“Biat sadece takva şiâr insanları bir araya getirmek içindir ki, böylelikle takva ehlinin büyük cemaati, dünyayı hayırlı tesiri altına alarak, aralarındaki ittifakıyla İslamiyet için bereket, azamet ve hayırlı sonuçlara vesile olsun. Onlar Allah’ın vahdaniyet kelimesi üzerinde birleştiklerinden, onun bereketiyle İslâmiyet’in pak ve kutsal hizmetlerinde çarçabuk kullanılabilsin! Ve onlar tembel, cimri, bencil ve işe yaramaz Müslüman olmamakla beraber aralarındaki tefrika ve insafsızlıklarıyla İslamiyet’i ağır zarara uğratan ve kendi fasık tutumlarıyla onun güzel çehresini lekeleyen nâ-lâyık kimseler gibi de olmasınlar. Bundan başka onlar İslamiyet’in ihtiyaçlarından habersiz, kardeşlerin dertleriyle hiç ilgilenmeyen ve insanoğlunun iyiliği için coşarcasına koşmayan, gaflet içinde köşelere çekilmiş dervişler gibi olmasınlar. Tersine bana biat edenler yoksulların sığınağı ve yetimlerin babasıymış gibi insanoğlunun dertlerine ortak olmalı.”
Onlar İslâmiyet’in ihtiyaçlarını karşılamak için bir âşık-ı zâr[1] gibi kendilerini feda etmeye hazır olmalı ve umumi bereketlerinin bütün dünyaya yayılması için ellerinden geldiğince çaba sarf etmeli. Öyle ki, Allah sevgisi ve kul dertlerine ortak olma pınarı her gönülden fışkırıp, (suyu) bir tek yerde toplandıktan sonra, bir tek derya hâlinde akmalı. Onların temiz yeteneklerin ortaya çıkması için bu “Âciz”in duaları ve bu “Hiç”in teveccühünü bir vesile kılmak için Allah Teala irade buyurmuştur. O, Kuddus Celil-üz Zat taliplerin bâtınî (iç) terbiyesiyle meşgul olayım ve kirlerinin temizlenmesi için gece gündüz uğraşayım diye bana bir coşku ihsan etmiştir ki, ben insanı nefsin ve şeytanın köleliğinden azat eden nur onlar için isteyeyim. Öyle bir nur ki, bu nur verilen herkes Allah yollarını, içinden kaynaklanan doğal bir sevgi ile sevmeye başlar. Bundan başka, rabubiyet-i tamme ve ubudiyyet-i halise’nin birleşme neticesi doğan Ruhu’l Kudus’un onlara bağışlanması ve nefs-i emmare ve şeyta’nın ilişkisi sonucu tevellüd eden ruh-ı habis’ten necat bulmaları için bana büyük bir istek ve heyecan bağışlanmıştır. Allah’ın yardımıyla ben bu konuda tembel olmayacağım ve sorumluluktan kaçmayacağım. Sıdk-ı kadem[2] ile bu cemaate dahil olan arkadaşlarımın ıslahı konusundan hiçbir zaman gafil olmayacağım ve ölüm pahasına dahi olsa onları hayata kavuşturmak için gerekeni yapacağım. Cereyan gibi hızlı bir şekilde bütün vücudu etki altına alan bir nevi ruhani güç, onlar için Allah’tan niyaz edeceğim. Ben yakînen (kesinlikle) biliyorum ki, bana biat ettikten sonra sabır ile bekleyen için bunların hepsi gerçekleşecek. Çünkü Allah Teala kendi celalini ve kudretini