Seyid Amir Safir, Birleşik Krallık – Baş Editör ve Müdür
The Review of Religions Dergisi, “Varoluş Projesini” başlatmaktadır. Bu, Mirza Masrur Ahmed Hazretleri’nin (aba) The Review of Religions için vizyonu olan, Vadedilen Mesih Mirza Gulam Hazretleri’nin (as) bu dergiyi hayata geçirme gayesini – yani Allah’ın varlığını kanıtlama (amacını) – yerine getirmek içindir.
Varoluş Projesi, kişisel tanıklıklardan akılcı delillere kadar, Allah’ın varlığı ile ilgili tüm konuları keşfetmeye adanmış özel bir bölüm olacaktır.
Bu yeni bölümün lansmanının bir parçası olarak, Halifetü’l Mesih V. (Vadedilen Mesih ve Mehdi’nin 5. Halifesi ve Müslüman Ahmediye Cemaatinin Dünya Çapındaki Başkanı) Mirza Masrur Ahmed Hazretleri (aba) ile özel bir mülakatı sunmaktan büyük onur duymaktayız.
Son zamanlarda Huzur’a (aba) Allah-u Teala hakkında bir dizi soru sorma fırsatım oldu. Bazı sorular doğası gereği teorik, bazıları ise Huzur’un (aba) kişisel deneyimleri ile alakalı idi. Umut ve dua ediyorum ki okurlar, Huzur’un (aba) muazzam bir feraset, hikmet ve bilgi ile dopdolu bereketli sözlerinden büyük fayda elde ederler.
MİRZA MASRUR AHMED HAZRETLERİ (ABA) İLE MÜLAKAT
Amir Safir: Huzur! Gençlerin sıkça sordukları bir soru, İslam’a göre neden Allah, hem müminleri sınamalara ve sıkıntılara sokuyor, hem de kâfirleri acı ve cezaya çarptırıyor? Bana yöneltilen soru şöyledir: ‘Her ikisinin de sıkıntılara sokulması yerine, müminlerin koşulları ile kâfirlerin durumu arasında, Allah tarafından net bir ayırım yapılmış olması gerekmez mi? Bunların ikisi nasıl aynı anda var olabilir?’
Halifetü’l Mesih V- Mirza Masrur Ahmed Hazretleri (aba): Anlamalıyız ki, İslam’da ödül ve ceza vardır. Hazreti Peygamber Efendimiz’den (sav) önce gelen peygamberlerin dönemlerinde cezaların, depremler, fırtınalar, ateş ve benzeri şekilde indiğini görüyoruz. Aynı cezalar Peygamber Efendimiz’in (sav) zamanında görülmemiştir. Vadedilen Mesih (as), Peygamber Efendimiz (sav) dönemindeki savaşların kendi zatında bir tür ceza olduğunu açıklamıştır. Örneğin Uhud gazvesi ve Huneyn muharebesi vardır; Gel gör ki, bu savaşlarda birçok Müslüman şehit olmuştur. Bedir gazvesinde de çok Müslüman şehit olmuştur. Bunlar kâfirlere bir şekilde ceza olduğu halde, Müslümanlar da kayıplara uğramıştır. Eğer bunlar yalnızca kâfirleri etkilemek için olsaydı, o zaman Müslümanların hayatta kalmaları gerekirdi. Hâlbuki orada Müslümanlar da şehit oldular.
Bu ise bize, Allah’ın bir doğal yasa oluşturduğunu gösteriyor. Sonuçta, savaş olduğunda her iki taraftan da insanlar ölür. Allah savaşa girmeden önce Müslümanlara bildirmiştir ki, savaşa gittiklerinde (diğerlerini) can kaybına uğratırken, kendileri de can kaybına katlanacaklar. Ancak sonunda müminin Cennet elde etmesi bir ödül, kâfirin ahirette Cehennemden elde edeceği ise, cezadır. Gerçek hayat, bu hayat değil gelecek hayattır. Bu sebeple bize açıkça verilmiş olan kavram, şimdiki yaşamımızdan ziyade, ölümden sonraki yaşamımızın esas yaşamımız olduğudur.
