İslâm İle Kur’ân Sevgisi



Yüce Allah ve O’nun Yüce Resulü Muhammed-i Mustafa sevgisi dışında Hz.Ahmed’in İslâm ile Kuran-ı Kerim sevgisi de eşsizdir. Kendisi çocukluğundan beri gece gündüz Kuran-ı Kerim’i okur ve saldırganlara karşı İslâm dinini savunurdu.
İslâm dini ve Kuran-ı Kerim ile ilgili yazılarından bir derleme aşağıdadır:
İSLÂM
“İslâm nedir? Alevli bir ateştir ki, bütün süflî arzuları tutuşturup yok eder ve sahte tanrıları yakıp canımızı, malımızı ve namusumuzu Allah’a bir takdime olarak sunar. Bir çeşmedir ki, ondan yeni bir hayatın suyunu içeriz. İçimizdeki ruhanî kuvvetler bir zincirin halkaları kadar sağlam şeklide yekdiğeriyle birleşirler. Şimşeği andıran bir ateş içimizden fışkırır ve gökten bir ateş üzerimize iner. Bu iki atış birleşerek bütün süflî istek ve hevesleri, dünyevî arzuları ve masivâ (Allah’tan başka varlıklar) sevgisini yakıp kül eder. Daha önceki hayatımızın üstüne bir nevi ölüm çöker. Kuran’a bu hali İslâm kelimesi ifade eder. İslâm cismani ve nefsanî duyguların ölümüne yol açar. Daha sonra dua vasıtasıyla bize yen bir hayat bahşedilir.”[1]
“Allah yalnız İslâm dini içinde kuluna yaklaşarak kelamını ona söyler. O, kulu içinde konuyor ve onun kalbinde Kendi hanesini yaparak taht kurar ve onu göğe çeker. Daha evvel bütün seçkinlere bahşeylediği her türlü nimetleri ona da bahşeder. Ne yazık ki, dünya kördür ve insanın, Allah’a yaklaştığı takdirde, nelere erişebileceğini bilmiyor. İnsanlar Allah’a yaklaşmak için Allah yolunda tek bir adım atmağa bile itibar etmezler. Lâkin bu yolda kutsal yolculuğa çıkanları ya dalalet ehli ilen ederler veyahut ta Allah diye onlara taabbüd ederler (taparlar).”[2]
“İslâm, Allah’ın iradesi ile hizmetine tamamen bağlanma ve benliği tamamen unutma manasına gelir.”[3]
“İslâm diri bir dindir. Diri ile ölüyü biri birinden ayırabilen bir şahıs, İslâm’ı neden terk eder ve ölü bir dini niçin kabul eder?”[4]
“Halis bir şekilde Allah tarafından olan bir dinin, gerçekliğini ispat etmesi için Allah tarafından olduğuna dair mucizeler göstermesi ve Allah’ın mührünü yanında taşıması lazımdır ki halis olarak Allah tarafından olduğu anlaşılsın. İşte böyle bir din İslâm’dır.”[5]
“Allah’ı tanımak ve Allah’tan korkmak için, benzeri daha önce hiçbir zaman görülmemiş bir vesile olan birdin bize bahşettiği sebebiyle Yüce Rabbimiz’e binlerce şükürler olsun… İslâm öyle bereketli ve Rabbimiz’i gösteren bir dindir ki eğer bir insan içten ona bağlı olursa ve Allah’ın kutsal kitabı Kuran-ı Kerim’de bulunan talimat, hidayetler ile vasiyetlere (emirlere) uyarsa böyle bir insan bu maddi dünyada Yüce Rabbi’ni müşahede edebilir.”[6]
“İslâm’ın en büyük özelliği, bereketlerinin ahır zaman yayında olmasıdır. O yalnız geçmişteki hikâyeleri anlatmaz. Aksine İslâm daima mevcut olan bereketlerini ileri sürer.”[7]
“İslâm dini ilahi mucizeleri bakımından hiçbir asır karşısında mahçup değildir. İçinizde bulunduğunuz zamana bir dikkat ediniz. Bu zamanda bile isterseniz İslâm lehinde mucizelerini bizzat gördüğünüze dair şehadet edebilirsiniz. Doğru söyleyiniz; kendi zamanınızda İslâm’ın mucizelerini görmediniz mi? Öyleyse bu çeşit hazır mucizeleri olan ve lehinde böyle hazır şehadetler bulunan başka hangi din dünyada mevcuttur?”[8]
