Seyyidna Hazret Halifetü’l Mesihi’l Hamis Atba, 16 Aralık 2016’da Londra’daki Beyt-ül Futuh camiinde Cuma hutbesi irşad etti. Hutbe, çeşitli dillerdeki tercümesi ile birlikte MTA’da canlı olarak yayınlandı.
Teşehhüd, taavvuz ve Fatiha suresinden sonra Huzur-i Enver (atba) şöyle dedi:
Bugünlerde Rebiül evvel ayından geçiyoruz. İslam dünyası, özellikle de Pakistan ve Hindistan’da bu ay, şu bakımdan önemlidir ki bir araştırmaya göre 12 Rebiülevvel tarihinde Resulüllah (sav) doğmuştu. Hz. Sahipzade Mirza Beşir Ahmed, “Siret Hatem-ün Nebiyyin” de şunu yazmıştır: Mısırlı bir alimin araştırmasına göre Peygamber Efendimizin doğumu 9 rebiülevvele denk gelmektedir. Her ne olursa olsun Rebiülevvel ayı, bizim Efendimiz ve tabi olduğumuz Hz. Muhammed Resulüllah’ın (sav) doğduğu aydır. Fakat Müslümanların durumu ne üzüntü vericidir ki, kutladıkları gün, Muhsin-i İnsaniyet ve Rahmet-ül lilalemin’in (sav) doğumunun sevincidir ama kendi aralarında kalpleri “Kulubüküm şetta” yani “kalpleri parçalanmıştır” ayetinin örneği haline gelmiştir.
Allah-u Teala, Müslümanların birbirleri arasındaki ilişkinin özelliğini “ruhemau beynehüm” yani “kendi aralarında çok merhametli” diye tanımlamıştır. Ancak, merhamet şöyle dursun, çoğu birbirinin kanına susamıştır. Hergün, binlerce Müslümanın diğer Müslümanların elinden katledildikleri haberleri gelmektedir. Ve bu, Allah ve O’nun Resulü’nün (sav) nefret ettiği şeydir. Müslüman Müslümanı öldürüyor ve bunu Allah ve Resulü (sav) adına yapıyor. O Rabbül alemin, Rahman, Rahim Allah adına, o Rahmetül lilalemin olan Resul’ün (sav) adına zulüm ve barbarlığın örnekleri sergilenerek çaresizler, kadınlar, çocuklar, masumlar, evlerinden çıkarılıp evsiz bırakılıyor, açlık ve çıplaklığa maruz bırakılıyor, katlediliyor. Öyle ki bütün bunlar Allah ve O’nun Resulü (sav) adına son derece utanmazlıkla yapılıyor. Allah-u Teala buyurdu ki, bir Müslümanı bilerek öldürmek sizi cehenneme götürecektir, herhangi bir masumu öldürmek neticesinde siz cehennem ateşinden kurtulamayacaksınız. Fakat bu din müteahhitleri ve menfaatperest liderler, sade ve az bilgili halka cennet hırsı verip bu gibi işlerin içine atıp duruyorlar.
Bu insanlar İslam’ın adını o kadar kötüye çıkardılar ki bugün gayri müslim dünyada İslam’ın adı anılır anılmaz gayri Müslimlerin zihninde oluşan düşünce zulüm ve barbarlıktır. Bir de şu var, bu sözde Müslüman liderler yahut ulemalar bir araya gelip aralarında konuştukları ve telkin ettikleri yardımlaşma ise Allah ve O’nun Resulü’nün (sav) men ettikleri şeylerdir.
Allah’ın Resulü (sav) şöyle buyurmuştu: Müslümanların durumu, kalplerinin birbirinden ayrılıp parçalandığı bir hale geldiğinde, “Kulubüküm şetta” olduğunda, Müslümanlar birbirinin boynunu vurduğunda; Müslümanlar hidayet bulmak için, yanlarında hidayet olduğunu zannettikleri sözde ulemanın yanına gidecekler. O sözde ulemalar da aynı şekilde Allah’tan uzaklaştıran işlerle meşgul durumda olacaklar, hatta onların hali normal halktan daha kötü olacak. Resulüllah (sav) buyurdu ki:
yani: onların din bilginleri, gök altındaki mahlukatın en kötüsü olacaklar. Neden? Çünkü, onlar fitne yaratanlar olacaklar, her fitne onlardan çıkacak. İşte biz bugün çoğunlukla bu din bilginlerini görmekteyiz. Bunlar ateşten kurtarmak yerine, ateşi tutuşturanlardır.