Ayrıca Yüce Allah, şehitler için yüksek bir mevki ve mertebe bahşetmiştir. Yüce Allah şehitlere (yani Allah yolunda öldürülenlere) ölü demeyin, çünkü onlar diridirler diye buyurmuştur. Bedir (gazvesi) şehitleri ve değişik savaşlarda şehit düşen sahabeler Cennette iken, onların faziletlerini hatırlamamız sebebiyle kendilerinin isimleri bugün bile hala yaşamaktadır. O savaşlardaki kötü insanlar söz konusu olduğunda ise, onlar unutulmuştur ve kimse onları hatırlamaz. Birisi onları hatırlayacak olsa, bu ancak onların kötü namları ve şerefsizliklerindendir, ancak çoğunlukla onların hatıraları tamamen silinir gider.
Geçenlerde bahsetmiştim ki, Ebu Cehil’in oğlu İkrime Peygamber Efendimiz’e (sav), insanlar hala onu İslam’a muhalif babasının adıyla çağırdığı için nasıl şikâyetçi olmuştur. İşte bundan dolayı o aşağılık insanların çocukları, ölümlerinden sonra bile, onların kötülükleri sebebiyle o isimlerle münasebetlerini kesmek istediler. Hâlbuki şehitlerin isimleri, biz onları anmaya devam ettikçe diri kaldı. İşte bunlar, onlar arasında fark yaratan şeylerdir.
Kısacası bu yüzden Yüce Allah, şehitlere ölü demeyin, çünkü onların hayatları hatırlanmaya devam etmektedir, buyurmuştur. İşin aslı şudur ki, Yüce Allah birilerine mükâfat verir ve birilerine de ceza verir.
Neden müminlerin ıstırap çektiklerine gelince, bir keresinde Peygamber Efendimiz (sav), maruz kaldığı ateşin şiddetinin, başkalarının buna katlanamayacağı kadar (büyük) olduğunu buyurmuştu. Bunun nedeni, Yüce Allah’ın onu zorluklara sokması idi. Aksi halde, eğer o rahat bir yaşam sürseydi, ıstırabı anlamak adına nasıl bir tecrübeye sahip olduğunu diğerleri sorgularlardı. Dolayısıyla bu sebeple Yüce Allah, gerçek müminleri ıstırap ve sınamalara tabi tutar.
Dahası, Yüce Allah Kuran-ı Kerim’de buyurur ki, insanlar sadece iman ettikleri için sınanmayacaklarını mı düşünürler. Vadedilen Mesih (as) duanın felsefesini açıklarken buyurur ki, bir taraftan insanlar şuna inandıklarını beyan ederler
ادۡعُوۡنِیۡ اَسۡتَجِبۡ لَکُمۡ
(Beni çağırın. Ben – de duanızı kabul edip – size cevap vereyim.) 40:61
Diğer taraftan da, Yüce Allah dilediğini yapar. Her duanın kabul edilmesi de şart değildir.
Eğer her şeyi bu hayattan ibaret görürseniz, anlamanız mümkün olmayacaktır, ancak gelecek yaşamı gerçek yaşam olarak kabul ederseniz, o zaman anlayabilirsiniz.
Amir Safir: Huzur, insanları Allah’ın varlığına ikna etmeye çalışırken, bazı insanlar bana, bir kimse gerçekten acı çekerken, Allah ile alakalı bir şekilde ıstırap meselesini hangi yaklaşımla anlatabiliriz diye sordular. Örneğin, bir kimse bir musibetten, doğal bir felaketten veya şu an ortalığı kasıp kavuran Covid-19 salgınından geçiyor olabilir. Bu insanlar diğerlerine Allah’tan ve salgının ıstırabından bahsettiklerinde, acıyı yaşarken bunu tartışmanın çok zor olduğunu ve bazen olumsuz bir tepkiyle karşılaştıklarını söylüyorlar.
Halifetü’l Mesih V- Mirza Masrur Ahmed Hazretleri (aba): İşin aslı, (kimin öleceğinin) 30’da bir mi, yoksa 60’da bir mi, yoksa 100’de bir mi ihtimal dâhilinde olduğudur – bu, savunmasız kimselerin ne olursa olsun bulaşı yoluyla enfekte olduğu bir salgındır.