“İslâm ne demektir? Allah uğruna fena olmak ve Allah rızasına mukabil, insanın kendi isteğinden vazgeçmek demektir.”[9]
“Arapça lugatına göre İslâm bir şeyin fiyatını peşin ödemek, bir insanın kendi işini başkasına üstlemek, barışı istemek yahut ta bir anlamazlık veya düşmanlıktan vazgeçmek demektir.İslâm’ın bir terim olarak Kuran-ı Kerim’de belirtilmiş olan manalarına göre bir Müslüman, bütün vücudunu Allah yolunda teslim eden, yani vücudunu Allah uğruna ve Onun iradelerine boyun eğmek üzere, yalnız Onun rızasını kazanmak için vakfeden. Daha sonra Allah rızası için hayırlı işlere bağlı kalan ve vücudunun bütün fiilî kuvvetlerini Onun yolunda sarf eden; kısacası itikat ve amel bakımından ancak ve ancak Allah’a bağlanan bir kimse demektir.”[10]
“İslâm’ın gerçeği şudur ki kurbanlık bir koyun gibi Allah önünde kendi boyunu koymalı. Bütün iradelerini terk etmeli ve Allah’ın iradesi ve Onun rızası içinde kendini kaybetmeli. Allah’ın içine kendini kaybederek kendi üzerine ruhani bir ölüm gerçekleştirmeli ve Onun şahsi sevgisine tam manasıyla renklenerek, başka herhangi bir sebepten değil, yalnız Onun sevgisi iktizasınca Ona itaat etmeli. Ancak Onunla gören gözlere, ancak Onunla işiten kulaklara, tamamen Ona yönelen kalbe ve Onun konuşturmasıyla konuşan dile sahip olmalı.”[11]
“İslâm’ın hakikati çok yücedir. Hiçbir insan bütün vücudunu, bütün kuvvetleri, istekleri ve iradeleriyle birlikte Allah’a teslim etmedikçe ve benliğini de bütün özellikleriyle birlikte terk ederek Allah yolunda ilerlemedikçe şerefli “ Ehl-i İslâm” lakabıyla nitelendirilemez. Bir şahsın gafilâne hayatında şiddetli bir inkılap gerçekleşerek nefs-i ammare (kötülüğe sevk eden nefs)sinin varlığının izleri o nefsin bütün his ve istekleriyle birlikte yok olmalı. Böyle ruhani bir ölümden sonra o şahıs muhsin billah (Allah için hayır işleyen) olsun diye ruhani olarak yeni bir hayata kavuşmalı. Yeni hayatı da öyle temiz olmalı ki içinde yaratana itaat ve mahlukatın dertlerine ortak olmak dışında başka hiçbir şey belli olmamalı. Bir şahısa gerçek anlamda işte bu durumda Müslüman denir.”[12]
“Bir insanın vücudu batınî ve zahirî (iç ve dıştaki) kuvvetleriyle birlikte yalnız Allah için ve Onun yolunda vakıf olmalıdır. Allah’ın bahşettiği bütün emanetler tekrar o Gerçek Bahşedici’ye teslim edilmelidir. Yalnız itikat bakımından değil amelî (fiil olarak) bir şekilde bile İslâm ve onun tam hakikatinin tam şekli gösterilmelidir. Yani İslâm’a inandığı iddia eden şahıs, elleri ve ayakları, kalbi ve beyni, aklı ve zekası, gazabı e acıması, hilmi ve ilmi, bütün ruhani ve cismani kuvvetleri, şerefi, malı, rahatı, eğlencesi, başındaki saçlardan ayaklarının tırnaklarına kadar iç ve dıştaki bütün varlıkları, hatta niyetleri, kalp düşünceleri ve nefsinin hisleri kısacası bütün varlığının Allah’a, bir insanın organlarının ona tabi oldukları gibi tabi olduğunu ispat etmelidir. İslâm’ın hakikati işte böyle bir durumda bir şahıs içinde gerçekleşebilir.”[13]
