Hz. Halifetü’l Mesih 5 (Allah yardımcısı olsun) 28 Haziran 2024’te İslamabad Mübarek camisinde Cuma Hutbesi verdi. Hutbe çeşitli dillerde tercüme ile MTA televizyonunda canlı olarak yayınlandı. Huzur-i Enver (aba) Teşehhüd ve Fatiha Suresini okuduktan sonra şöyle dedi:
Beni Nazir ile yapılan savaştan bahsediyordum. Bu konuda hz. Mizra Beşir Ahmed Bey, “Siret Hatemü’n Nebiyyin” kitabında şöyle yazdı: Hz. Resulüllah (sav), Beni Nazir’in kalelerine doğru yola koyulduğunda kendi yerine Medine’de Abdullah ibni Mektum’u namaz imamı olarak görevlendirdi ve kendisi sahabelerden bir grup ile Medine’den çıkıp Beni Nazir’in yerleşimini kuşattı. Beni Nazir, o zamanın savaş usullerine göre kalelerine kapandılar. O durumda Abdullah bin Übey bin Selül ve diğer Medineli münafıklar Beni Nazir’in reislerine şu mesajı gönderdiler: “Siz Müslümanlar karşısında asla ezilmeyin, biz size destek olacağız ve sizinle birlikte savaşacağız.”
Ancak fiilen savaş başladığında münafıklar, hz. Resulüllah’a (sav) karşı açık açık meydana çıkmaya cesaret edemediler. Aynı şekilde Müslümanlara karşı Beni Nazir’e yardım etmeye Beni Kureyza’nın da yüreği yetmedi.
Velhasıl, Beni Nazir Müslümanların karşısına çıkmadı ve kalelerine kapanıp kaldılar. Kaleleri o zamana göre çok sağlam olduğu için onlar, Müslümanların kendilerine hiçbir zarar veremeyeceğinden ve eninde sonunda usanıp kuşatmayı bırakacaklarından emindiler. Fakat Peygamber Efendimiz (sav) kuşatmayı sürdürdü.
Kuşatma altı gün; başka bir rivayete göre de on beş gün sürdü. Yirmi gün, hatta yirmi üç gün sürdüğü de rivayet edilmiştir.
Birkaç gün geçince Peygamber Efendimiz (sav), kalelerin dışındaki hurma ağaçlarından bazılarının kesilmesini emretti. Bunlar genellikle insanların yiyemeyeceği, line türünden hurma ağaçlarıydı. Yahudiler bu ağaçları kendilerine siper edinip kalelerin duvarlarından ok ve taş yağdırıyorlardı. Bu yüzden Peygamber Efendimiz (sav), Beni Nazir korksun ve kalelerinin kapısını açsın; Böylece birkaç ağaca zarar vermekle birçok insanın canına gelecek zarar ve memlekette ortaya çıkacak fitne fesat engellensin, diye o ağaçların kesilmesini emretti.
Anlaşılıyor ki Allah-u Teala’nın özel emrine bağlı olarak Peygamber Efendimiz o ağaçların kesilmesini emretmişti. Nitekim bu tedbir işe yaradı ve henüz altı ağaç kesilmişti ki Beni Nazir ah vah çığlıkları atmaya başladılar. Herhalde onlar, Müslümanların, meyve veren ağaçlar da dahil olmak üzere bütün ağaçları keseceklerini zannettiler. Genel olarak Müslümanların, düşmanın meyve ağaçlarını kesmesine izin yoktu. Her neyse, Beni Nazir korkuya kapıldı ve şartlarını bildirerek kalelerinin kapısını açmaya razı oldular. Şartları, eşyalarını alıp emniyet içinde oradan gitmelerine izin verilmesiydi. İşte bu, Peygamber Efendimizin onlara başta sunduğu şarttı. Çünkü Peygamber Efendimizin niyeti sadece emniyeti sağlamaktı. Peygamber Efendimiz (sav), Müslümanların bu savaş için katlandıkları sıkıntı ve yaptıkları harcamayı göz ardı ederek yine de Beni Nazir’in şartını kabul etti. Hz. Muhammed bin Mesleme’yi (ra), Beni Nazir’in onun gözetimi altında emniyet içinde Medine’den gitmeleri için görevlendirdi. Yahudilerin çaresizliği ve onların bizzat kendilerinin sürgün edilmeyi talep etmeleri hakkında ilaveten şöyle yazdı: Müslümanlar bu kabilenin ağaçlarını yakarak onları daha da kaygıya düşürdüler. Allah-u Teala kalplerine korku saldı ve onlar silah bırakmaya razı oldular.
Onların sürgün edilmeyi talep etmeleri üzerine Peygamber Efendimiz (sav) şu hükmü verdi: “Medine’den çıkın gidin, canlarınıza zarar gelmeyecek. Eşyalarınızı yükleyebileceğiniz develerinizi de alıp götürün. Sadece silahlarınızı alamazsınız.”
