Tebuk Seferi - Müslüman Ahmediye Cemaati

Tebuk Seferi

Şayiaların ardı arası kesilmeyince, Hz. Resulüllah (S.A.V.) Suriye’ye karşı bizzat kendi kumandası altında bir İslâm ordusu sevketmeyi düşündü. Fakat Arabistan çetin günler yaşıyordu. Memlekette kıtlık baş göstermişti. Bir yıl evvel mahsul alınmamıştı. Yeteri kadar tahıl ve meyve yoktu. Yeni hasat mevsimi de henüz gelmemişti. Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın bu sefer için yola çıkması, Eylülün sonuna veya Ekimin başına rastlamıştı. Münafıklar, şayiaların kendileri tarafından uydurulmuş olduğunu biliyorlardı. Planlarının, Suriyeliler Müslümanlara saldırmadığı takdirde Müslümanları Suriyelilere saldırtmak olduğunu da biliyorlardı. Her iki halde de, büyük Bizans İmparatorluğu ile bir çatışma Müslümanların mahvolmasına yol açacaktı. Muta misali gözlerinin önünde idi. Muta’da Müslümanlar öyle muazzam bir ordu ile karşılaşmışlardı ki, çok güçlükle geri çekilebilmişlerdi. Münafıklar, Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın hayatına mâl olacak ikinci bir Muta yaratabileceklerini umuyorlardı. Hem Suriyelilerin Müslümanlara hücum edeceğine dair şayialar yayıyorlar, hem de Müslümanların kalplerine korku düşürmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Suriyelilerin çıkarabileceği büyük ordular karşısında Müslümanların dayanmasına imkân olmadığını söyleyerek, Müslümanları Suriye’ye karşı girişilecek bir mücadeleye katılmamaya teşvik ediyorlardı. Bir taraftan Müslümanları Suriye’ye karşı hücuma kışkırtmak, diğer taraftan da Müslümanların harbe çok sayıda askerle iştirakini önlemeye çalışmak, onların planı idi. Müslümanların Suriye ile harbetmesini ve fakat muhakkak surette mağlup olmasını istiyorlardı.

Hz. Resulüllah (S.A.V.) bu yeni seferi bizzat idare etmek niyetinde olduğunu açıklayınca, Müslümanlar arasında büyük şevk ve heyecan uyandı. Din uğrunda her fedakârlığa katlanmak üzere Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın davetini bir birleriyle yarışırcasına hızlı bir şekilde kabul ettiler. Müslümanlar böyle büyük ölçüde bir harp için iyi teçhiz edilmiş değillerdi. Hazine boştu. Ancak nispeten hâli vakti yerinde olan Müslümanlar harbin gerektirdiği masrafa katlanabilecek güçte idiler. Lâkin, Müslümanlar din uğrunda her türlü fedakârlığa katlanmak için birbirleriyle yarış etmişlerdi. Rivayete göre, sefer hazırlıkları başladığında Hz. Osman (R.A.) servetinin takriben bin altın dinara baliğ olan mühim bir kısmını hibe etmişti. Öteki Müslümanlar da malî güçleri ölçüsünde bağışta bulunmuşlardı. Fakir Müslümanlara da binek hayvanı, kılıç ve mızrak verilmişti. Müslümanlar arasında büyük bir şevk ve heyecan hüküm sürüyordu. O sıralarda, Medine’de Yemen’den göç etmiş Müslümanlar da vardı. Bunlar çok fakirdiler. İçlerinden bir kısmı Hz. Resulüllah (S.A.V.)’a gidip sefere katılmak isteğini belirttiler ve “Ya Resul Allah! Bizi de beraber götür. Sefer için gerekli olan vasıtalardan başka bir şey istemeyiz” dediler. Kur’an-ı Kerim’de, bu Yemenli Müslümanlardan ve Peygamber nezdinde yaptıkları teşebbüsten şu şekilde bahsediliyor:

Kendilerine binek hayvanı ve malzemesi tedarik edesin diye sana gelen ve ‘Sizi bindirecek hayvan bulamam’ dediğin vakit, bu maksatla harcayacak paraları bulunmadığı için, yaşlı gözlerle üzülerek geri dönen kimseleri ayıplamaya sebep yoktur (9:93).