KURAN-I KERİM:
Her çeşit hayır ve iyilik Kuran’dadır. Onun dışında hiçbir yerden hayır bulmak mümkün değildir.”[14]
“Kuran bir inçiler hazinesidir, fakat insanlar ondan haberdar değildirler.”[15]
“Kuran-ı Kerim, doğruluğunun ışıkları ve Allah tarafından olduğunu kanıtlayan delilleri, yalnız bir yahut iki yönden değil, binlerce yönden belirmekte olan ışıldayan bir inci ve parlayan bir güneştir. O letafeti ve güzelliğiyle her basiret sahibinin (gerçeği kalbiyle hissederek anlayanın) kalbini çekmektedir. Onun büyük bir özelliği de, bütün hidayetleri ve yücelikleri hakkında kendisinin bir iddiada bulunarak, o iddianın ispatını da kendisinin ileri sürmesidir. Bu büyüklük başka hiçbir kitaba naip olmamıştır.”[16]
“Vahiye dayanan kitapların en yücesi, en yüksek dereceli, en eksiksiz ve tüm, en mükemmel ve Hatem-ül Kütüp ancak Kuran-ı Kerim’dir. İşte ümm-ül kütüp (bütün ilahi kitapların özü) de ancak odur. Gerçek ve tama olarak vahiy lisanıyla inen kitap da ancak Kuran’dır.”[17]
“Kuran-ı Kerim kendi talimatı, hikmet dolu bilgileri, ince marifetler, kamil ve tam belagatı (retoriği) bakımından bir mucizedir ve Musa’nın mucizesinden daha fazla; İsa’nın mucizelerinden de yüzlerce daha fazla (bir mucizedir).”[18]
“Ben genç idim; şimdi ise yaşlanmış bulunuyorum. İnsanlar isterlerse hiç dünya işlerine dalmadığımı; daima dini işlerler ilgilendiğimi şehadet edebilirler. Ben isimi Kuran olan bu yüce kelamı son derce pak ve temiz, ruhani hikmetlerle dolu buldum. Her hangi bir din bir bereket uğruna seçilir. İşte bu kelam o bereketi sonunda insan kalbine indirir ve onu ilahi kereme sahip yapar.”[19]
“Kuran-ı Kerim, yüceliklerini, hikmetlerini, doğruluklarını, belagatını, ince ve latif nüktelerini ve ruhani nurlarını bizzat kendisi iddia eden bir kitaptır. Kuran-ı Kerim böylece eşsiz olduğunu bizzat kendisi belirtmiştir. Yalnız Müslümanlar sırf kendi fikirlerine göre onun meziyetlerini (özelliklerini) illeri sürmemişlerdir. Aksine Kuran-ı Kerim, üstünlüklerini ve mükemmelliklerini bizzat kendisi belirtmekte ve bütün mahlukata karşı eşsiz ve benzersiz olduğunu iddia etmektedir. O yüksek sesle, “Benimle yarışacak birisi var mı?” diyerek meydan okumaktadır. Onun ince nükteleri ve gerçekleri yalnız bir kaç tane değil ki bilgisi az olan birisi şüphe bile etsin. Aksine olarak, onun dakik (ince) nükteleri uçsuz bucaksız bir deniz gibi coşmaktadır. Gökyüzündeki yıldızlar gibi her ne tarafa bakarsanız ışıldadıklarını görürsünüz. İçinde bulunmayan hiçbir gerçek yoktur. İfadeleri kapsamı dışında olan hiçbir hikmet yoktur. Ona tabi olarak elde edilmeyen hiçbir nur yoktur. Bütün bu sözler delilsiz değildir.”[20]
“Kuran-ı Kerim’in bizzat bir mucize olduğu açıktır. Mucize oluşunun kuvvetli sebeplerinden birisi de şudur ki o sonsuz gerçekleri kapsamaktadır. Ancak o gerçekler zamansız belli olmaz. Zamanın meseleleri ve baş gösterdikçe içindeki o gizli nükteler ortaya çıkar.”[21]
