Resulüllah (s.a.v.)’e biri gelerek “Kıyamet ne zaman kopacak” diye sorduğunda Yüce Peygamberimiz de o şahsın kıyamet için ne gibi bir hazırlık yaptığını sorarak ona etkileyici ve derin anlamlı bir cevap vermiştir. Kişi onun ne zaman geleceğini merak etmekten ziyade, kendisinin o gün için hazır olup, olmadığı üzerinde durmalıdır.
Son hutbemde ben, cemaatin Yaradana kişisel olarak, manen erişebilmesi için dua da bulunulması gerektiği üzerinde durmuştum.
Bugünkü, konuşmamda ise kıyamet günü Allah (c.c.) ile karşılaşılabilmesinde yardımcı olacak birkaç nokta üzerinde durmak istiyorum. Herkes Allah (c.c)’nun huzurunda hazır bulunacaktır. O zaman, Allah (c.c)’nun huzurunda bulunmak için bu dünyada ne gibi bir hazırlık yapılmalıdır? Ayrıca kişinin şahsi olarak manevi gelişimi sayesinde bu dünyada iken Allah (c.c.) ile dostluk kurması nasıl mümkündür? Bu ilişki “lika” olarak adlandırılmaktadır.
Allah (c.c.) ile kurulan bir ilişki, arkadaşınızla geçici olarak bir anlık yaptığınız bir buluşmaya benzemez. Bu ilişki Allah (c.c.) ile kurulan, devamlı ve kalıcı bir ilişkidir. Bu konu İslam’da Ahmediye Hareketi kurucusu ve Vâdedilen Mesih’in kitaplarında ve konuşmalarında açıklanmıştır. Allah (c.c.) ile kişisel ilişki durumu, O’nunla sürekli ve gelişen bir bağı içermektedir. Bunda geriye dönüş yoktur.
Alaycı bir filozof, Mesih’in II. Halifesi Mirza Beşiruddin Mahmut Ahmet Hazretlerine, gideceği yere vapurla giden fakat oraya vardığı halde vapurda oturan kişinin durumu ile ilgili fikrini sorar. Bu soruya o, “eğer denizin sonu varsa, vapurun içinde oturmak saçma olur, fakat denizin sonu yok ise, kim vapurdan inmeye çalışırsa boğulur” cevabını verir.
Allah-u Teâlâ’yı bulduktan sonra ondan yüz çevirmek bir yıkımdır. Eğer bir kimse Allah (c.c.) ile ilerleyerek gelişen manevi bir ilişki kurarsa Ahiret hayatında da bunun neticelerine şahit olacaktır. Allah (c.c.) ile bu dünyada kurulan canlı ilişkinin ecri, Ahiret hayatında kat kat verilecektir. Bu bir kişinin Allah (c.c)’nun huzurunda bulunmasına rağmen, birbirleriyle ilişkilerinin değişik seviyelerde olmasına benzemektedir.
