17.10.2014 “Dini dünyadan üstün tutacağım” sözü

17 ekim Cuma günü Hazret Emirü’l Müminin (Atba) Beytül Futuh Camiinde verdiği Cuma hutbesinde, teşehhüd, taavvuz ve Fatiha suresinden sonra şöyle buyurdu:

Ahmediye Cemaatinde her Ahmedinin bildiği çok önemli bir cümle vardır: “Ben dini dünyadan üstün tutacağım”

Hazret Mesih-i Mevud’un (as) dikkatimizi çektiği bu konu, bizim konuşmalarımızda ve yazılarımızda çok kullanılır. Biat şartlarının özü de budur. Yan kuruluşların andlarının özeti de aynı şekilde “dini dünyadan üstün tutacağım” sözüdür. Biat sözlerinde de biz bunu tekrarlarız. Kısacası bu her Ahmedinin biatının özü olan bir ahiddir.

Hazret Mesih-i Mevud (as) buyurdu ki, eğer birisi biatta dini dünyadan üstün tutacağını ikrar ederse fakat ameliyle onu doğrulamazsa ve sözüne bağlılığını göstermezse Allah-u Teala onu neden umursasın?

Kısacası aramızdan her birinin bu konuyu daima göz önünde tutması gerekir. Bu noktadan açıkça anlaşılmaktadır ki, herhangi bir dünyevi şey dini meselelerde engel teşkil etmemelidir. Din nedir? Allah-u Teala’nın emirlerine tabi olarak hayatımızı geçirmek, her sözümüzde ve her fiilimizde Allah-u Tealayı razı etmeye çalışmaktır.

Bu sözü yerine getirmek için temel şey, dürüst niyettir. Onda hiçbir şekilde özür ve bahane olmamalıdır.

Dünyevi konularda da her insanın dairesi muhtelif olur. Kimisinin çabası sınırlı bir dairede kalır. Çünkü onun bilgisi ve yetenekleri o şeyi elde etmek için sınırlıdır. Veya bazen diğer tercihler onun işinde engel teşkil eder ve onu sınırlar. Kimisinin çabası çok fazla ve gerçek olur. Hangi maksadı elde edecekse sadece ona dikkat eder ve onu tam olarak elde de eder. Bu konuda Hazret Muslih Mevud’un (ra) açıklamalarının ışığında bazı şeyler söyleyeceğim.

Sınırlı bir dairedeki çabayı ve bunun genel bir misalini şöyle beyan etmiştir.

Bazı kimseler ne kadar önemli iş olursa olsun elbiselerinin güzel olmasına dikkat ederler. Fakat buna karşılık öyleleri de vardır ki modaya düşkün olmalarına rağmen herhangi bir amaç sözkonusu olduğunda modayı feda ederler. Gayeyi elde etmek için elbiselerine dikkat etmelerine rağmen koşmaları gerekirse koşarlar,  bir yerde oturmak gerekirse otururlar. Hatta eğer toza bulanmak gerekirse hiç çekinmeden toza bulanırlar. Neden? Çünkü onların asıl maksadı ve göz önünde tuttukları, ulaşmak istedikleri gaye olur.

İngiltere tarihinde, 1558’de kraliçe birinci Elizabet zamanında gerçekleşmiş bir olay vardır. O, yaklaşık 45 sene kraliçe olarak kaldı. Çok meşhur bir kraliçedir. Onunla ilgili meşhurdur ki o, tebaası arasından güzel elbise giyenleri severdi ve elbisesi güzel ve kıymetli olmayanlar onun kapısından giremezdi. Bir defasında kraliçe, kendisine yakın olanlarla birlikte bir yere yürüyerek gidiyordu. Kraliçeye çok yakın ve vefalı olan İngilterenin deniz kuvvetleri komutanı da onunla birlikteydi. Bu komutan çok iyi giyinen bir gençti. O, çok değerli bir ceket giymişti. Belki de o ceket saray erkanı için yapılmıştı ve özel günlerde giyiliyordu. Yolda bir yerde biraz çamur vardı. Komutan onu görür görmez derhal ceketini çıkardı ve o çamura serdi. Kraliçe bunu görünce, onun o kadar kıymetli bir ceketi çamura atması  çok acaibine gitti.  O çok şaşırarak bunun sebebini sorunca Sör Volter Reyle isimli o kumandan dedi ki, kraliçenin ayağının yahut ayakkabısının kirlenmesindense Reyle’nin ceketinin harap olması daha evladır.