göstermek ve daha sonra ilerletmek, yükseltmek ve çoğaltmak için bu güruhu ortaya çıkarmıştır. O, böylelikle Allah sevgisi, tövbe-yi nasuh[3], paklık, gerçek iyilik, barış, salihlik ve insanoğlunun dertlerine ortak olanları çoğaltmayı hedeflemiştir. Nitekim bu güruh O’nun öz cemaati olacak . O bizzat kendisi, kendi ruhuyla onlara güç verecek. Pis yaşantıdan çıkarıp onları tertemiz kılacak ve onlara hayatlarında pak bir değişiklik bağışlanacak. Önceden vermiş olduğu haberler ve sözlere uygun olarak O, bu cemaati hayret verici şekilde çoğaltacak ve binlerce sâdık’ın bu cemaate girmesini sağlayacak. O bizzat kendisi bunu sulayacak, büyütecek ve geliştirecek. O, bu cemaati öylesine çoğaltıp geliştirecek ki, kesreti ve bereketi gözlerde görülmemiş şaşkınlık ve hayret uyandıracak. Onlar yüksek yere yerleştirilmiş bir fener gibi dünyanın dört bucağını aydınlatacak ve İslamî bereketler için bir örnek teşkil edecek. O, bu cemaat içinde kamil manada bana tabi olanlara her nevî bereket verecek ve bu açıdan onlar diğer bütün gruplara galip kılınacak. Kabuliyet ve nusrat verilen kimselerin varlığı kıyamete kadar aralarında devem edecek. Rabb-ı Celil’in kararı işte budur. O kader’dir, dilediğini yapar. Her çeşit güç ve kudretin sahibi O’dur. Evvelde ve âhirde, zâhirde ve bâtında hamd O’nundur. Biz ona teslim olduk. Dünya ve ahirette Mevlâ’mız O’dur. Ne güzeldir O mevlâ ve ne güzeldir O yardım eden.[4]
Ey bana dost olanlar! Yani biat edip cemaatime dahil olanlar! Hak Teala’nın rızasına mazhar olacak güzel işler becermeyi Allah (C.C.), bize ve size nasip eylesin! Bugün az olduğunuzdan dolayı hakaret edici ve aşağılayıcı muameleye maruz bırakılmakta ve Allah’ın (C.C.) öteden beri süregeldiği sünnetine (kanununa) uygun olarak, iptilâ (sınanma) devrinden geçirilmektesiniz. Sendelenesiniz diye herkes çabalayacak. Her çeşit eziyet çektirilecek ve her türlü söze maruz bırakılacaksınız. Dili yahut eliyle size eziyet veren herkes, böylelikle İslâmiyet’e yardım ettiğini zannedecektir. Bunlardan başka, her türlü denemeden geçirilesiniz diye, bazı âsumânî[5] iptilâlarla[6] da karşı karşıya kalacaksınız. Bundan dolayı peşinen biliniz ki, üstünlük ve zafer elde etmenin yolu, kuru mantığa sığınmak, alayı alayla karşılamak ve küfrü küfürle cevaplamaktan geçmez. Bu yola baş vurduğunuz takdirde kalpleriniz sertleşir ve içiniz Allah’ın (C.C.) hoşlanmadığı ve nefret ettiği bomboş laflarla dolar. Bunu yapmakla iki laneti birden üzerlerine toplayanlardan olmayınız. Yani (iman ettiğinizden dolayı) insanların gözünde lanetli sayıldıktan başka (biat şartlarını yerine getirmemekle) Allah (C.C.) indinde de lanetli sayılmayın.
