Veda Haccı - Müslüman Ahmediye Cemaati

Veda Haccı

Hicretin dokuzuncu yılında, Hz. Resulüllah (S.A.V.) hac için Mekke’ye gitti. Hac günü, Kur’an-ı Kerim’in şu meşhur ayetini ihtiva eden vahyi aldı:

“Bu gün sizin için dininizi kemale vardırdım, üzerinize tamamladım ve size din olarak İslâmiyeti seçtim.” (5:4)

Hakikatte bu ayet, Allah’ın Habibi’nin Allah’tan getirdiği ve bunca yıldır sözleriyle ve hareketleriyle açıkladığı tebliğ artık tamamlanmıştır, demek istiyordu. Bu tebliğin her parçası bir nimetti. İnsanın Allah’tan alabileceği en büyük nimetleri temsil eden bu tamamlanmış tebliğ, el-İslâm ismiyle hulâsa edilmiştir ki, nefsi Allah (C.C.)’a ve O’nun iradesine terk ve teslim etmek manasına gelir. Nefsi Allah (C.C.)’a ve O’nun iradesine teslim etmek Müslümanların, insanlığın dini olacaktı. Hz. Resulüllah (S.A.V.) bu ayeti hacıların toplandığı Müzdelife vadisinde okumuştu. Müzdelifeden dönerken Hz. Resulüllah (S.A.V.) Mina’da durdu. Zilhicce ayının on birinci günü idi. Büyük bir Müslüman topluluğunun önünde, Veda Hutbesi diye meşhur olan bir hitabe irâd etti. bu hitabesinde şunları söyledi:

Ey insanlar, beni dikkatle dinleyiniz. Çünkü bu vadide bir daha size bu şekilde hitap edecek miyim bilmiyorum. Allah (C.C.) canınızı ve malınızı kıyamet gününe kadar birbirinizin tecavüzünden masun kıldı. Allah (C.C.) mirastan herkese bir hisse tayin etti. meşru varisin menfaatine halel veren hiçbir vasiyet kabul edilmeyecektir. Bir evde doğan bir çocuk, o evin babasının çocuğu sayılacaktır. Bu çocuğun nesebine itiraz ve muhalefet eden, İslâmiyetin kanunu gereğince cezalandırılacaktır. Her kim nesebini başka birinin babasına isnat ederse veya birinin kendi efendisi olduğuna dair yalan iddiada bulunursa, Allah (C.C.), melekler ve bütün insanlar ona lânet okuyacaktır.

Ey İnsanlar, karılarınız üzerinde bazı haklarınız vardır. Fakat karılarınızın da sizin üzerinizde bazı hakları vardır. Onlardan iffet ve ahlâk sahibi olmalarını ve başkaları nazarında kocalarını rezil ve rüsvay edecek yollara sapmamalarını istemek sizin hakkınızdır. Karılarınız bunun aksini yaparsa, onları cezalandırmaya hakkınız vardır. Yetkili makam gereken araştırmayı yaptıktan ve sizin ceza vermek hakkına sahip olduğunuz meydana çıktıktan sonra, onları cezalandırabilirsiniz. Bununla beraber, ceza çok şiddetli olmamalıdır. Fakat, karılarınız böyle bir şey yapmazsa ve kocalarını utandıracak ve küçük düşürecek şekilde hareket etmezse, onları gücünüzün yettiği kadar yedirmek, giydirmek ve barındırmak size düşen bir vazifedir. Karılarınıza her zaman iyi muamele etmeniz gerektiğini akıldan çıkarmayınız. Allah (C.C.) sizi onlara bakmak vazifesiyle mükellef tutmuştur. Kadın zayıftır ve haklarını koruyamaz. Evlendiğiniz zaman, Allah sizi o hakları korumak için mutemed tayin etmiştir. Karılarınızı İslâmiyetin kanunu dairesinde evlerinize alınız. Binaenaleyh, Allah (C.C.)’ın elinize tevdi ettiği emanete hıyanet etmemelisiniz.

Ey insanlar, elinizin altında hâlâ harp esirleri var. Binaenaleyh, onları aynen yediğiniz ve giyindiğiniz şekilde yedirmeniz ve giydirmenizi size tavsiye ederim. Onlar affedemeyeceğiniz bir kusur işlerse, kendilerini bir başkasına teslim ediniz. Onlar da Allah (C.C.)’ın kullarıdır. Onlara zahmet ve eziyet vermek kat’iyen caiz değildir.

Ey insanlar, size söylediklerimi dinleyiniz ve hatırda tutunuz. Bütün Müslümanlar birbirinin kardeşidir. Hepiniz eşitsiniz. Hangi kavme ve kabileye mensup olursa olsun, içtimai mevkii ne olursa olsun, herkes eşittir.

Hz. Resulüllah (S.A.V.) bunu söylerken ellerini kaldırdı ve bir elinin parmaklarını öteki elinin parmaklarına kavuşturarak:

İki elin parmakları nasıl birbirine eşitse, insanlar da birbirine eşittir. Kimse başkalarına nazaran daha fazla bir hak veya üstünlük iddiasında bulunamaz. Siz birbirinizle kardeşsiniz, dedi.

Sözüne devamla:

Bu ay hangi aydır; bu yer hangi yerdir; bu gün senenin hangi günüdür, biliyor musunuz? Diye sordu.