Bu örnekten şu ders çıkarılır: Reyli isimli o kumandan güzel elbise giyinmesine rağmen kraliçe söz konusu olunca kendi modasını feda etti. Eğer maddiyatçı bir insan kraliçenin rızası için modasını ve en güzel ceketini bile feda edebiliyorsa o zaman düşünmek lazım, “dinin ilerlemesi, İslam’ın yayılması, dinin güçlenmesi ve kaim olması ve kendi yaratanımızın rızasını elde etmek için neler yapmak lazımdır”.

Acaba bizim maksadımız bizim için, Reyli’nin kraliçenin hoşnutluğunu sevimli bulduğu kadar bile sevimli değil mi? Dünyevi padişahı hoşnut etmekten başka hizmetlerde de bulunmasına rağmen onun sonu acıklı oldu.  Halbuki Allah-u Teala’yı hoşnut ederek, O’nun rızasını elde ederek insan bu dünyada da nimetlere varis olur, sonu da çok hayırlı olur.

Daima hatırımızda olması gerekir ki maksadın yüce olması, fedakarlıklar ona göre olmadıkça yeterli değildir. Ne zamanki dünya bizim dinimizden üstün olmayıp tersine dinimiz dünyadan üstün olursa işte biz ancak o zaman Allah-u Teala’nın rızasını elde edebileceğiz.

Eğer bizim gençlerimiz ve kızlarımız buna dikkat ederlerse onların anne babaları da dini üstün tutarlarsa evdeki sorunlar da hallolacak ve bir müminin Allah’ın rızasını elde etme maksadı da gerçekleşecektir. İyi elbise giymek yasak değildir, fakat dini işlerden gafil olacak kadar her zaman modaya dikkat etmek yasaklanmıştır.

İslam der ki, her ne zaman siz dini işlerden gafil olmazsanız o zaman dini dünyadan üstün tutmanın hakkını verebilirsiniz.

Kısacası daima göz önünde tutulması gerekir ki dini işlere engel olan şeylerden uzak durulmalıdır. Hazret Mesih-i Mevud (as) buyurdu ki: Ticaret yasak değildir, sahabeler de ticaret yaparlardı fakat onlar dini dünyadan daima üstün tutarlardı. Birisi tamamıyla dünyanın kölesi olursa o dünyaya tapan birisi olur ve öylelerine şeytan üstün çıkar ve onları kontrol altına alır. Fakat dinin ilerlemesini dert edinen insanlar Hizbullah denen ve şeytan ve onun ordusuna karşı fetih kazanan gruptur.

Mesih-i Mevud’un (as) bir iktibasını başta da arzetmiştim. Dini dünyadan üstün tutmakla biatın gayesi tamamlanır. Bunun idrakine varmak için dünyevi işlerle birlikte dini ilim elde etmek ve sonra da onu kendimizde uygulamak da gereklidir. Görünüşte çok yüce bir maksat için camiye gidilir fakat içten içe onun peşinde düşük dünyevi maksat olur. Yüce maksadı elde etmek için düşünceleri de yüce tutmak gereklidir. Fedakarlık şahsi menfaatler için değil bilakis Hüda Teala’nın rızasını elde etmek için olur.

Kısacası bu mescidlerin kuruluşu yüce maksatları göz önünde tutarak olmazsa yani Allah’ın hakkıyla birlikte insanlığın haklarının ikame edilmesi maksadını göz önünde tutarak değilse, dinin yayılması ve İslam’ın ikame edilmesi hep faydasızdır.