Yakînen biliniz ki, Allah’ın (C.C.) laneti olmadığı müddetçe insanoğlunun laneti bir hiçtir. Allah (C.C.) sizi yok etmek istemediği müddetçe hiç kimsenin gücü sizi yok etmeye yetmez. Ama O düşmanınız olduğu takdirde hiç kimse size sığınak olamaz. Allah’ın (C.C.) rızası nasıl kazanılır ve O’nun bizimle olması nasıl sağlanır? Bu soruya karşı Allah (C.C.) bana hep tek bir şeyden söz etti ve bunun ancak “Takva” ile mümkün olacağını söyledi. Ey aziz kardeşlerim! Bundan ötürü takva sahibi olasınız diye çabalayın! Biliniz ki, amel desteğinden yoksun olan laf ve ihlas nimetinden mahrum olan amel abesle iştigaldir. İşte bu zararlardan sakınarak Allah’a (C.C.) doğru ilerlemenin adı takvadır. Nitekim takva yolunun inceliklerine uygun hareket ediniz. İlk olarak gönüllerinize tevazu, temizlik ve ihlası yerleştiriniz. Her iyilik ve kötülük tohumu öncelikle gönülde türediği için kalbiniz gerçek manada halîm[7], selim[8] ve miskîn[9] olmalı. Gönül şerri barındırmayınca, dilinden ve gözünden, kısacası vücudunun her parçasından şer uzaklaşır. Her nur veya karanlık ilk olarak insanın kalbinde peydahlanır ve gitgide vücudun her tarafını çembere alır. Bundan dolayı kalbinizi her saniye inceleyin ve “Pân[10]”ı çiğneyenin devamlı olarak onu ağzında hareket ettirdiği ve işe yaramaz parçalarını kesip tükürdüğü gibi, siz de içinizdeki gizli düşünce, âdet, duygu ve becerilerinizden yaramaz olanı kesip atmak niyetiyle, onları durmaksızın gözden geçirin. Sonra çöpe atılmaya değer olanların hepsini tereddütsüz kesip atınız ki, onlar kalbinizin her köşesini kirletir ve sonunda sizin kesilip atılmanıza sebep olur.
Bundan başka, çabalarınızla yetinmeyip, Allah’tan (C.C.) kuvvet ve himmet dileyiniz ki, kalbinizdeki temiz irade, düşünce, duygu ve isteklerin hepsi, uzuvlarınız ve kuvvelerinizin her birinden zuhur edip tekâmüle ersin ve böylelikle iyilikleriniz zirveye ulaşsın. Biliniz ki, gönülde türeyip, sınırları içinde mahsur kalan bir iyilik, hiçbir mertebeye ulaştırmaz. Allah’ın (C.C.) azametini kalbinize yerleştirin ve O’nun celâlini her ân gözler önünde bulundurun. Kur’an-ı Kerim’in beş yüze yakın emri vardır. Her uzvunuza ve her becerinize, her durumunuza ve her halinize, kavrayabilme mertebelerinin tümüne ve insan ömrünün bütün dönemlerine, yaratılışın her mertebesine ve sülûkün her derecesine, ayrıca ferdî ve içtimâî mertebelerin hepsine uygun olarak, Kur’an-ı Kerim sizi nuranî bir davete çağırmıştır. Siz şükran duygularıyla bu daveti kabul ediniz. Sizin için hazırlanılan yemeklerin hepsini yiyip onlardan yararlanın. Ben size dosdoğru söylüyorum ki, Kur’an-ı Kerim’in emirlerinin birini dahi umursamayan, adalet gününde[11] yakalanıp sorguya çekilecektir. Necat[12] bulasınız diye “Din-ül acâiz”i[13] seçiniz. Kur’an-ı Kerim’in size yüklediği sorumluluğu tevazu ile üstleniniz ki, yaramaz helâk edilecek ve âsi cehenneme düşürülecek. Ama tevazu ile boyun eğen ölümden kurtulacak. Dünyada refaha kavuşmak şartıyla (niyetiyle) ibadet etmeyin ki bu düşüncenin sonu felaketten başka bir şey değildir. Tersine ibadet, üzerinize Yaratıcı’nın bir hakkıdır. İşte bu hakkı ödemek niyetle, O’na öylesine ibadet ediniz ki, ibadetiniz hayatınız, hayatınız ise ibadetiniz olsun. Bütün İyiliklerinizin yegâne gayesi, Mahbub-ı Hakiki[14] ve Muhsin-i Hakiki’yi[15] razı etmek olmalı ki, bu niyetten daha eksik bir niyetle ibadet eden tökezlenme mahallindedir.