Yani imkândan mahrum ve âciz olan ve kendilerine muharebe meydanına kadar taşıyacak bir vasıta tedarik etmesi için Hz. Resulüllah (S.A.V.)’a başvurdukları halde bu imkân ve vasıtaya kavuşamayan kimseleri ayıplamamak lazımdır. Hz. Resulüllah (S.A.V.) nakil vasıtası tedarik edememişti ve onlar fakirliklerinden ötürü hayal kırıklığı içinde Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın yanından ayrılmışlar ve Müslümanlarla Suriyeliler arasındaki harbe katılamamışlardı. Bunların lideri Ebu Musa idi. Hz. Resulüllah (S.A.V.)’tan ne istediği kendisine sorulunca “Deve veya at istemedik. Sadece, ayakkabımız olmadığını ve uzun sefer yolculuğunu yalın ayak yapamayacağımızı anlattık. Ayakkabımız olsaydı, yaya olarak gider ve Müslüman kardeşlerimizle birlikte harbe iştirak ederdik” diye cevap verdi. Bu ordu Suriye gibi Arabistan dışındaki bir yere gideceğinden ve Müslümanlar Muta’da başlarına geleni henüz unutmadıklarından, her Müslüman Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın şahsi emniyet ve selâmeti için endişe duyuyordu. Medineli kadınlar kendilerine düşen vazifeyi yapmışlar, kocalarını ve evlâtlarını harbe iştirake teşvik etmişlerdi. Sahabelerden biri Tebuk seferine katılmak için Medine’den çıkmış fakat kendisinden çok evvel yürüyüşe geçen Resulüllah komutasındaki orduya yetişemeyeceğini anlayınca geri dönmüştü. Bu sahabe evine geldi ve karısının, uzun zaman kocasından ayrı kalmış bir kadının sevgi ve heyecanıyla, kendisini karşılayacağını sandı. Karısı evin avlusunda oturuyordu. Onu kucaklamak ve öpmek için yanına vardığında, kadın kocasını eliyle geri itti. Hayret içinde kalan adam “İnsan uzun bir ayrılıktan sonra eve gelen kocasına böyle mi muamele eder?” dedi.

Kadın şöyle cevap verdi: “Allah’ın Resulü tehlikeli bir sefere çıkıyor; sen ise karına arzı muhabbet ediyorsun. Bundan utanmıyor musun? Birinci vazifen cenge gitmektir. Başka şeyleri sonra düşünürsün.” Rivayete göre, bu sahabe derhal hayvanının kayışını bağlayıp evinden çıktı ve ardından dört nala sürmeye başladı. Üç günlük yolculuktan sonra İslâm ordusuna yetişti. Müşrikler ve münafıklar belki de Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın kendileri tarafından uydurulup etrafa yayılan şayialara kanacağını ve hiç düşünmeden Suriye ordusuna saldıracağını ümit etmişlerdi. Halbuki Hz. Resulüllah (S.A.V.) ümmetinin müstakbel nesillerine kıyamete kadar örnek olmak düşüncesiyle hareket ediyordu ve müşriklerle, münafıklar bunu akıllarından geçirmemişlerdi. Hz. Resulüllah (S.A.V.) Suriye’ye yaklaşınca ordunun ileri hareketini durdurdu ve düşmanın durumunu öğrenmek için her tarafa keşif kolları ve gözcüler yolladı. Bunlar geri geldiler ve hiçbir tarafta Suriye ordusunun tahşidatına rastlamadıklarını haber verdiler. Bunun üzerine, Hz. Resulüllah (S.A.V.) geri dönmeye karar verdi. Lâkin huduttaki bazı kabilelerle anlaşmalar imzalamak için birkaç gün bekledi. Silahlı bir çatışmanın vuku bu sefer takriben iki buçuk ay sürmüştü. Medineli münafıklar, Müslümanlarla Suriyeliler arasında bir harp çıkarmak için çevirdikleri entrikanın başarısız kaldığını ve Resulüllah (S.A.V.) sağ salim dönmekte olduğunu anlayınca, artık yalanlarının meydana çıkacağından ve hak ettikleri cezaya çarptırılacaklarından korkmaya başladılar. Fakat sinsi planlarından da vazgeçmediler. Bir takım adamları silahlandırıp Medine civarındaki dar bir boğazın iki tarafında mevziye yerleştirdiler. Boğaz o kadar dardı ki; asker oradan ancak tek sıra halinde geçebilirdi. Hz. Resulüllah (S.A.V.) İslâm ordusuyla bu mevkiye yaklaşınca, iki yanlarda pusuya yatmış düşman bulunduğu kendisine vahiy vasıtasıyla bildirildi. Hz. Resulüllah (S.A.V.) sahabelerini keşfe gönderdi. Keşfe gidenler, bu dar boğaza ulaştıkları vakit, hücuma hazır adamların pusuda gizlenmiş olduğunu fark ettiler. Fakat, bu adamlar keşif kolunu görünce kaçtılar. Hz. Resulüllah (S.A.V.) onları takip etmek istemedi. Hz. Resulüllah (S.A.V.) Medine’ye vardığında, muharebeden kaçan münafıklar kendilerini haklı göstermek için sudan mazeretler ileri sürmeye başladılar. Hz. Resulüllah (S.A.V.) bu mazeretleri kabul etti. Aynı zamanda, onların münafıklığını ve riyakârlığını açığa vurma zamanının geldiğine de karar verdi. Allah, münafıkların gizli toplantılar yapmak üzere Kuba’da inşa ettikleri mescidi yıktırmasını Resulüllah (S.A.V.)’a emretti. Münafıklar başka Müslümanlarla birlikte ibadet etmeye mecbur oldular. Onlara başka bir ceza verilmedi.Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın Tebuk’tan dönüşünden sonra Taif halkı da kendisine biat ettiler. Bundan sonra diğer Arap kabileleri de İslâmiyete kabul edilmeleri için müracaatta bulundular. Kısa bir zaman içinde bütün Arabistan İslâmiyetin bayrağı altında toplandı.

Print Friendly, PDF & Email

Bir Öncekini Oku

Veda Haccı

Bir Sonrakini Oku

Amansız bir düşman sâdık bir taraftar oluyor