Bazı insanlarda zaaflar bulunması doğanın kanunudur ve onların enfekte olma ihtimalleri vardır. Öyle ki, bu doğa yasasına göre birisi hastalığın bulaşması ile yatağa düşecektir. Bu, doğanın bir kanunudur. Doğa kanunu, zayıflar ve saire arasında bir ayırım yapmaz. Kimilerinin dirençleri vardır, onlar hayatta kalabilirler. Bazı durumlarda hayatta kalabilen yaşlılar varken, diğer yandan enfekte olup, ölen gençler de bulunmaktadır. Günümüzde hastalanan gençlerin sayısı artmaktadır. Bundan dolayı işleyen bir doğa kanunu da bulunmaktadır ve burada etkilenen tek başına bir birey değildir.
Istırap çekmek konusunda (Peygamber Efendimiz’in) bir hadisinde, Yüce Allah’ın şöyle buyurduğu (rivayet edilmiştir.) Dünyada hastalık veya hastalıktan mustarip olanın (çektiği sıkıntıları), Yüce Allah ahirette, onun günahlarına kefaret sayar. Eğer siz, bu hayatın geçici olduğuna ve sonsuz bir hayatın geleceğine inanıyorsanız, Yüce Allah, acı çeken biri için sonraki hayatta daha iyisini yaratabilir.
Hitap ettiğiniz kişinin bireysel ruh halini göz önünde bulundurmalısınız. Neden bu konuyla başlayasınız ki? Burada acı çeken birine, bunun Allah’ın haklarını yerine getirmemesinin bir sonucu olduğunu söylemeye başlayarak, onunla körü körüne, hiç düşünmeden veya sebepsiz bir şekilde tartışmaya girmek, kaçınılması gereken bir şeydir. Böyle birinin, Allah’ın haklarını yerine getirmiş olması da mümkündür, bu nedenle her ihtimali değerlendirmeli ve sonra ilerlemelisiniz.
Bazen de insanlar çok duygusallaşırlar ve bu (meseleye) nasıl yaklaşacakları konusunda düzgün bir şekilde akıl yürütemezler.
Birincisi, ıstırabı tartışmak yerine onları Allah’a inanmaya razı edin – bu ilk adımdır. Onlara Allah’ın merhameti ve şefkatinden bahsedin. Acı çekmek, daha sonraki bir safhada ele alınması gereken bir konudur. Kimi zaman acılar hakkında hemen konuşmaya başlarız ki, bu onlara itici gelir – bu yüzden bir sıralama olmalı, bazı adımlar ki, ona yaklaşırken ve insanlarla tartışırken doğru şekilde takip edebilesiniz. Bu sırayı takip etmeli ve nasıl ilerleyeceğinizi de doğru planlamalısınız.
Amir Safir: Huzur! Duyuyoruz ki, salgın esnasında bazı insanlar daha fazla Allah’a yöneldiler ve Huzur da hutbelerinde buna değindiydi. Bununla birlikte insanlar arasında artan bir eğilim ‘manevi, ama dindar olmamak’ şeklinde. Onlar bir çeşit maneviyat arzu etseler de illa da bir dine tabi olmak istemiyorlar. Bu konudaki görüşünüz nedir, aydınlatır mısınız?
Halifetü’l Mesih V- Mirza Masrur Ahmed Hazretleri (aba): Önce kaç kişinin gerçekten dindar olduğunu görmeniz gerekir. Dünyanın %80’i dinden uzaklaşmıştır ve bunlardan ağırlıklı olarak büyük bir kesimi de Hristiyanlıktan uzaklaşmaktadır.
İnsanlar maneviyata çekilirse, bu iyi bir şeydir, ancak bir devrim gerçekleştirmek için bilimsel bir yaklaşım benimsemelisiniz. Yüce Allah da Kendi maneviyat yasasını oluşturarak, bu manevi devrim için Peygamberler göndermiştir. Sahip olduğumuz erdemleri, bu Peygamberler beraberlerinde getirmiştir. Peygamberler, insanların manevi standartlarını yükseltmek için gelmişlerdir ve Allah tarafından hak dinleri getirmişlerdir. Bu yüzden dine ihtiyaç vardır ve bu gereklidir. Sonunda insan dine geri dönmeli ve dine olan ihtiyaç hakkında düşünmelidir.