Allah (c.c.) paha biçilmez bir hazinedir. O’nu elde etmek için zorluklara katlanmayı hazırlanın. O, (insan hayatının en) büyük gayesidir. O’na erişebilmek için canlarınızı dahi feda ediniz. Ey bana aziz olanlar! Allah’ın emirlerini hakaret gözüyle görmeyiniz. Çağdaş felsefe zehri size etkilememeli. Çocuk imişsiniz gibi emirlerine itaat ediniz. Namaz kılınız. Namaz kılmanıza ısrar ediyorum ki bütün saadetlerin anahtarı namazdır. Namaza durduğun zaman resmi bir vazifeyi yerine getiriyormuşsun gibi namaza durma. Namaza durmadan önce zahirde (dışta) aldığın gibi batında (içte) da bir abdest al ve böylelikle uzuvlarını Allah dışındakilerden tertemiz kıl. Bundan sonra bu her iki abdestle birlikte namaza durup bol bol dua et ki, namazda ağlayıp yalvarmayı adet edine merhamet edilecektir.
Sadece dille biat etmek hiçbir şey ifade etmez. Biata uygun çaba gösterilmediği müddetçe, biat lafta kalır ve (Allah huzurunda) onun geçerliliği yoktur. Nitekim Kur’an-ı Kerim: “Ey iman edenler! Yapmadığınız birşeyi neden söylüyorsunuz? Yapmadığınız birşey için yaptık diye iddia etmeniz, Allah (C.C.) katında pek çirkin birşeydir[16]” buyurmaktadır. “Sabıkun” denilen cemaate katılma fırsatı henuz elinizden kaçmış değildir. Ama onlara katılmanız için her iyilikte en önde olmanız gerekir. Çünkü işe yarayacak olan amellerdir. Çene çalıp, boş söz söylemek kimseyi kurtarmaz. Allah’ın (C.C.) Resulü kendi öz kızına bile: ” Seni kurtaracak ben değilim, amellerindir” buyurmuştur. Allah (C.C.) kimsenin akrabası değildir. O kimseye: “Atan kimdir?” diye sormayacak. O’nun huzurunda değer biçilecek şey amellerimizdir.
İnsanın saplandığı günah binbir çeşittir. Tembellik ve kibir dışında inceden inceye birçok günah vardır. Onların hepsinden kaçınmalı. Allah (C.C.) Kur’an-ı Kerim’de nefsin üç kısmından yani emmare, levvame ve mütmainneden söz etmektedir. Nefs-i emmare her an insanı günaha teşvik ettiği için çok tehlikelidir. Nefs-i levvame ise günah işlediğinde insanı kınar. Ama vicdanın insanı kınaması yeterli değildir. İtminan ve teselli verici sadece nefs-i mütmainnedir. Nefs-i mütmainnenin sahibi her an Allah (C.C.) ile beraberdir. Bu makama ulaşınca insan günah pisliğinden arındırılır. Bu makam günahı yokeder. Bu makama sahip olan Allah’ın (C.C.) vadettiklerine nail olur. Allah’ın (C.C.) bereket vaadleri bu insanlar hakkında gerçekleşir. Üzerlerine melekler iner. Gerçek arılık, paklık ve iyilik sadece onlara nasip olur.
Gördüğümüz kadarıyla hindular da hem: “Bu yalan dünya kimseye kalmaz” der hem de emanete hıyanet eder, eksik tartar, yalan söyler ve dünya malını ölesiye severler. Biliniz ki bu örnekte olduğu gibi sadece dil ile ikrar ve iman etmenin Allah (C.C.) huzurunda bir değeri yoktur.
Bu nedenle siz imanda öylesine ilerleyiniz ki, iradeniz Allah’ın (C.C.) iradesi, arzularınız O’nun arzuları, istekleriniz O’nun istekleri ve rızanız O’nun rızası olsun. Benliğiniz kalmasın, herşeyiniz O’nun yolunda feda olsun. Çünkü paklık, amel ve itikat açısından gönlün muhalefetten vazgeçip Allah’a (C.C.) teslim olmasıdır. Bir insanın istek ve arzuları Allah’ın (C.C.) istek ve arzuları olmadığı müddetçe Allah (C.C.) onun yardımına koşmaz.