İslam’ın güzel mesajının dünyaya ulaştırılması sorumluluğu bizim üzerimize yüklenmiştir. Onu eda etmeliyiz. Kuran-ı Kerimi değişik dillerde neşretmek de bizim sorumluluğumuzdur, bunu da eda etmeliyiz. Her yerde camiler inşa etmeliyiz ta ki gerçek ibadet edenler olabilelim. Bunları gerçekleştirmek için dünyanın her memleketinde planlar yapmalıyız. İnsanlığın kadrini biz yüce bir numune üzerinde kaim kılmalıyız.  Eğer biz bütün bunları dünyayı kazanarak yapıyorsak dünyayı kazanmak bile bizim dinimiz olacaktır. Eğer böyle değilse bizim caiz işlerimiz bile Allah-u Teala’nın nazarında haram olacaktır.

Uhud savaşında Resulüllah’ın (sav) şehit olduğu söylentisi yayıldı. Günlerdir aç olan bir sahabe o anda yanındaki birkaç kuru hurmayı yiyordu. Bu haberi duyunca derhal o hurmaları attı ve savaş meydanına atladı ve şehit oldu. O zaman o kendi karnını ve açlığını düşünmedi bilakis o hurmaları yemeyi dahi günah saydı çünkü o anda din başka bir şey gerektiriyordu.

Kısacası din yolunda engel olan iş ne kadar yüce ve güzel olursa olsun caiz değildir.

Din yolunda engel olmayan ise ne kadar rahatlık sağlayan olursa olsun kötü değil, caiz olur.

Kısacası bizim, kalbimizin durumunu, Allah’ın rızasını elde eden ruh yaratmak için çabalamamız gerekir.

Bir rivayete göre bir defasında Resulüllah sav mescidde oturuyordu. O esnada üç adam geldi. O adamlardan biri Resulüllah’ınsav yakınında boş yer olduğunu gördü ve çabucak ilerleyerek Resulüllah’ınsav yakınına oturdu. İkincisi, insanların arkasında bulduğu küçük bir yere oturdu. Üçüncüsü, yer olmadığını düşünerek dönüp gitti. Hazreti Resulüllah sav hitabını bitirince şöyle buyurdu: Ben size üç adamın halini anlatayım mı? Onlardan biri benim yakınıma oturarak Allah’ın yanında yer buldu.  İkincisi utandı ve Allah-u Teala da haya duydu, yani orada o mecliste oturması onun günahlarının silinmesine vesile oldu. O utandı, Allah da onun günahlarını affetti. Üçüncüsü yüz çevirdi, Allah-u Teala dahi ondan yüz çevirdi.

Şimdi zahirde bu üç adamın gelmesi, oturması ve onlardan birinin gitmesi sıradan bir şeydir. Üçüncü şahıs düşünmüştü ki bana ses gelmeyecek o yüzden oturmanın faydası yok. Ancak onların her üçünün meselesi kalpten idi. Kalbin durumunu göstermek idi ve Allah-u Tealanın nazarı da kalp üzerinde olur. Bu yüzden onun mükafatları da kalbin durumuna uygun olur.

Nitekim kalbin durumu ceza ve mükafat bakımından önemlidir, bunu unutmamamız gerekir.

Kısacası müminin önündeki maksat için ne kadar fedakarlık yaptığına bakması gerekir. Eğer o gerektiği kadar fedakarlık yaparsa Allah-u Teala’nın yardımına ve mükafatına müstehak olur. Fedakarlık daima ya gücümüze göre ya da ihtiyaca göre olur. Her zaman takati olduğu kadar fedakarlık yapmak gerekli değildir. Bazen gerekli olduğu kadar fedakarlık yapmak yeterli olur. Bu yüzden bir hadiste Hazreti Resulüllah sav şöyle buyurdu: Bir dirhem, yüz bin dirhemi geçti. Şu yüzden ki bir şahıs iki dirhemden birini verdi ve bir şahısta yüzbinlerce vardı o onlardan sadece yüzbin verdi ki bu onun için çok azdı.