Vadedilen Mesih (as) Hakikatu’l Vahiy (adlı eserinde) Abdul Hakim Han’a atıfta bulunur. O da maneviyat elde etmek için, dine hiç ihtiyaç olmadığı ve tek ihtiyaç duyulanın, Allah’ın tevhidine inanmak olduğu inancını savunuyordu. Oysa bu nasıl doğru olabilir, çünkü o durumda Peygamber Efendimiz’e (sav) bile ihtiyaç olmadığı ileri sürülebilir. Vadedilen Mesih (as) onun yanılgı içinde olduğunu ve dine de ihtiyaç bulunduğunu açıklar. Allah’ın varlığını alametler ve mucizeler yoluyla insanlara kanıtlayanlar da, peygamberlerdir. Peygamberler olmadan hiç kimse Allah’ın varlığı hakkında yakine (kesin bir inanca) ulaşamazdı.
Amir Safir: Huzur! Bazı ateistlerin öne sürdükleri bir argümana göre, “çok sayıda insan Allah’ı müşahede ve tecrübe etti demek, O’nun doğru olduğunu kanıtlamaz. Onlar diyorlar ki, birçok insan da UFO’ları ya da uzaylıları gördüklerini beyan ediyorlar, ancak aynı şekilde bu da, onların doğru olduğunu kanıtlamıyor.” Huzur! buna nasıl cevap verebiliriz?
Halifetü’l Mesih V- Mirza Masrur Ahmed Hazretleri (aba): Görüyoruz ki, Kuran-ı Kerim Big Bang (büyük patlama) ve kara delikler gibi meselelerden bahsetmektedir. Kuran birçok gaybi haberi vermekte ve denizlerin bir araya gelmesi ve daha birçoğundan bahsetmektedir. Sonra Vadedilen Mesih (as) de birçok gaybi haberde bulunmuştur. Muslih Mevud Hazretleri (ra) (Vadedilen Mesih’in II. Halifesi, Hz. Mirza Beşiruddin Mahmud Ahmed) de Ahmediyet’e Davet eserinde, Ahmediyet’in ilerlemesi ile ilgili haberler gibi, birçok gaybi haberlerden bahsetmiştir. O zaman bu gaybi haberler ve açıklamaların çoğunu kimse anlayamazken, bu gaybi haberlerin hepsi günümüze kadar gerçekleşmeye devam etmiştir, keza dünya da bu gaybi haberlerin doğruluğuna tanık olmuştur. Bugün, geçmişte verilen bu gaybi haberlerin çoğunun gün yüzüne çıktığını gözlemlerken, bunların hepsi bize, bir Yüce Zatın mevcudiyetini göstermektedir. Bir kimse ister Hıristiyan, isterse Müslüman olsun, ya da başka bir inanca sahip olsun, bu şeyler bize bir Tanrı’nın olduğunu bildirmektedir. Ve Allah peygamberlerine, olacaklar hakkında da önceden haber vermiştir. Örneğin Allah, Vadedilen Mesih’e (as) şunlar şunlar olacak diye bildirdi ve ardından da aynen öyle oldu. Vadedilen Mesih (as) veba ve savaşların gerçekleşeceği hakkında önceden haber verdi ve sonra da bunlar oldu. Onun önceden bildirdiği haberlerin çoğu hala gerçekleşmektedir. Astrologlar dahi yıldızlara bakıp, insanlar hakkındaki şeyleri tahmin ederler – bu, bununla alakalı, insanlarda bir ilgi olduğunu ortaya koymaktadır. – Soru şudur ki onlar bilgileri nereden alıyorlar? Onların bildirdikleri gaybi haberlerin yüzde kaçının gerçekleştiğini ve peygamberlerinkinin yüzde kaçının gerçekleştiğini görmeniz gerekir. Astrologların tahmin gücü ile peygamberlerin gaybi haberlerinin gücünü karşılaştırmanız gerekir. Ayrıca dikkate alınması gereken daha birçok faktör bulunur.
Amer Safir: Huzur! Allah ile iletişim kurmak ve O’nu deneyimlemek sadece insanoğluna mı mahsustur, yoksa hayvanlar da Allah ile iletişim kurabilirler mi?