Ben cemaatimizin sadece sayıca çoğalmasına sevinmem. Bugün cemaatimiz dörtyüzbinden fazladır. Ama sadece dil ile biat edip bununla yetinenler gerçek cemaatime dahil değildirler. Gerçek cemaatime dahil olan biat hakikatını yakalayıp şartlarına uygun davrananlardır. Bu nedenle içinizde pak bir değişimin gerçekleşmesi ve günah pisliğinden arınmanız şarttır. Nefsani istek ve arzulardan, ayrıca şeytanın pençesinden kurtulup Allah (C.C.) rızasında yokolmanız, Allah (C.C.) ve kul haklarını kalbi huzurla eda etmeniz şarttır. İslâmiyet ve onun yayılışı için çırpınmanız ve (buna engel olan) nefsani istek ve arzuları yıkıp yoketmeniz gerekir. Allah (C.C.): “Hidayet verdiğim kimseler dışında hepiniz dalalet üzerindesiniz, nur verdiğim kimseler dışında hepiniz körsünüz, ruhani şerbet içirdiğim kimseler dışında hepiniz ölüsünüz” buyurmaktadır. Allah’ın (C.C.) örtücülüğü kusurlarımızı örmektedir. Eğer insanın içinde saklı olan, dünyanın gözü önüne serilseydi o zaman insan bir birine yaklaşmazdı. Allah (C.C.) çok örtücüdür. O, insanın gizli ayıplarını kimseye bildirmez. Bu nedenle insan iyilikte ilerlemeli ve her saniyesini dua ile geçirmelidir.
Yakînen biliniz ki, Allah (C.C.) kimsenin akrabası değildir. Bu nedenle eğer cemaatim diğer insanlara göre apaçık üstünlüğe sahip değilse, o zaman Allah (C.C.) onları neden koruyup izzet sahibi kılsın ve muhaliflerini zillete düşürüp azap çektirsin? Nitekim Allah (C.C.): “Allah (C.C.) sadece kendisinden korkan kimselerin amellerini kabul eder[17]” buyurmaktadır. Allah’tan (C.C.) korkan kimdir? Tabii ki O’nun rızasına ters düşen herşeyden elini kolunu çeken kimse. Onlar nefs ve isteklerini ayaklarının altında ezerler. Dünya vema fiha (dünya nimetleri) ile Allah (C.C.) arasında tercih yapmak zorunda kaldıklarında Allah’ı (C.C.) tercih ederler. Böyle durumlarda onlar dünya vema fihayı hiçe sayarlar. İnsanın böyle bir sınavdan geçirilmesi şarttır. Çünkü gerçekten iman edip etmediği sınavdan sonra belli olur.
İnsanların bazısı için nasihat, kulağın birinden girip diğerinden çıkar. Onlar bu nasihatleri gönüllerine yerleştirmezler. Bol bol nasihat edilmesine rağmen hiç değişmezler. Onlar Allah’ın (C.C.) çok gani olduğunu bilmelidirler. O, ızdırapla Kendisine sık sık yönelip dua etmeyen kimseyi umursamaz bile. İnsan bir sıkıntıya düştüğünde veya eşi, çocuğu hastalandığında gösterdiği ızdırabı dua içinde de göstermediği müddetçe duası kabul olmaz. Çünkü ızdıraptan yoksun olan dua tesirsiz ve beyhude bir uğraştır. Allah (C.C.) duanın kabul edilmesi için, ızdırabı şart koşmuştur. Nitekim Kur’an-ı Kerim: “(Yine söylesenize) ızdırap çekip Kendisene dua edenin duasına karşılık veren ve sıkıntısını gideren….. kimdir?[18]”buyurmaktadır.