Kısacası daima hatırda tutmak gerekir ki asıl maksat Allah’ın rızası olmalıdır. Müminin asıl işi Allah’ın rızasını elde etmek için kalbinin durumunu ona göre yapmaktır. Gayesi Allah-u Teala’nın rızasını elde etmek olursa felah ve başarı da bundadır.

Bunun için bizim, çok ciddiyetle devamlı düşünmemiz gerekir ki biz hangi yolla sözümüzü yerine getirerek dini dünyadan üstün tutabiliriz ve yeteneklerimizi Allah yolunda feda edebiliriz.

Ensarullahın içtiması da bugünden itibaren başlamaktadır. Onların da düşünmesi ve kendilerini muhasebe etmeleri lazım, “biz dini dünyadan üstün tutmak için kendi derecelerimizi ne dereceye yükseltebiliriz. Ensarullahın yaşı öyledir ki onların örnek olmaları lazım. Allah-u Teala’nın bizim herhangi bir şeyimize ihtiyacı yoktur. Yüce Allah, bize, dininizi dünyadan üstün tutarak Benim rızama ulaşacaksınız diyerek lütufta bulunmuştur. Yoksa ben malın örneğini verdim, Yüce Allah mala muhtaç değildir. Allah-u Teala bize veya başka herhangi birisine muhtaç değildir. Bütün bu şeyleri, hazineleri, altını gümüşü O yaratmıştır. Eğer O isteseydi bütün bunları din işlerini yapanlara verirdi. Fakat O bize maksadımızı bildirerek onu elde etmek için fedakârlıklara dikkatimizi çeker ki biz böylece O’nun rızasını elde edenlerden olabilelim.

O bize sadece mal değil, evlat da verdi. Evlatların terbiyesinin başka yollarını da icat edebilirdi fakat O, anne babaya çocukları terbiye edin buyurdu. Kendi yeteneklerinize göre yüce maksatları elde etmek için onlara harcayın ki onlar din için faydalı olabilsinler. Kısacası çocuklarını din için faydalı olabilecek şekilde terbiye etmek, Ahmedi anne babalar üzerinde büyük bir sorumluluktur. Dini dünyadan üstün tutma idrakini çocukluktan elde etsinler. Kısacası Allah-u Teala bu şeyleri bize vererek hem bizi dener, hem de nimetlendirir.

Buradaki her kısımdaki görevlilere de söylemek istiyorum ki, Dini dünyadan üstün tutma sözünü yerine getirme sorumluluğunu, başkalarından daha fazla onların  anlaması gerekir. Bir maksadı elde etmek için onlara görev verilmiştir, bunun için onların kendi fedakarlıklarının seviyesini yükseltmeleri gerekir. Aynı şekilde her mevkideki görevliler, en küçükten alıp, mahalleden alıp merkezi mevkilere kadar kendi yeteneklerini doğru bir şekilde analiz edip sözlerini yerine getirmek için çaba sarfedebilirler, etmelidirler de. Unutulmamalıdır ki Allah-u Teala’nın nazarı kalpler üzerindedir. Ve Allah-u Teala coşku ile iş yapanların ihlaslarına bereket verir ve onlara yakınında yer verir. Bir müminin bu makamı elde etmek için tam olarak çaba sarfetmesi gerekir.

Allah-u Teala her düzeydeki görevlilere, her Ahmediye de, bana da size de güç versin ki biz dini dünyadan üstün tutma sözünün gerçek idrakine varalım ve ona göre amel edenler  olalım.

Huzur-u Enver sonunda mükerrem Latif Ahmed Bath Sahib’in şehit olması üzerine, merhumun cemaat hizmetlerinden ve hayırlarından bahsetti. Cuma namazından sonra gaip cenaze namazını kıldıracağını duyurdu. Ayrıca şöyle dua etti: Allah-u Teala Pakistan’da Cemaat üyelerini her bakımdan korusun ve bizim için tez zamanda emniyet ve sükun durumları yaratsın. Amin

Önceki

İncil ve Tevrat’a göre “Hz İsa (a.s.) İlah Olamaz!”

Sonraki

Ahmedi veya Ahmediyet İsimleri