Halifetü’l Mesih V Mirza Masrur Ahmed Hazretleri (aba): Hayvanlara, ihtiyaçları ve yerine getirmeleri gereken eylemler için içgüdüler verilmiştir. Bazen de hayvanlara abartılmış belli duyular bahşedilmiştir. Örneğin köpeklerin mükemmel bir koku alma duyusu vardır. Bunu, kurbanını etkin bir şekilde avlamak için kullanabildiği gibi, arama köpekleri de bu amaçla narkotikte (uyuşturucu maddeleri) tespit için kullanılır. Diğer hayvanlar ise başka tür özelliklere ve niteliklere sahiptirler. Onlar, Yüce Allah tarafından kendilerine bahşedilen doğuştan karakterlerini ne aşabilirler, ne de azaltabilirler. Aslında bir hayvan, niteliklerini daha iyi kullansın diye eğitilebilir. Bununla birlikte, doğuştan sahip bulundukları özellikleri ne azaltılabilir ne de çoğaltılabilir ki, bir miktar eğitimden sonra (bile) bunun üstüne çıkamazlar. Hayvanların tümüne benzersiz vasıflar verilmiştir. Kimi ortamlarda vahşi hayvanlar, kendilerini korumak üzere bir sürü oluştururlar. Böylece Allah, rollerini oynasınlar diye hayvanlara içgüdüler nasip etmiştir.
İnsanlara ise akıl verilmiştir. Dış biçim söz konusu olduğunda, insanlar da dâhil tüm hayvanlara birer tane vücut bahşedilmiştir; ancak insanlara ibadet etme ve idrak (yeteneği) de verilmiştir. Hayvanların vücutları, oluşturacakları işlevler bakımından sınırlıdır, oysa insanlara temel gaye dışında ilave amaçlar da bahşedilmiştir. Bundan Kuran-ı Kerim şöyle bahsetmektedir:
وَ مَا خَلَقۡتُ الۡجِنَّ وَ الۡاِنۡسَ اِلَّا لِیَعۡبُدُوۡنِ
(Ben cinleri ve insanları, ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım.) 51:57
Dolayısıyla insanlar ve cinlerin diğer hayvanlarda bulunmayan bir gayesi vardır. İnsanların daha yüce bir amacı olması sebebiyle, doğal olarak ruh da sonuçta Allah ile daha fazla iletişimle karşı karşıya kalacaktır.
Manevi ilerleme, keza cennet ve cehennem kavramları sadece insan ruhları ile ilgidir, çünkü onlara yaşam için bir gaye bahşedilmiştir. Hâlbuki hayvanlar, doğadaki yaşamlarında belli bir işleve sahiptirler ve onlara hayatlarında canlandırdıkları bir rol verilmiştir, bu alanın dışında bir şey yapmaları mümkün değildir.
Amir Safir: Huzur! Allah ile iletişim kurmak konusunda bir sorum var. Bir peygamber yahut da halife düşüncelerinin, kendi düşüncesi mi yoksa doğrudan Allah tarafından mı olduğunu nasıl ayırt edebilir?
Halifetü’l Mesih V- Mirza Masrur Ahmed Hazretleri (aba): Her şeyden önce, peygamberlerin ve halifelerin konum ve mertebeleri arasında bir fark bulunmaktadır. Mertebelerin derecelerini anlamamız gerekir. Halife, bir peygamberin tüm niteliklerine sahip olamaz. Muslih Mevud Hazretleri (ra), peygamberlerin özgün bir statüye sahip olduklarını ve bir halifenin bir peygamberin tüm niteliklerine sahip olamayacağını çok detaylı bir şekilde beyan etmiştir. Vadedilen Mesih’in (as) bana kadar gelmiş tüm halifeleri, Vadedilen Mesih’in (as) karakterinin bir bölümünü ve rengini yansıtmışlardır. Onlardan kimisi belirli öğreti ve sıfatları daha fazla vurgulamıştır. Bununla birlikte, biz halifelerden hiçbirimiz, Vadedilen Mesih’in (as) tüm özelliklerini yansıtamayız. Muslih Mevud Hazretleri (ra) özel vasıfları sayesinde bir nebiye oldukça yakındı, ancak o bile Vadedilen Mesih’in (as) özelliklerinin tamamına haiz değildi ve ondan sonraki hiçbir halife de olmadı. Bu yüzden, öncelikle peygamberler ile halifeler arasındaki farkı anlamak önemlidir.