Cemaatimiz insanoğlu için bir örnek teşkil etmeli. Biattan sonra değişmeyip biattan önceki pis yaşantısını sürdüren, insanlar için kötü bir örnek teşkil eden, amel ve itikat açısından zayıf olan zalimdir. Çünkü o cemaatimizin adının kötüye çıkmasına sebep olur ve biz onun yüzünden itiraz oklarının hedefi oluruz. Kötü örnekten herkes nefret eder. Ama güzel örnek insanı cezbeder. Bazı kimseler bana: “Ben şimdilik cemaatinize dahil değilim. Ama tanıdığım Ahmedilerin yaşantılarını görüp öğretinizin iyilik dolu olduğunu tahmin ediyorum” diye mektup yazarlar. Allah (C.C.): “İyi bil ki, Allah (C.C.) daima takva sahibi olup iyi işler yapanlardan yanadır[19]” buyurmaktadır. Allah (C.C.) amellerinizi her gün değerlendirmektedir. Siz de her gün durumunuzu değerlendiriniz. Her gün, düne göre iyilikte ilerleyip ilerlemediğinizi inceleyin. Sizin bugününüz dününüzle eşit olmamalı. İyilik açısından dün ile bügünü eşit olanınız hüsrana uğramıştır. Allah’a (C.C.) gerçekten iman eden ve içtenlikle O’na bağlı olan hüsrana uğratılmaz. Tersine hüsrana uğramış yüzbinlerce insan onun yüzü suyu hürmetine kurtarılır.
Evliyanın biri gemiye biner. Bindiği gemi fırtınaya yakalanınca batma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Ama sadece onun duasıyla gemi kurtarılır ve ona: “Senin yüzünden biz bu gemiyi kurtardık” diye bir ses gelir. Ama bu makam, lafı çok, gönlü boş kimseye nasip edilmez. Allah (C.C.) bize de: “Senin evinin avlusunda bulunan herkesi koruyacağım” diye söz vermiştir. Ama cemaatimizde gafil kadınlarla manevi durumları zayıf olan insanlar da vardır. Onlardan biri (birkaç kişinin öldüğü gibi) veba ile ölürse muhalifler itiraz edeceklerdir. Halbu ki Allah (C.C.): “Ancak inanıp imanlarını zulüm ile karıştırmayanlar emniyet içindedirler[20]” buyurmaktadır. Her neyse, biat edip amel de zayıf olan ve kötü örnek teşkil eden, insanların cemaate itiraz etmelerine vesile olur. Güzel ve iyi örnek teşkil edin. Melekler gibi tertemiz bir hayata sahip olmadığı müddetçe, insanın pak olma iddiasında bulunması abestir. Ve Kur’an-ı Kerim meleklerin özelliğini: “Kendilerine ne emrolunursa onu (eksiksiz) yaparlar[21]” diye tanımlamaktadır.
Fena fillah mertebesine ulaşın, yani irade ve isteklerinizden vaz geçip Allah’ın (C.C.) irade ve isteklerine tabi olunuz. Böylece sizin yüzü suyu hürmetinize eş, dost, akraba ve evladınıza İlahi rahmet inecektir. Ayrıca bizim için de rahmete vesile olursunuz. Yaşantınız kesinlikle muhaliflerin itirazına sebep olmamalı. Allah (C.C.): “Onlardan biri (zâlimün linefsihi) kendi canına çok zulmeden, kimi (müktesid) orta yolu tutan ve kimi de (sâbikün bil hayrat) Allah’ın buyruğuyla hayır işlerinde başkalarının önüne geçen biri olarak ortaya çıktı[22]” buyurmaktadır. İlk iki makam (zalimün linefsihi ve müktesid) alelade makamlardandır. Siz sabikün bil hayrat makamına ulaşınız. Maneviyatta ilerlemek yerine bir makamda durmak hayra alamet değildir. Çünkü bir yerde durup akmayan su eninde sonunda kirlenir. Ona çamur bulaştığı için bulanır, kokmaya başlar ve tadı bozulur. Bir yerde durmayıp akan su daima hoş ve temiz, tadı ise güzel olur. Akan suyun dibinde çamur olsa bile ona zarar veremez. İnsanın hali de aynen böyledir. Bir makama ulaştıktan sonra durmamalıdır. Çünkü bu durum çok tehlikelidir. İyilikte her saniye adımını ileriye atmayan kimse Allah’ın (C.C.) desteğinden mahrumdur. O, eninde sonunda nursuz kalır, kalbi körelir ve bu durum onu irtidada (dinden dönmeye) kadar götürür.