Hz. Musa Allah-u Teâlâ ile kişisel bir ilişkideyken, Yüce Peygamberin seviyesi ile karşılaştırılması bile söz konusu değildi. Allah (c.c.) insanda nasıl bir güç ve yetenek yaratmışsa o Yüce Peygamberin de en üst seviyeye ulaşmasını sağlamıştır. Bununla birlikte bu, Allah (c.c)’nun sınırından ziyade bir başlangıcıydı. Allah sonsuz varlık sahibidir. Hâlbuki çok iyi veya dindar bir filozof, Allah (c.c)’yu hiç bir tecrübesi olmadan hayal gücüyle düşünebilir. Birçok şeyler denenmeden kavranabilir. Bununla birlikte birçok şeyler de vardır ki denenmeden bilinemez. Kişi kendi sıfatına göre her yerde ve durumda Allah (c.c)’nun varlığını hissetmesi mümkündür. Allah (c.c)’nun her yerde ve her zaman hazır bulunması mevhumu, altı emrin içinde mevcuttur. Bu daha derin bir düşünce gerektirir. Allah-u Teâlâ’nın her yerde bulunması demek, her nereye bakılırsa bakılsın ve her ne düşünülürse düşünülsün, Allah (c.c)’nun varlığı ve birliği her zaman mevcuttur demektir. “lika” Allah (c.c.) ile kişisel bir bağ kurmaktır. Alelade bir kişiyle iyi bir ilişki kurmanın bile her zaman kolay olmayacağını hatırdan çıkarmamalıdır. Kişiler genelde tanıştıktan sonra birbirleriyle yabancı kalırlar. Bazı kişiler gözlerindeki zayıflık dolayısıyla diğerlerini tanımazlar. Yaşamlarını kendilerini göremeyen, hissedemeyen kişilerin arasında geçirirler. Bazen de kişiler insanları çok iyi tanıdıklarını zannederler, aslında onların iyi veya kötü noktaları belli bir sürede ortaya çıkmıştır. Genelde hanımlar beylerini, beyler de hanımlarını iyi tanımazlar. Birçok hanım eşlerine karşı sorumluluklarını yerine getirirken, eşlerinin kendilerinin iyi taraflarının farkında olmadıklarından yakınırlar. Bunlar Mübarek Ramazan ayı boyunca, davranış ve düşüncelerini iyi yönde geliştirmeyip kaba, saba oldukları müddetçe, oruç tutsalar bile Allah (c.c)’yu göremeyeceklerdir. Bir kimse kendi şahsında iyi bir gelişme göstermezse Allah-u Teâlâ’yı manen görme zevkinden de mahrum kalacaktır. Kişi yaratanı görme ve onu bulma konusunda çaba sarf etmelidir. Bu bağlantı başlangıçta en alt düzeyde olmakla kalmayıp, artan bir istekle derinleşecek ve ilahi bir hisse ulaşacaktır. İlahi tanımanın ilk dönemleri akıl sahiplerince de kabul edildiği gibi yüzeysel idi. Sonuçlar da ancak evrenin belirti ve mucizelerinden çıkarılmaktaydı.
Allah (c.c.) Kuran-ı Kerim’de;
“Elbetteki gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, mevsimlerin değişmesinde ilahi belirtiler vardır. Fakat bunlar Allah’ı (c.c.) hatırlamalarında yalnızca aklıselim olanların görüp fark ettikleri bir durumdur” (3.191)
Onlar Hak Teâlâ’yı yalnızca farz olan ibadetlerde değil, her zaman ve her türlü şartlarda hatırlarlar. Bu uygulama hiçbir zorlama ve çaba göstermeden doğal olarak akan suya benzemektedir. Bu tabii bir alışkanlıktır. Eğer bir kimse kendi etrafındaki Allah(c.c)’nun iş ve sıfatlarını görme alışkanlığını edinirse, bu sayede O’nu hatırlaması da artacaktır. Ayrıca kişinin ruhen tefekküre dalması ve böylece ruhun fark edilmesiyle Allah (c.c.) bulunmuş olur. Bu ilişkide birçok tefekkür çeşitleri bulunmaktadır. Bunlardan biri insan vücuduyla ilgili olanıdır. Vücutla ilgili ne kadar çok düşünülür ve çalışılırsa o kadar çok harikalar keşfedilebilir. Kişi Allah’ı (c.c.) bir bakışta onun her zerreciğinde görebilir. Mesih Hazretlerinin II. Halifesi bazen, insan vücudunun fonksiyonlarını anlayan kişilere bu gerçeğin üzerinde düşünüp düşünmediklerini sorduğunu ifade etmiştir.
Benlik şuuru fizik veya kimyanın sonucu mudur? Benlik nedir? Kişi neden acı çeker? Bunlar cevap bekleyen sorulardır. Ben burada hangi fizik kanununun birinin kızgın bir bakıştan mutsuzluğuna neden olduğunu veya sevgi dolu bir bakışın memnuniyet hissi yarattığını sormakla cevap vereceğim. Kişi eğer içindeki kendi benliğini yansıtırsa, işte o kişi Allah (c.c)’nun fevkalade elini görecektir. Gözler nasıl görmektedir? Yüce Yaratan bizlere en mükemmel kameradan daha mükemmel bir şey bahşetmiştir. Bunun bütün parçaları ayrı ayrı değil, beraber yaratılmıştır. Mercekleri takip eden retinanın hiçbir amacı olmaksızın yaratıldığını düşünmek imkânsızdır. Sonra mercekleri idare eden kaslar, görevlerini yerine getirmemeleri halinde gereksizdir. Kişinin yaşlılıktan dolayı göz kaslarının zayıflaması onun görememesine neden olur. Durum böyle olunca kişi kendi yaratıcısı olamayacağı gibi sonsuz bir yaratıcısının var olduğunu kabul etmek zorundadır.