Müslümanlar “bu ay kutsal aydır; bu yer kutsal yerdir; bu gün hac günüdür” diye cevap verdiler.

Bundan sonra şöyle dedi:

Bu ay nasıl kutsal bir aysa; bu yer nasıl tecavüzden emin ve masun bir yerse, ve bugün nasıl mübarek bir günse, aynı şekilde Allah (C.C.) bütün insanların canını, malını ve namusunu kutsal yapmıştır. Bir insanın canını veya malını almak veya namusuna tecavüz etmek, bu günün ve bu ayın ve bu yerin kutsallığını ihlâl etmek kadar günahtır. Bugün size verdiğim emir yalnız bugün için değildir, her zaman içindir. Bu dünyadan göçüp yaratıcınızın karşısına çıkmak üzere öteki dünyaya gidinceye kadar, bu emri hatırlayıp ona göre hareket etmeniz gerektir.”

Hitabesinin sonunda şu sözleri söyledi:

Size söylediklerimi dünyanın her köşesine yayınız. Bu sözler, belki de, işitenlerden ziyade işitmeyenlere faydalı olacaktır (Sihah-ı Site; Tabari; Hişam ve Hamis)

Bu hitabesi, İslâmiyetin talim ve telkinlerinin ve ruhunun özüdür. İnsanlığın refahı ve dünya barışı ile ne kadar yakından ilgilendiği ve kadınların ve diğer zayıf mahlûkların haklarına karşı ne kadar saygı gösterdiği bu hitabeden anlaşılıyor. Hz. Resulüllah (S.A.V.) ölümünün yakın olduğunu biliyordu. Allah bunu kendisine ima etmişti. Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın izhar ettiği endişeler arasında, kadınların erkeklerden gördüğü muamele dolayısıyla duyduğu endişe de vardı. Ölmeden evvel, kadına lâyık olduğu mevkii sağlamak için, gayret göstermişti. İnsanlığın yaratıldığı günden beri kadına erkeğin kölesi ve hizmetçisi nazarıyla bakılmıştı. Bu, Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın endişelerinden ve üzüntülerinden bir tanesiydi. Başka bir tanesi de, harp esirleri hakkında duyduğu endişe ve üzüntü idi. Harp esirleri haksız olarak köle gibi tutulmuş ve her çeşit zulüm ve cefeyana maruz bırakılmıştı. Hz. Resulüllah (S.A.V.) harp esirlerine Allah (C.C.) indinde sahip oldukları hakları temin etmeden evvel, bu dünyadan göçmemeği aklına koymuştu. İnsanlar arasındaki eşitsizlik de Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ı üzüyordu. Arasıra bu eşitsizlik tahammül edilmez bir dereceye ulaşıyordu. Bazı insanlar göklere çıkarılıyor, bazıları da yerin dibine batırılıyordu. Bu eşitsizliğe yol açan şartlar, milletler ve memleketler arasında düşmanlığa ve harbe de yol açıyordu. Bu zorluklar da Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın gözünden kaçmamıştı. Eşitsizlik ruhu yok edilmedikçe, insanları birbirlerinin hakkını çiğneyip birbirlerinin canına ve malına saldırmaya sevkeden ve manevî ve ahlâkî bozukluk zamanlarında alabildiğine gelişen bu şartlar ortadan kaldırılmadıkça, dünyada barış ve terakki sağlanamazdı. Hz. Resulüllah (S.A.V.) insanın canı ve malı kutsal günler, kutsal aylar ve kutsal yerler derecesinde kutsaldır, diye talim ve telkinde bulundu. Kimse kadınların refahına, zayıfların hakkına ve milletler arası barışa Hz. Resulüllah (S.A.V.) kadar ilgi ve ihtimam göstermemişti. Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın insanlar arasında eşitliği teşvik etmek için yaptığını kimse yapmamıştı. Kimse insanların iyiliği için Hz. Resulüllah (S.A.V.) kadar şiddetli bir arzu duymamıştı. Binaenaleyh, İslâmiyet kadının mal kazanmak ve tevarüs etmek hakkını her zaman korumuşsa, buna şaşılmaz. Batılı milletler, böyle bir hakkı İslâmiyet ortaya çıktıktan ancak bin üç yüz sene sonra düşünebilmişlerdir. İslâmiyete dahil olan bir şahıs, ne kadar aşağı tabakadan gelmiş olursa olsun, herkesle eşit bir durum kazanır. Hürriyet ve eşitlik, İslâmiyetin dünya kültürüne yaptığı karakteristik bir hizmettir. Başka dinlerin hürriyet ve eşitlik hakkındaki telâkkisi, İslâmiyetin öğrettiği ve uyguladığı hürriyet ve eşitlik telâkkisine nazaran çok geridir. Bir İslam mabedinde bir kralın, bir dinî liderin ve alelade bir şahsın durumları aynıdır; aralarında hiçbir fark yoktur. Başka dinlerin mabetlerinde bu çeşit farklar bugün dahi mevcuttur. Böyle olduğu halde, o dinler ve o dinlere mensup olanlar hürriyet ve eşitlik davasına İslâmiyet’ten daha fazla hizmet ettiklerini ileri sürerler

Bir Öncekini Oku

Hilafetten ayrılan Lahori Ahmedilerinin hükmü nedir?

Bir Sonrakini Oku

Tebuk Seferi