Bir makamla yetinmeyip iyilikte adımı daima ileriye atan kimse Allah’ın (C.C.) desteğine nail olur. İşte böyle kimsenin sonu hayırlıdır. Bazı kimseler maneviyat meydanına adım attıklarında zevk ve şevk (haz duyup şiddetli istek) gösterirler. Onlara rikkat (yumuşaklık) da nasip olur. Ama biraz ilerledikten sonra dururlar. İşte onların sonu hayırlı değildir. Allah (C.C.) Kuran-ı Kerim bize şu duayı öğretmektedir “Aslih lî fî zürriyeti[23]” yani çoluk çocuğumun manevi durumlarını da düzelt Bundan dolayı sadece kendi manevi ilerlemeniz için dua etmenizle yetinmeyip hanımınızın ve çocuklarınızın da bu yolda ilerlemeleri için dua edeniz. Çünkü insanın manevi fitnelere düşmesine çoğunlukla evladı ve özellikle da hanımı sebep olur. Unutmayınız ki Adem’in (A.S.) başına ilk olarak ne geldiyse hanımının yüzünden geldi. Bal’am Bin Baure’nin fitneye düşmesine de hanımı sebep olmuştu. Tevrat’tan anlaşıldığına göre, zamanın padişahının gösterdiği taklara tamah eden Balam Bin Baure’nin hanımı kocasını Musa peygamber aleyhine beddua etmek için kışkırttı. Kısacası genellikle eş ve evlat insanın manevi fitnelere düşmesine sebep olur. Bundan dolayı onları ıslah etmeniz için elinizden geldiğince uğraş verin ve onlar için bol bol dua edin.[24]
Herkese açık olsun ki, gönül iradesiyle ona tam uyulmadığı halde yalnız dil ile biat olmak bir şey değildir. Onun için, tâlimâtıma tam olarak uyan, hakkında Allah’ın( C.C.) vahyinde “İnnî uhâfizü külle men fiddâri”[25] vaadi bulunmaktadır. Nitekim öğretime tam olarak uyan herkes, evime girmiş olur. Burada yalnız toprak ve kerpiçten yapılmış evimde oturmakta olanlar evimdendir zannedilmesin. Bana tam olarak itaat edenler de manevî ve ruhanî evimin içinde bulunmaktadırlar.
Bana itaat etmek ve arkamdan yürümek için şunlar gereklidir:
Onlar yakînen[26] inansınlar ki, kudret sahibi olan, insanları koruyup tutan ve herşeyi yaratan bir Allah’ları vardır. O, sıfatları bakımından ezelden ebede kadar varolmaktadır ve hiçbir değişikliğe uğramaz. O, ne doğurmuş ne de doğrulmuştur. O, eziyet çekmek, çarmıha gerilmek ve ölmek gibi fiillerden arınmıştır. O, uzak olduğu kadar yakın, yakın olduğu kadar da uzaktır. Tek olduğu halde, O’nun tecellileri[27] hep ayrı ayrıdır. Bir insanda yeni bir değişiklik belirdiği zaman O’nun için O, yeni bir Allah oluverir ve O’na karşı yeni bir tecelli ile davranır. Her insan kendi değişikliğine göre Allah’ı (C.C.) da değişmiş bulur. Aslında Allah hiç değişikliğe uğramaz. O, ezelden ebede değişmez ve tam kemal sahibidir, lâkin insanların değişiklikleri ânında, bir insan iyiliğe doğru bir değişiklik gösterdiği zaman Allah da ona yeni bir tecelli ile görünür. İnsanda beliren her yeni bir gelişme karşısında Allah’ın kâdirâne tecellisi de bir gelişme ile zuhur eder. O, harikulâde kudretini ancak harikulâde bir değişiklik belirdiği zaman gösterir. Harikalarla mucizelerin temel ilkesi işte budur. Bizim Cemaatimizin şartı işte bu Allah’tır (C.C). O’na imân edin, kendi nefsinize ve rahatlarınıza ve bütün ilişkileriniz karşısında, O’na öncelik tanıyın ve fiilen O’nun yolunda cesaretle sadakat ve safâ gösterin. Dünya O’nu kendi mallarından ve sevdiklerinden daha üstün tutmaz, lâkin siz O’nu her şeyden üstün tutun ki, gökte sizler O’nun cemaati addolunasınız.