“Kuran-ı Kerim, benzeri ne daha önce görüldük ne de daha sonra, hiçbir zaman görülmeyecek bir mucizedir. Onun feyiz ve bereketleri kapısı daima açıktır ve o Hazret-i Resulüllah zamanında olduğu gibi daima her zaman açık ve parlaktır….. Allah’ın vahyi her kime gelirse, o kişi her ne kadar yüce himmetli olursa ona gelen vahiy de aynı seviyede olacaktır. Hazret-i Resulüllah’ın himmeti ve kabiliyeti ve de irade gücü çok geniş olduğundan kendisine gelen ilahi kelam bile aynı seviyededir. Böylece yüce himmetli ve yüksek havsalalı (anlayışlı) başka bir kimse hiçbir zaman doğmayacaktır.”[22]
“Kuran-ı Kerim’in talimatı son derece pak ve temiz ve de tamdır. O insanlık ağacının her dalını besler. Kuran yalnız bir yöne ağırlık vermez. Aksine o duruma göre faydalı olabilmek şartıyla bazen affetmeyi ve bağışlamayı öğretmekte, bazen de durum ve zamanın icabına göre suçlunun cezalandırılmasını emretmektedir.”[23]
“İnsanların kalbindeki gizli sırlarını bile en iyi bir şekilde bilen Allah şahidim olsun ki, eğer bir kimse Kuran-ı Kerim’in talimatında bir zerrenin binde biri kadar bile bir eksiklik ispat edebilirse yahut ta ona mukabil herhangi bir kitabının, Kuran talimatına ters düşen ve ondan daha iyi olan zerre kadar bir özelliğini bile gösterebilirse, ben ölüm cezasını dahi kabul etmeye razıyım.”[24]
“Kuran-ı Kerim hatem-ül kütüptür (en mükemmel ve tam bir kitaptır). Artık Kuran’da bir hareke yahut bir nokta eksiltip arttırmamıza bile yer yoktur.”[25]
“Kuran-ı derin hikmetlerle doludur ve gerçek iyiliği öğretmek konusunda her emrinde İncil’den daha ileri adım atmaktadır. Özellikle doğru ve değişmez ilahı görmenin çerağı (lamba, kandil) ancak Kuran’ın elindedir. Eğer Kuran dünyaya gelmemiş olsaydı, Allah bilir dünyada mahlukata tapanların sayısı nereye varırdı. Allah’a şükürler olsun ki yeryüzünden kaybolmuş Allah’ın birliği tekrar ikame edilmiş oldu.”[26]
“Bize Kuran’ı bağışlayan Rahman Rabbimiz’e şükürler olsun; Daha önce hep goncalar vardı. Şimdi artık ilk açılan gül işte o dur.Yusuf’un güzelliği çok çekiciydi derler;Ancak güzellik ve çekicilikte hepsinden üstün olan odur.Yusuf’un bir kuyuya düştüğünü duymuşsunuz;Bu (Kuran) insanı kuyudan çıkarabilir. Bunun sadâsı (çağrı) da ancak budur. Kalbimde her zaman bir tek temenni vardır. O da şudur ki senin kitabını öpeyim; Kuran etrafında tavaf edeyim (dolaşayım), Benim Kabem ancak odur.”[27]
[1] İslâmi Usul Ki Filasafi; s.80
[2] İslâmî Usul Ki Filasafi; s.127
[3] İslâmî Usul Ki Filasafi; s.10
[4] Hakikat-ül Vahiy; s.176
[5] Çeşme-i Mesihi; s.19
[6] Berahin-i Ahmediye; c.V; s.16
[7] Ayna-yı Kemalat-i İslâm; s.246
[8] Kitab-ül Beriye; s.92
[9] Dürr-i Semin
[10] Ayna-yı Kemalat-i İslâm; s.57
[11] Lecture Lahore; s.20
[12] Ayna-yı Kemalat-i İslâm; s.61
[13] Ayna-yı Kemalat-i İslâm; s.59
[14] Tezkire; s.90
[15] Melfuzat; c.2; s.344
[16] Minen-ür Rahman; s.1
[17] Minen-ür Rahman; s.3
[18] Tebliğ-i Risalet; c.VI; s.18
[19] Sanatan Daram; s.6-7
[20] Berahin-i Ahmediye; c.IV; Haşiye No.11; s.553-556
[21] İzale-ı Evham; c.II s.679
[22] Melfuzat; c.III; s.57
[23] Çeşm-i Mesih; s.12
[24] Berahin-i Ahmediye; c.III; Haşiye No. II; s.268
[25] Melfuzat; c.VIII; s.245
[26] Tühfe-i Kayseriye; s.30
[27] Durr-i Semin