Halifelere gelince, özel dualar yoluyla Allah kalbimize, şu veya bu gerçekleşmeli diye yoğun bir kanaat yerleştirir ve onun faydalı olacağını bildiğimiz doğru yol da budur. Eğer bir halife bir şey hakkında (onunla ilgili Allah tarafından doğrudan bilgilendirilmediği halde,) kendisi karar verecek olursa, – halife hata da yapmaz demediğimiz için; – halifenin kararı Cemaat hakkında (Müslüman Ahmediye Cemaati) ve onun faydasına ise, o zaman Yüce Allah, halife hata yapsa bile, ortaya çıkacak her olumsuz etkiye karşı koruma bahşeder. Bu, daha önce de açıkladığım bir şeydir.
Amir Safir: Huzur! eğer sormama müsaade ederseniz, kişisel olarak Allah ile nasıl iletişim kurduğunuz hususuna nazikçe ışık tutabilir misiniz?
Halifetü’l Mesih V- Mirza Masrur Ahmed Hazretleri (aba): Dualar yahut rüya yoluyla, ya da başka bir şekilde Allah, olması gerekeni kalbime yerleştirir. Bu bana, onun Yüce Allah tarafından olduğunu ve yapılacak en iyi eylem olduğunu anlatır. Bazen namazlarda, bazen kalpte bir his ve bazen de bir rüya görür, bunun Allah’tan olduğunu anlarım. Kimi zaman kalbimde Allah tarafından öylesine kesin bir duygu sabitleşir yahut da namazda tekrar tekrar ortaya çıkar ve benim bunun Allah’ın iradesi olduğunu kesin olarak anlamamı sağlar. Vahiy aldığımı söylemiyorum, ancak Allah bana bazen bir Kuran-ı Kerim ayeti ile haber veriyor ve ben onun anlamı ve tefsiri ile meselenin Allah tarafından olduğunu biliyorum.
Amir Safir: Huzur! Hiç keşf tecrübesi yaşıyor musunuz?
Halifetü’l Mesih V- Mirza Masrur Ahmed Hazretleri (aba): Bazen birisi için dua ettiğimde, dua esnasında yüzleri karşıma çıkar. Bunun illa da bir keşf olduğunu ya da bir keşf gördüğümü söyleyemem, ancak dualar esnasında bazı özel durumlar gelişir.
Amir Safir: Huzur! Rüyalarınızda hiç Peygamber Efendimiz’i (sav) ya da Vadedilen Mesih Hazretleri’ni (as) gördünüz mü?
Halifetü’l Mesih V- Mirza Masrur Ahmed Hazretleri (aba): Onları defalarca gördüm, ancak bunu öyle rasgele anlatamam.
Amir Safir: Huzur! Bir hutbede, insanlar Vadedilen Mesih (as) ile görüşmeye geldiklerinde, bazen Yüce Allah tarafından kendisine onların durumları ile ilgili bir görüntü gösterildiğinden bahsettiğinizde, bu, merakımı uyandırmıştı. Huzur! insanlar sizinle görüşmeye geldiklerinde, Yüce Allah size de o kişinin durumu hakkında bilgi veriyor mu?
Halifetü’l Mesih V- Mirza Masrur Ahmed Hazretleri (aba): Bu mümkün, ancak bazen sadece bir kimsenin çehresini okuyarak da söylemem mümkün. Kimi zaman birisine kendi hakkında yahut da olacak bir şeyi bildiririm ve bana Allah tarafından haber verildiğini zannederler, oysa ben sadece çehrelerini okuyarak, vücut dillerinden ya da umumi veya üstünkörü bir gözlemle (bunu) bilirim. Psikiyatristler de gözlem yoluyla bu sonuca varabilirler. Ve bazen, Allah bana kalbimde, bir kişi hakkında veya içlerindeki ciddi bir kusur veya eksiklik hakkında bilgi verir ve bu daha sonra kalbimde derin bir tiksinti duygusu oluşturur.
Amir Safir: Huzur! Bugünlerde sizin rehberliğinize binaen, duaları Allah tarafından kabul gören Müslüman Ahmedilerin şahsi deneyimlerini bir araya getiriyoruz. Sorum, dualarının Allah tarafından kabul edildiğine dair benzer iddialarda bulunan başka inançlardan insanlar ile alakalı. TV kanallarında ya da telefon ile katılım yapılan programlarda, Hıristiyan papazlar ya da Ahmedi olmayan Müslüman İmamların insanlar için dua ettiklerini ve ardından duaların hemen sonuç verdiğinin iddia edildiğini gözlemliyoruz. Bu tür kişisel hikâyelerin doğruluğuna inanmalı mıyız?