Hz. Resulüllah’a (sav) iftira atmak isteyenlerin bunu görmesi lazım: Sözleşmeyi çiğneyen, memleketin yöneticisi olan hz. Resulüllah’ı defalarca öldürme planı yapan ve fiilen buna çabalayan, silahlanarak isyana kalkan ve kendilerine sunulan emniyet ve barışı kibirli bir şekilde reddeden bu Yahudileri, Peygamber Efendimiz yakalamıştı. Fakat buna rağmen Peygamber Efendimizin barış severliği, sulhtan yana oluşu, insanlığa olan merhamet ve şefkati o kadar acayip bir şan ve şevket ile görülmektedir ki onların oradan emniyet ve güven içinde gitmelerine izin verdi. Merhamet ve ihsanlarının alemi o kadar geniş idi ki, silahlar ve teçhizat hariç, götürmek istedikleri her şeyi götürmelerine izin verdi.
Peygamber Efendimiz, sürgünle ilgili dört şart koymuştu:
1- Beni Nazir, Medine-yi Münevvere’den nereye isterse göç edebilir.
2- Sürgüne giderken tam anlamıyla silahsız olacaklar.
3- Ne kadar eşyalarını götürebilirlerse alıp götürebilirler.
4- Yahudiler götürebildikleri kadar eşyayı götürdükten sonra kalan menkul ve gayrimenkuller Müslümanların olacak.
Bu durumda Yahudiler başka bir bahane ileri sürdüler ve birçok insan bize borçlu ve belirli bir süre sonra bu borcu ödemeleri gerekiyor, dediler. Bundan gayeleri Medine’de biraz daha kalma fırsatı bulmaktı. Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurdu: Faizi kaldırmak suretiyle borcu azaltın ve acele edin. Böylece onların alacaklı oldukları miktar ödendi.
Yahudiler sürgün edildikleri zaman, kadınlar ve çocukların yanı sıra, altı yüz deveye, taşıyabildikleri kadar eşyaları da yüklediler.
Hz. Mirza Beşir Ahmed Bey, Yahudilerin sürgünü ile ilgili şöyle yazdı: Beni Nazir, evlerini kendi elleriyle yıkarak, kapılarını, kapı çerçevelerini ve tahtalarını söküp yanlarına aldılar. Bu insanlar, Medine’den bir düğün alayı gibi şarkılar söyleyip çalgılar çalarak ayrıldılar. Tabii ki onların savaş araç gereçleri, taşınmaz malları, yani bağları vesaire Müslümanların eline geçti. Bu mallar fiilen bir savaş olmaksızın ele geçtiği için İslam şeriatına göre onun paylaşımı sadece hz. Resulüllah’ın (sav) elindeydi. Peygamber Efendimiz bu malları daha çok fakir muhacirler arasında taksim etti. Bu muhacirlerin geçim yükü halen ilk muvahat (cemaat kardeşliği) bağından dolayı Ensar’ın topraklarına bağlı idi. Bu şekilde dolaylı olarak Ensar da bu ganimet mallarından hisse almış oldu.
Beni Nazir, Sahabe hz. Muhammed bin Mesleme’nin (ra) gözetiminde göç ederken Ensar’dan birileri, bazı kimselerin o Yahudilerle birlikte gitmesine engel olmak istediler. Onlar aslında Ensar’ın evlatlarından idi ama Ensar’ın adak adaması neticesinde Yahudi olmuşlardı ve Beni Nazir onları da yanlarında götürmek istiyorlardı. Ensar’ın bu talebi, “La ikrahe fiddin, yani din konusunda hiçbir zorlama olmamalıdır” kuralına aykırı olduğu için hz. Resulüllah (sav), Müslümanların aleyhinde ve Yahudilerin lehinde şu kararı verdi: “Kim Yahudi ise ve gitmek istiyorsa biz ona engel olamayız.” Tabii ki Beni Nazir’den iki kişi kendi rızasıyla Müslüman olarak Medine’de kaldı.
Şöyle bir rivayet bulunmaktadır: Hz. Resulüllah (sav) Beni Nazir’in Şam tarafına gitmesine yani Arabistan’da kalmamasına hükmetmişti. Ancak buna rağmen onların bazı liderleri, mesela Sellam bin Ebulhakik, Kenana bin Rebi ve Huyey bin Ahtab vesaire ve de sıradan halktan bir kesim, Hicaz’ın kuzeyinde Yahudilerin meşhur yerleşimi Hayber’e gidip yerleştiler. Hayberliler onları çok iyi karşıladılar. Bu kimseler sonunda Müslümanlar aleyhinde tehlikeli ve fitne yaratan bir savaşa sebep oldular.
Beni Nazir’den elde edilen malların taksimi hakkında şöyle yazıldı: Onların silahlarını, bağlarını, topraklarını ve evlerini, hz. Resulüllah (sav) kendi kontrolüne aldı. Bu mallar savaş yapılmadan elde edildiği için buna “fey malı” denir ve bu maldan ganimet mallarında olduğu gibi hums (beşte bir hisse) çıkarılmaz. Aksine tamamı hz. Resulüllah’ın (sav) kontrolünde olurdu ve kendisi bunu istediği şekilde sarf ederdi.