Resulüllah (sav) bu durumun resmini çekerek buyurdu ki, böyle bir durumda İslam’ın derdini taşıyan Müslümanlar ümitsiz olmasınlar. O durumda Vadedilen Mesih ve vadedilen Mehdi gelecek. O, itaat ettiği Efendisi’nin (sav) tam bir kölesi olarak Müslümanlara da gayrimüslimlere de İslamiyetin gerçek talimatını gösterecek ve İslam’ın güzel ve aydınlık öğretisiyle dünyayı apaydın kılacak ve tek ümmet yapacak. Ancak daha önce de söylediğim gibi bu ulema inkarcıdır, insanlara da, Müslümanların imamlarına da yanlış sözler söyleyerek fesat yaratmaya çalışırlar, insanların duygularıyla oynarlar ve o sözleri fesat yaratmak için söylerler ki onların aslı astarı yoktur.
Hz. Resulüllah (sav) “Hatemün nebiyyin”dir ve şeriat kendisiyle birlikte tamamlanmıştır, inancı, her Müslümanın inancıdır ve ona kesin olarak iman etmedikçe hiçbir Müslümana Müslüman dahi denemez. Ancak bu fitneci mollalar, “Ahmediler hatmi nübüvvet inancına iman etmezler,” diyerek halkın hislerini kışkırtırlar. Bu durumda “İnna Lillah” okuyup “lanetullahi alelkazibin” Allah’ın laneti yalancıların üzerine olsun demekten başka ne diyebiliriz.
Birisi kendine Ahmedi dediği halde, Resulüllah’ın (sav) Hatemünnebiyyin olduğuna iman etmiyorsa o fasık ve günahkardır, İslam dairesinin dışındadır ve Müslüman Ahmediye Cemaatinin böyle birisiyle hiçbir bağı yoktur. Şu kesindir ki Ahmediler, “Hatemünnebiyyin”in, bizzat Resulüllah (sav) ve Kuran-ı Kerim’de Allah-u Teala’nın beyan ettiği manasını kabul ederler. Bu mana şudur: Şimdi Resulüllah’ın (sav) köleliği dışında ve onun getirdiği şeriatın dışında hiçbir nebi gelemez. Bir yerde Resulüllah (sav) şöyle buyurdu: Ebubekir bu ümmetin en faziletlisidir, ancak Allah tarafından gönderilmiş bir nebi olursa o hariç. İşte, Peygamber Efendimiz (sav) nübüvvet yolunu kapatmadı ancak Resulüllah’ın (sav) sınırlarından dışarı çıkarak hiçbir nebi gelemez, herhangi bir yeni şeriat gelemez. Bizler hz. Mirza Gulam Ahmed’i (as) mesih ve mehdi olması hasebiyle nebi olarak da inanıyorsak, Resulüllah’ın (sav) tam bir kölesi olarak inanıyoruz. Ve bu, eski ulemaların da inancı idi. Biz Mirza Gulam Ahmed’e (as) vadedilen mesih kabul ederek nebi derecesi veriyorsak bu, Resulüllah’ın (sav) köleliğinin altındadır.
12 Rebiülevvele dayanarak namus-i risalet ve hatminübüvvet adı altında Pakistan’da birkaç gün önce Dev-ül Miyal’da serseriler ve mollalar birleşerek bir yürüyüş yaptılar, bizim camimize saldırdılar. Camide Ahmediler vardılar ve onların içeri girmesine müsaade etmediler, kapılar kapalıydı. Ancak polisin sözü ile Ahmediler kapıyı açtılar ve polisin camiyi koruyacağız garantisi ile açtılar. O zaman o azgınlar camiye girdiler, polis bir tarafa çekildi ve onlar caminin eşyalarını dışarı çıkararak ateşe verdiler. Böylece onlar kendi zanlarına göre İslamiyet’e çok büyük hizmette bulundular. Her ne olursa olsun bizler kanunlara karşı gelecek değiliz ve gelmeyiz. Maddi şeylere gelince onlar bizim umurumuzda bile değil. Tamam, zarar verdiniz, verin. Ama inancımıza, Resulüllah’a (sav) kesin imanımıza ve kalplerimizdeki tevhid ateşine gelince, biz canlarımızı feda edebiliriz ama o inancı bırakanlar değiliz. “La ilahe illallah muhammed-ur resulüllah”ı ilan etmekten asla geri durmayacağız. Biz daima bunu söyleyegeldik ve bunun için fedakarlıklar yapageldik.