Yaradanın iradesi olmaksızın hiçbir şey kendiliğinden rastgele oluşmaz. Gelişme üzerinde ne kadar çok derin düşünülürse, hiçbir şeyin kendiliğinden var olmadığı bilakis, her şeyin arkasında bir iradenin var olduğu anlaşılır. Kişi Allah (c.c)’nun varlığına kendi maddi gözleriyle baktığında, O’nun delillerine şahit olabilir. Kâinat, Allah (c.c.)’nun her yerde hazır bulunduğunu daima açıklamıştır. Allah (c.c.) ile kişisel iletişim ve ilgiyi anlattıktan sonra, kişinin atacağı ilk adım, kendi gelişiminde Allah’ı (c.c.) fark etmesidir. Kişi kendisiyle, en yüce duyguları bağdaştırmayı geliştirmeli, böylelikle o, Yüce Yaradanın varlığı konusunda bilgi ve deneyim kazanmış olur. Allah (c.c.) insanoğluna manevi bir irade bahşetmiştir.
Yüce Peygamber “lika”yı Allah (c.c.) ile kişisel ve manevi bir ilişki kurma olarak nitelendirmektedir. Herkim Allah’a (cc)’ya yönelirse, Allah (c.c.) da ona yönelir, kim O’na doğru bir adım atarsa, O da o kişiye doğru on adım atar. Kişi Allah’a (c.c.) doğru yürürse Allah (c.c.) da ona doğru koşacaktır. Bu konuda ancak acele eden kişi O’nu bulur. Kişi Allah (c.c.)’nun varlığını fark etmediği sürece O’nunla olan kişisel ilişkiden bir tat alamaz. Bu da ancak felsefi bir ilişkiden ileriye gidemez. Vâdedilen Mesih Hazretleri, bir insanın Allah (c.c.)’nun varlığını kendi zekâsıyla anlayabileceğini, fakat ilham almadan bütün nurdan nasibini alamayacağını ifade etmektedir. Materyalistler, Allah (c.c.)’nun evrensel belirtilerini akıllıca gözlemlemişler, fakat Yaradanın cansız, hareketsiz ölü olacağını iddia etmişlerdir.
Onlar bununla birlikte, O’nun var olabileceğini fakat bunun halen mümkün olmadığını söylemektedirler. Allah (c.c.) ile irtibat kurmanın ikinci, basamağı, kişinin kendi iç dünyasını, sürekli gelişmede değişmez ve kesin bir ilgi gerektiren güzel meziyetler ve ahlaki değerlerle süslemesidir. Bir keresinde bir İngiliz yazar, bir dükkâna girdiğinde çok güzel bir kız gördüğünü yazmıştır. O kıza ilk bakışta âşık olmuştu. Kız paketini yere düşürünce yazar hemen ileriye atılarak, paketi yerden alır ve kıza verir. Kız ona boş ve duygusuz bir sesle teşekkür eder. Yazar daha sonra aşkın ve sevginin bir an hissedilebildiği gibi bir anda da kaybolabileceğine kanaat getirdiğini belirtmiştir.
Yüzeysel güzellik yeterli değildir. Sevgi derin olmalıdır. Fakir bir genç kız, nasıl kendini yeni şartlara göre süsleyip donatırsa kişi de kendini Allah sevgisiyle donatmalıdır. Herkes güç ve yeteneğine uygun, Allah (c.c.)’nun sevgi, rıza ve rahmetini kazanacak şekilde kendisini manevi olarak donatabilir. Hatta bu manevi gelişmenin ilk basamaklarında bile Allah (c.c.) kendisini belli eder. Yaradan ile şahsi ilişkiyi geliştirmek isteyen herkese Allah (c.c.) kendi rahmetini yağdırır. Allah (c.c.) varlığını belli etmesiyle daha da ileriye gidilir.