Beni Nazir ile savaşa sıra gelmemişti, aksine Allah-u Teala kendi Peygamberinin korkusunu ve heybetini onların kalbine sokmuştu. Böylece Allah, kendi Resulünü (sav) onların mallarına varis kıldı. Peygamber Efendimiz (sav) bütün mal ve eşyaları, iyi işlerde harcamaları için Müslümanlar arasında paylaştırdı. Bununla ilgili Allah’ın emri şöyledir:
وَمَاۤ اَفَآءَ اللّٰہُ عَلٰی رَسُوۡلِہٖ مِنۡہُمۡ فَمَاۤ اَوۡجَفۡتُمۡ عَلَیۡہِ مِنۡ خَیۡلٍ وَّلَا رِکَابٍ وَّلٰکِنَّ اللّٰہَ یُسَلِّطُ رُسُلَہٗ عَلٰی مَنۡ یَّشَآءُ ؕ وَاللّٰہُ عَلٰی کُلِّ شَیۡءٍ قَدِیۡرٌ
Yani, Allah, onların mallarından Peygamberi’ne ganimet olarak her ne verdiyse, onu elde etmek için sizler, at ve develer koşturmadınız. Ancak Allah peygamberlerini dilediğine üstün kılar. Allah’ın her şeye daima gücü yeter.
Ensar’ın gıpta edilmeye değer acayip muhabbeti ve isar (başkası için kendi hakkından vazgeçme) örneği burada görülür.
Hz. Resulüllah (sav) malları taksim ederken hz. Sabit bin Kays bin Şimas’a “Kavmini benim önümde topla, bütün Ensar’ı çağır!” buyurdu. O, Evs ve Hazrec kabilelerini çağırdı. Peygamber Efendimiz (sav) Ensar’ın muhacirlere iyi davranmasından bahsederek şöyle buyurdu: Eğer siz isterseniz, Beni Nazir’den elde edilen “fey malı”nı sizinle muhacirler arasında paylaştırayım. Bu durumda muhacirler sizin evlerinizde ve mallarınızda ortak olarak kalacaklar. Ama eğer sizin rızanız olursa ben bu malları muhacirler arasında paylaştırayım. Bu durumda onlar sizin onlara verdiğiniz evlerden çıkacaklardır. Bunun üzerine hz. Saad bin Ubade (ra) ve hz. Saad bin Muaz (ra) şöyle dediler: Bizim mallarımız onlarda kalmaya devam etsin ve Beni Nazir’in bütün malları da bizim muhacir kardeşlerimiz arasında paylaştırılsın. Muhacirlerden, “Ey Allah’ın Resulü! Biz bundan mutluyuz ve kabul ettik, sedaları yükselmeye başladı.
Peygamber Efendimiz (sav) bu isar ve fedakarlığı görünce son derece mutlu oldu ve şöyle buyurdu: Ey Allah! Ensar’a ve onların evlatlarına rahmet et!
Nebi-yi Kerim (sav) malların çoğunu muhacirler topluluğu arasında paylaştırdı. Ensar’dan sadece iki fakir sahabeye, hz. Süheyl bin Huneyf ve hz. Ebu Dücane’ye bu mallardan pay verdi. Peygamber Efendimiz (sav), hz. Saad bin Muaz’a, Ebu Hakik’in kılıcını verdi. Bu kılıcın büyük bir şöhreti vardı. Peygamber Efendimiz (sav), kalan eşyaları fakirler arasında paylaştırdı ve birazını da “Ezvac-ı Mutahharat” (Peygamber Efendimizin pak eşleri) için harcanmaya ayırdı. Bir rivayete göre Peygamber Efendimiz (sav) Beni Nazir’in bağlarından elde edilen hububattan kendi eşlerinin yıllık harcamalarını onlara verirdi. Ve artanı da cihad hazırlığı için sarfederdi. Fakirlere ve kimsesizlere yapılan ihsanlar da aynı maldan yapılırdı. Beni Nazir’in yedi bağı vardı ve o bağlara azat edilmiş bir köle olan hz. Ebu Rafi’ (ra) sorumlu atanmıştı.
Burada Beni Nazir Gazvesi bahsi sona erdi. Gelecek sefer inşallah diğer gazvelerden bahsedeceğim.
Cuma Hutbesinin sonunda Huzur-i Enver, Pakistan’daki Ahmediler, Pakistan’ın genel durumu, bütün dünya Müslümanları ve dünyanın içinde bulunduğu umumi durum için hususiyetle duaya çağırarak şöyle dedi: Pakistanlı Ahmediler için dualarınız sürdürün, oranın durumunun iyileşmesi için dua etmeye devam edin. Allah-u Teala oranın umumi durumunu emniyet ve asayişini düzeltsin ve Ahmedileri kendi koruması altında tutsun.
Dünyadaki Müslümanların genel durumu için de dua edin; Bu insanlar da zamanın imamını kabul edip vakar ve onurlarını tekrar elde edebilsinler.
Dünyanın, savaşa dönüşen genel durumu için de dua edin. Dünyanın gidişatı küresel bir savaşın artık zorunlu hale geldiğine işaret ediyor. Ancak Allah-u Teala her Ahmedi’yi ve her masumu bunun şerrinden korusun. (Amin.)
٭…٭…٭