Bu insanlar adet olarak mevlid kutlarlar, adet olarak bir araya gelirler, konuşmalar yaparlar. Onların çoğunun yaptıkları Pakistan’da Ahmedilere küfür etmekten başka bir şey olmaz. Geçici olarak bu coşkuyu ortaya koyarlar, küfürler savurarak İslamiyete çok büyük hizmette bulunduklarını zannederler. Ama Ahmediler, asıl hizmet sorumluluğunu, hz. Mesih-i Mevud (as) davasını ilan ettiği zaman yüklendiler. Kendisi, tevhidi ve Resulüllah’ın (sav) saygınlığı kökleştirmek için ben geldim, İslamiyetin ikinci yükselişi benim vasıtamla olacaktır, buyurdu.
Daha sonra ikinci hilafet döneminde, gayrimüslimler Resulüllah (sav) aleyhinde kitaplarda, gazetelerde beyhude sözler söylediler, son derece pis bir dil kullanarak yazılar yazmaya başladılar. O zaman Vadedilen Mesih’in ikinci Halifesi, Hindistan’da büyük çaplı siret-ün nebi konferansları düzenledi. Ve Ahmedi ve gayri ahmedi Müslümanlara şöyle dedi: Şimdi ihtilafları bir tarafa bırakıp birleşerek İslamiyeti ve Resulüllah’ı (sav) savunun. Böylece kendisi geniş çaplı bir planlamayla bu konferansları başlattı.
Resulüllah’a (sav) kamil iman etmek ve onun onurunu ve şerefini savunmak Müslümanların imanlarının bir parçasıdır. Hz. Muslih Mevud (ra) dedi ki, Resulüllah’ın (sav) ihsanları bütün dünya üzerinedir, kendisi Rahmet-ül lilalemin’dir. O yüzden saygın gayrimüslimler de Resulüllah’ın (sav) güzel ahlakını anlatsınlar. Nitekim, birçok okur yazar gayrimüslim, Resulüllah’ın (sav) güzel ahlakı üzerine makaleler yazdı. Bunlara Hindular da dahildir. Kadiyan’da ilk (Siret-ün Nebi) toplantısı yapıldığında, 1928’de Hindu şairlerin iki şiiri de o toplantıda okundu. Hindistan’ın tamamında Hz. İkinci Halifenin teşviki ile siret-ün Nebi konferansları düzenlendi ve görüş ve inanç farklarına rağmen birçokları bu planı ve çabaları başarılı kıldı. Gazeteler bununla ilgili yorumlar yazdılar, haberler yayınladılar. Alfazl gazetesi o zaman Hatem-ün Nebiyyin özel sayısı yayınladı. Bundan sonra Müslüman Ahmediye Cemaati düzenli olarak siret-ün nebi toplantıları düzenler. O’nun (hz. Muslih Mevud ra) belirlediği dört beş önemli noktadan biri de şuydu ki, sadece 12 Rebiülevvel yerine bütün yıl boyunca değişik zamanlarda siretün nebi toplantıları yapılmalı. Velhasıl bu Ahmediye Cematinin tarihidir ve şimdi Allah’ın lütfu ile Ahmediye Cemaatinin kurulmuş olduğu dünyanın iki yüzden fazla ülkesinde bu toplantılar düzenlenmektedir. Ve inşallah Ahmediler, Hatmi nübüvvetin gerçek idrakine daima vakıf olarak kalacaklar ve Resulüllah’ın (sav) gerçek makamını dünyaya göstermeye devam edecekler. Bunun sebebi şudur: Bize, bu çağın İmamı, Vadedilen Mesih ve Mehdi buyurdu ki “Eğer Hüda Teala’ya ulaşmak isterseniz hz. Resulüllah’ın (sav) eteklerine yapışın ki şimdi kurtuluşun yolu odur ve ondan başka vesile yoktur.