Halifetü’l Mesih V- Mirza Masrur Ahmed Hazretleri (aba): Başkalarının ne söylediklerinden bağımsız olarak kendi olaylarımızı yayınlamaya devam etmeliyiz. Onların iddialarının doğru mu yanlış mı olduğunu belirlememiz mümkün değil. Bu bizim meselemiz de değil. Biz kendi kişisel deneyimlerimize yer vermeye odaklanmalıyız. Bazen insanlar da yanlış iddialarda bulunurlar. Peygamber Efendimiz (sav) de, kimi zaman insanların kendisine yanlış iddialar atfettiklerini beyan etmişti. Âdem’den (as) bu yana her peygamberi rüyalarında gördüklerini iddia eden gayri-Ahmedi Müslümanlar vardır. Bunu gerçekten görüp görmedikleri, onların meselesidir. Bir şey söyleyemeyiz. Bizim üzerimize düşen kendi tecrübelerimizi sunmaya devam etmektir. Vadedilen Mesih’in (as) beyan ettiğine göre İsa (as) demiştir ki, birisi bir nebze dahi inanca sahip olsa, cüzzamı yahut hastaları tedavi edebilir. Ceng-i Mukaddes’te[1] olan budur. Orada Vadedilen Mesih (as) Hıristiyan papazlara buyurdu ki, onlar gerçek inananlar olduklarını ve kurtuluşa eriştiklerini, orada bulunan hasta insanların üzerine ellerini koyup, iyileştirerek ispatlamalıdırlar. Ancak papazlar bunu gösteremeyip, kaçtılar.
Ayrıca başka bir sorun şudur: Sizler, halkın dinini değiştirmeniz gerektiğine inanıyorsunuz ki, bu yanlıştır. Biz kimseye din değiştirtemeyiz. Sadece kişisel tecrübeler sunarız. İnsanların inancını değiştireceğimize inanmak, bize düşmez. Yüce Allah Peygamber Efendimiz’e (sav) sadece mesajı iletmesini buyurdu, ama o bile kalplerini değiştiremeyecekti; aksine Allah, insanların kalplerini değiştirmenin Kendi işi olduğunu buyurmuştur.
Başkaları bu tür iddialar sunduklarında, kesin bir sonuca varmamız mümkün değildir. Mesela tedavi uygulayıp, ilaç veren bir astrolog yahut ateist doktoru ele alalım. Ateist olduğu için tedavinin işe yaramayacağını söyleyemezsiniz. Birisi bir şifacıya inanıyorsa, o şifacı ister zina yapsın isterse ahlaksız olsun, yine de onun verdiği ilaç ya da uyguladığı tedavi etkili olabilir. Bazen böyle insanlar, bu tür kimseler tarafından tedavi edildiklerinde, ortaya çıkan bir psikolojik etkidir. Bu ruhi hal ile gark olmuş birisi, aslında iyileşmemiştir. Kişi, iyileştiğini ve daha iyi hissettiğini algılamasına sebep geçici hisler ve duygular deneyimlese de, bunun uzun süreli bir iyileşme olması gerekmez. Asıl soru, böyle bir kimsenin gerçek iç tatmini ve huzuru elde edip, etmediğidir. Afrika’da haç takan, ancak kalplerinde huzur olduğunu söyleyenler var, peki biz bu iddiayı kabul edecek miyiz? Edemeyiz, çünkü bu Allah’a şirk koşmaktır. Gerçek şu ki, diğerleri de iddialarda bulunabilirler, ancak en iyisini Allah bilir – bu onların meselesidir, ancak biz kendi tecrübelerimizi sunmaya devam edeceğiz.
[1] Vadedilen Mesih (as) 22 mayıs-5 haziran 1893 tarihlerinde, Amritsar şehrinde Hıristiyan papazlarla münazaralar yaptı. Bu münazarada yer alan konuşmalar daha sonra Ceng-i Mukaddes ismi ile kitap olarak neşredildi.
[1] Vadedilen Mesih (as) 22 mayıs-5 haziran 1893 tarihlerinde, Amritsar şehrinde Hıristiyan papazlarla münazaralar yaptı. Bu münazarada yer alan konuşmalar daha sonra Ceng-i Mukaddes ismi ile kitap olarak neşredildi.