Allah’a inanmanın faydası nedir?

Allah’a inanma meselesi ortaya atıldığında bazı insanların zihinlerinde bir soru oluşuyor: Bu tartışmaya girmenin faydası nedir? Günümüzü kurtarmak için sarf ettiğimiz çaba Allah’a inanınca aynı kalmayacak mı? Yine aynı çabayı göstermek zorunda kalacaksak kendimizi bu ucu açık tartışmaya sokmanın manası ne?

Avrupalı düşünürler de aynı soruya muhatap olmak zorunda kaldılar. Buna buldukları cevap da şudur. “Eğer Allah’a olan inanç yok olursa dünyanın emniyetini sağlamak imkânsız olur. Polis her yerde olamaz. Binlerce insan hırsızlık fikrinden sadece bir Allah var diye vazgeçiyor. Her ne kadar gerçekten bir Allah olmasa da sadece verdiği siyasi fayda dikkate alındığında bile bu fikir kabul etmeye değerdir.”

Bu düşüncenin kaynağı eski Roma’dır. Orada üç çeşit tanrıya inanılırdı. Birisi halkın tanrısı olup bir kadın şeklinde zuhur ederdi. Diğeri felsefe adamlarının tanrısı olup, görünmeyen ve latif bir varlıktı. Üçüncüsü de hükümetin işine yarayan ve insanları suçtan uzaklaştıran bir tanrıydı. Bugün Avrupa bu tarz bir tanrıyı kabul etmektedir. Hâlbuki bu ateistliğin ta kendisi ve Allah’ın pak zatı ile alay etmekten başka birşey değildir.

Allah’a inanmak için böyle bir sebep ortaya koymak Avrupa’nın aklına gelmiş olsa bile bir delil sayılmaz. Eğer gerçekten bir Allah yoksa insanları kandırarak bu tarafa çekmek nasıl doğru olabilir? Kandırarak insanları günahtan uzak tutmanın kendisi de bir günahtır. Ayrıca eğer Allah yoksa günah kelimesinin anlamı nedir? Bu durumda günah kelimesinin yeniden ele alınıp tarif edilmesi gerekecek. Allah’a inandırmanın böyle bir gayesi olamayacağı gibi, insanları zihinsel prangalarla esir edip gizlice ateistliğin ekmeğine yağ sürmektir.

Bir şeyin asıl manası örtbas edilirse insanlar onun hakkında ciddi olarak düşünmekten vazgeçerler. Bu sorunun cevabı aslında sadece şudur ki; Allah’a inanmak durumundayız çünkü Allah vardır. Var olan her şeye inanırken faydasını mı soruyoruz? İnanmamızın tek bir sebebi onların var olmasıdır ve var olan bir şeye inanmamak cehalet veya ahmaklıktır. Son derece değersiz gerçekleri bile keşfederken faydasını tartışmadan çaba sarf ediyoruz. O zaman bütün kâinatın varlığı üzerine ışık tutan bir konuyu neden araştırmayalım.

Dünyanın dönüp dönmediğini veya yıldızların ne kadar uzak olduğunu ilk merak eden acaba bir fayda gördüğü için mi merak etmiştir? Bilimsel çaba, hep fayda veya çıkarı tartışmadan elinden geleni yapmıştır ve hala yapmaktadır. Öyleyse neden Allah’ın varlığı hakkında faydayı ön plana çıkartalım. Bunu öne sürenler aslında Allah’ın varlığını araştıracağına doğrudan reddetmeyi tercih ediyorlar. Böyle bir çabanın verebileceği meyveler onların umurunda değil.Böyle insanlara bunu anlatınca diyorlar ki; “Diğer konular zorla anlatılmıyor. Örneğin canın istiyorsa yıldızlar hakkında araştırma yapabilirsin. İstemiyorsan başka bir şey yaparsın. Ama Allah konusu zorla boğazımızdan indirilmeye çalışılıyor ve herkes bu konuda araştırma yapmak durumunda bırakılıyor.”

Bu aslında doğru değil. Diğer gerçekler nasıl keşfedenler tarafından yayılmaya çalışılıyorsa Allah gerçeği de yayılmaya çalışılıyor. Diğer gerçekler de özel insanlar tarafından ömürler süren araştırmalar neticesinde keşfedilmişlerdir. Aynı şekilde Allah’ın cilvesi de onu hakkıyla yansıtabilen özel kalpler üzerine inmiştir. Kendileri ancak bu gerçeği tam tamına anlayınca diğer insanları da araştırıp kabul etmeye davet etmişlerdir. Aynen doğanın kanunlarını keşfedip dünyayı kabul etmeye davet edenler gibi. Kim inkâr edebilir ki, dünyanın yuvarlak olmasıyla ilgili araştırmalara ferden herkes katılmamıştır ama ispat edildikten sonra herkes tarafından kabul edilmesi bekleniyor. Aynı şekilde eğer bazı insanlar nefislerini Allah sevgisi uğruna helak ederek onu bulmuşlar ise, herkese de kabul etmek düşer.

Eğer dünyanın yuvarlak olması veya gelgitlerin kuralları ile ilgili herkes kendi fikirlerine inanmakta serbest değilse neden söz konusu Allah olunca hemen “bırak neye isterlerse inansınlar” deniliyor. Allah’ı gerçekten bulmuş olanın herkesi davet etmesi, en doğal hakkı ve farzıdır. Aynı şekilde kimsenin bu çabayı abes bulup karşı koyma hakkı yoktur.

Üçüncü cevabı da şudur ki Yaratan hakkında bilgi edinmek yaratılan her şeyi daha iyi anlamamızı sağlar ve böylece genel olarak bilgi seviyemiz artar.

Şirk[1] bile Allah’ın zatını tam anlamıyla anlamamaktan kaynaklanıyor. Şirk yüzünden insanlar hakikatul-eşya[2] konusuna pervasız yaklaşıyorlar. Eğer mevcut olan her şeyin irade sahibi bir Allah’ın emriyle yaratıldığına inansaydık neden bariz bir şekilde yaratılmış olanlara Allah statüsünü verip tartışılmaz hale getirirdik?

Ayrıca Allah hakkında araştırma yapıp yapmamak gibi bir seçeneğimiz yok. Bu konuda Allah kendisi öncelik edip elçilerini yollayıp dikkatimizi kendisine doğru çekmektedir. Çağrılar çizginin öteki tarafından geldiği için bu soru zaten hiç oluşmamaktadır. Eğer yürürken birden bire bir şey önümüze çıkarsa ona bakıp bakmama sorusu gündeme gelmez çünkü bu konuda bir irade göstermek için çok geç olmuştur. Eğer Allah tarafından geldiğini iddia eden elçiler peş peşe gelip bizi uyarıyorlarsa, araştırıp araştırmamak sorusunun ne anlamı kaldı ki?

Bu soru ile karşı karşıyayız ve soru öyle bir şekilde sunuluyor ki yüz çevirmek mümkün değildir. Elçilerin bu silsilesi ateistleri bıktıracak bir devamlılık göstermektedir ve onlar inkâr ettikçe bu silsile devam edecektir. Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa, Hz. Muhammed ve Vâdedilen Mesih den sonra eğer insanlar hala inkâr etmeye devam edeceklerse Allah bir elçi daha yollar.

Hz. Mirza Beşiruddin Mahmud Ahmed

“Allah” adlı kitabından


[1] Allah’a ortak koşmak

[2] Yaratılan her şeyin yaratılışındaki hikmet ve derin gerçek

Önceki

Allah fikri nereden geldi?

Sonraki

Bizim Rabbimiz çok büyük kudretlere sahiptir