed’insav eteğine bağladım.

Ben Muhammed’insav bahçesinde yuvalanmış,

Hoş nağmeli kuşlardan biriyim.

Canımı aşkınla nurlandırdın,

Ey Muhammed’insav canı! Sana feda olsun canım.

Ben bu yolda yüz canımı versem de kıymeti olmaz,

Çünkü bu, Muhammed’insav şanına uygun değildir.

O delikanlı, öyle heybetlidir ki,

Kimseler Muhammed’insav karşısında meydanlara çıkamaz.

Ey yolunu şaşırmış akılsız düşman,

Dikkatli ol! Muhammed’insav keskin kılıcından kork!

Sen, insanların kaybettiği Allah yolunu,

Âl-i Muhammedsav ve yardımcılarında bul.

Ey Muhammed’insav şanını inkâr eden

Ve onun ışıldayan nurunu reddeden kimse! Dikkatli ol!

Keramet adsız ve alâmetsiz kaldıysa,

Sen gel ve onu Muhammed’insav kölelerinde bul.[6]

Dikkat buyurunuz ki, çocukluğundan vefatına dek hayatının her anını Allah’ıcc anmak, O’nun celalini ortaya koymak, O’nun kelamını yaymak, keza Peygambersav sevgisi, dinine itaat ve onun getirdiği şeriatı canlandırmak uğrunda harcayan bir kimse, hem Müslümanları hem de gayrimüslimleri Allahcc ve Peygamberinsav şereflerini korumak uğruna kendine düşman yapmak pahasına, her zerresini İslam hizmetinde feda ettiyse, nasıl sapkın, dalalet ehli, fesatçı ve deccal olabilir? Eğer bu ameller fesat, aşk küfür ve Peygambersav sevgisi dalalet ise, o zaman şairin dediğine kulak vermemiz gerekir:

Yani, Allahcc bu sapıklığın tamamını bana nasip eylesin ve bütün dünyanın bu çeşit kâfirliğini bana da bağışlasın.

Allahcc, Kuran, Peygamber Efendimizsav ve aklıselim şahittir ki, böyle bir kimse kesinlikle sapkın ve yalancı olamaz. Allahcc ve Resulünesav bu denli âşık olan, onlara itaat ve şeriat emirlerine uymak üzere böylesine çaba gösteren, onların uğruna evvelin ve ahirin arasında en çok gayretli olan bir kimse, eğer yalancı ve deccal ise, o zaman bu dünya perdesinde hidayete kavuşan hiç kimse olmamıştır ve olmayacaktır.


[1] Ankebut suresi, ayet 70

[2] Al-i İmran suresi, ayet 32

[3] Tövbe suresi, ayet 24

[4] Vadedilen Mesihas bir zamanlar yazdığı şiirlerinde Ferruh adını kullanırdı.

[5] Ruhani Hazain, c.5, s.658, Ayna-yı Kemalat-ı İslam

[6] Ruhani Hazain, c.5, s. 649, Ayna-yı Kemalat-i İslam

Önceki

Onuncu delil “Gaybi haberler”

Sonraki

Onikinci delil “İhya gücü”