Hz. Mesih-i Mevud (as) asla kendi kendinin büyüklüğünü ispatlamadı, daima hz. Resulüllah’ın (sav) yüceliğini beyan etti. Bizim, hz. Resulüllah’ı (sav) hatem-ün nebiyyin olarak kabul etmediğimiz suçlamasını reddederek kendisi şöyle der: Şunu da unutmamak lazım ki, bana ve benim cemaatime karşı ileri sürülen, bizim hz. Resulüllah’ı (sav) hatem-ün nebiyyin olarak kabul etmediğimiz suçlaması, çok büyük bir iftiradır. Biz öyle bir kuvvet, kesinlik, marifet ve basiret ile hz. Resulüllah’ı (sav) hatem-ül enbiya olarak kabul ediyoruz ve kesin inanç taşıyoruz ki diğerleri bunun yüz binde biri kadar dahi inanmazlar. Onların böyle bir kabiliyeti dahi yoktur. Onlar Hatem-ül Enbiya’nın hatem-ün nebiyyin oluşundaki sırrı kesinlikle anlamazlar. Onlar sadece atalarından bir kelime duymuşlardır, ancak onun hakikatinden habersizdirler ve hatmi nübüvvetin ne olduğunu ve buna inanmanın anlamını bilmezler. Ancak, Allah-u Teala iyi bilir ki biz, tam bir basiret gözüyle hz. Resulüllah’ın (sav) hatem-ün nebiyyin olduğuna kesin olarak inanırız. Hüda Teala, Hatmi nübüvvetin hakikatini bize öylesine ayan etti ki bize içirilen bu irfan şerbetinden özel bir lezzet almaktayız ki bu çeşmeden içirilenler dışında hiç kimse onu tahmin bile edemez.
Kısacası, bizim hatmi nübüvveti inkar ettiğimizi zannedenler kendileri kördür, kalpleri bomboştur, naralar atmak, fitne fesat ve kırıp dökmekten başka onların elinde ne vardır ki. Şimdi İslam’ın mesajını dünyaya Ahmediye Cemaatinin yayıyor olması, hz. Resulüllah’ın (sav) kendi ümmeti için ettiği dualardan Ahmediye Cemaatinin hissedar olduğuna yeterli delil değil midir?
Allah-u Teala bize, Hatem-ül Müminin, Hatem-ül Arifin ve Hatem-ün Nebiyyin olan o yüce Nebi’yi (sav) bahşetti ve aynı şekilde, cami-ul Kitap (bütün İlahi kitapları içinde toplayan) ve Hatem-ül Kütüp (bütün İlahi kitapların en üstünü) olan Kitabı indirdi. Hz. Resulüllah (sav) Hatem-ün Nebiyyin’dir ve hz. Resulüllah (sav) ile nübüvvet sona erdi demek, sanki birisinin boğazını sıkarak sona erdirmek gibi nübüvvetin sona ermesi demek değildir. Bu şekilde sona ermek, gurur duyulacak bir şey değildir, bilakis hz. Resulüllah (sav) ile birlikte nübüvvetin sona ermesinden murad, tabii olarak hz. Resulüllah (sav) ile nübüvvetin kemalatlarının sona ermesi demektir, yani Hz. Adem’den (as) Hz. İbni Meryem’e (as) kadar nebilere ayrı ayrı verilen bütün kemalatların tamamı hz. Resulüllah’da (sav) toplandı ve böylece kendisi tabii olarak Hatem-ün Nebiyyin oldu. Ve aynı şekilde o kollektif talimat ve değişik İlahi kitaplarda gelen marifetler gelip Kuran-ı Kerim’de son buldu, böylece Kuran-ı Kerim hatem-ül Kütüp oldu.
Velhasıl, düşmanlar bize ne isterlerse söyleyedursunlar, bize hangi suçlamayı yakıştıracaklarsa yakıştıra dursunlar. Bizim kalplerimizde hz. Resulüllah’ın (sav) muhabbeti vardır ve biz onun Hatemün nebiyyin oluşunun idrakine herkesten daha fazla sahibiz ve bunların hepsini bize hz. Mesih-i Mevud (as) verdi.
Allah lütfetsin ki bizler, düşmanın her saldırısından ve her zulmünden sonra eskisinden daha fazla imanda ilerleyenler olalım ve Hz. Resulüllah’a (sav) eskisinden daha fazla salavat gönderenler olalım. Böylece Müslümanlara da onun bu makamının gerçek idraki nasip olsun. Yolunu şaşırmış olan Müslümanlar da doğru yola gelsinler ve dünyada İslam’ın güzel talimatı yayılsın.
Kaynak: http://www.alislam.org/friday-sermon/2016-12-16.html