Bu konuyu anladıktan sonra kişinin kendini geliştirmesi gerekmektedir. Mali işler, hanımlara karşı davranış biçimleri, erkeklerle olan ilişkiler, saygılı konuşma vs. gibi ahlaki değerleri içeren bir dizi uzun hutbeler serisi verdim. İşte bütün bunlar, ikinci yüzyıla girerken cemaat üyelerinin bu meziyetleri kendilerinde uygulamaları içindir. Üzerinde durduğumuz bütün bu prensiplerin yerine getirilmesi yalnızca belirli bir yüzyılda değil, her yüzyılda ve her zaman uygulanması gerekmektedir. Bunlar sonsuza kadar önemlidirler.
Eğer bir kişi bu maneviyattan haz duyamıyorsa kendisini manevi olarak geliştiremeyecek ve doğruluk yolunda gerileyerek farklı bir kişi olabilecektir. Yaradana daha çok yaklaşabilmek için kişi, istek ve arzularını daha çok arındırmalı, hanımla, kocayla, çocuklarla, akrabayla, arkadaşlarla olan ilişkilerini mükemmelleştirmelidir.
Kabalık ve teklifsizlik öldürücü bir zehirdir. Bu, arkadaşlığı tahrip eder. Yüce Kur’anda şöyle denilmiştir.
“Muhammed (s.a.v.) Allah’ın Resulüdür. Onun yanında olanlar kâfirlere karşı sert, kendi aralarında merhametlidirler.”
Bu ayet inanmayanlara karşı metanetli olmayı öğütler. Biz Ahmedi Müslümanlar özellikle bu Ramazan ayında iyi hal ve hareketler de bulunma konusunda birbirimizi bilinçli olarak uyarmalıyız.
Herkes Allah (c.c.) ile kalıcı bir ilişkiyi geliştirme ve kalpleri arındırma için niyazda bulunmalıdır.
Mesih’in IV. halifesi daha sonra, kişinin öncelikle kendini arındırdığı takdirde Allah(c.c.) nin varlığı ve rahmetine şahit olacağını vurgulamıştır.
Oruç tutulan mübarek Ramazan ayı sonunda herkesin kendi manevi gelişmesini ölçmesi gerekmektedir. Bu gelişme Ramazandan sonra da devam etmelidir. Burada kişi değişik nedenlerle gevşeklik gösterebilir. Fakat belli bir manevi olgunluğa eriştikten sonra artık gevşeklik ve vurdumduymazlıktan söz edilemez. Kişi zaman zaman yanılıp ta hataya düştükten sonra sebat gösterirse netice olarak amacına ulaşacaktır.
Ramazan ayı bittikten sonra kişi Allah(c.c.)’nun mübarek ay boyunca hissedildiği gibi, hala kendisi ile birlikte olup olmadığını yoklamalıdır. Eğer cevabınız hayır ise benim size mesajım, sizlerin manevi mücadeleye devam etmeniz olacaktır.
Allah (c.c.) Ahmediye cemaati üyelerinin “lika”nın gerçek anlamını kavramalarını ve onunla sonsuz ve kalıcı bir ilişki içinde olmalarını niyaz ederim.
Yaradan ile ne kadar çok yakın ilişki kurulursa, cemaat yeryüzünde manevi bir devrimi o kadar çabuk etkileyebilecektir. Böyle davranabilmek için Allah(c.c.) bizlere bu gücü versin. Âmin.
İSLAM’DA AHMEDİYE CEMAATİ BAŞKANI VE MEHDİNİN IV. HALİFESİ MİRZA TAHİR AHMET’İN
4 MART 1990 TARİHİNDE LONDRA CAMİİNDE VERDİĞİ CUMA HUTBESİNİN ÖZETİDİR.
ÇEVİREN: EMİNE ÇAKMAK SAHI