Rahmet mucizeleri göstermek ezelden beri Allah’ın âdetidir. Bu âdetten payınızı almanız için Allah ile aranızda bir ayrılık bulunmamalıdır. Sizin rızanız O’nun rızası ve sizin istek ve arzularınız O’nun istek ve arzuları olmalıdır. Ümit veya ümitsizlik, başarı veya başarısızlık olsun her halükârda başlarınız tevazu ile önünde eğilmiş ve her zaman O’nun yolunda olmalıdır ki, O, istediğini yapsın.
Eğer böyle yaparsanız, aranızda uzun bir müddetten beri çehresini gizlemiş olan Allah belirecektir. Aranızda buna göre hareket eden ve bu ta’limâtları kabul edip, O’nun hoşnutluğunu kazanmak isteyen, kaza ve kaderine gücenmeyip boyun eğen var mıdır? Musibeti görünce adımınızı daha da ileriye atınız ki, bu (Allah’a doğru) ilerlemenize sebep olacaktır. Allah’ın vahdaniyetini[28] yer yüzüne varolan gücünüzle yaymaya çalışınız. Kullarına merhamet ediniz ve onlara diliniz, eliniz yahut başka bir yolla zulüm etmeyiniz. Allah’ın mahlukatının iyiliği için çaba sarf ediniz. Mevkii itibarıyla sizden aşağıda olsa bile, hiç kimseye kibir göstermeyiniz. Size küfür etseler dahi, siz kesinlikle onlara küfür etmeyiniz. Tevazuu sahibi ve alçak gönüllü, iyi niyetli ve mahlukatı sevenlerden olunuz ki, kabul edilesiniz. Görünüşte nazik, fakat içten kurt olanlar çoktur. Yine görünüşte temiz fakat içte yılan gibi olanlar da çoktur. Böylece içiniz ve dışınız bir olmadığı müddetçe O’nun huzurunda kabul edilemezsiniz. Büyük olduğunuz hâlde küçüklere merhamet ediniz, onları hor görmeyiniz. Bildiğiniz hâlde bilmeyenlere nasihat ediniz, gösteriş yoluyla onları küçük düşürmeyiniz. Zengin olduğunuz halde kendinizi beğenerek fakirlere büyüklük taslayacağınıza, onlara hizmet ediniz. Helâk olma yollarından sakınınız. Hep Allah’tan sakınınız ve takvayı[29] benimseyiniz. Mahlukata tapmayınız. Allah’a yöneliniz. Böylece dünya zevklerinden uzak durunuz. Yalnız O’nun olunuz ve yalnız O’nun için yaşayınız. O’nun hoşnutluğunu kazanmak için her türlü kötülük ve günahtan nefret ediniz, çünkü O kutsaldır. Her sabah sizin lehinize, gecenizi takva ile geçirdiniz diye şahitlik etmeli ve her akşam lehinize, gününüzü kalbinizde O’nun korkusuyla tamamladınız diye size tanıklık etmelidir.
Dünya lanetlerinden korkmayınız, çünkü onlar duman gibi, göz açıp kapayıncaya kadar dağılıverir ve gününüzü geceye çeviremezler. Bunun yerine siz, gökten inen üzerine düştüğü insanın her iki cihanda kökünü kazıyan Allah’ın lanetinden korkunuz. Siz iki yüzlülük ile kendinizi kurtaramazsınız, çünkü var olduğunu inandığınız yücelerin yücesi Allah, sizin içinizde olan ve biteni görür ve bilir. Öyleyse O’nu nasıl aldatabilirsiniz? Bundan dolayı dürüst, temiz, iyi niyetli ve öz olunuz. Eğer içinizde zerre kadar bir karanlık kalmışsa, bütün aydınlığınızı silecek ve eğer kalbinizin bir köşenizde kibir yahut iki yüzlülük veya kendi kendinizi beğenmek, veyahut da tembellik varsa, Allah indinde siz kabul edilebilir bir şey değilsiniz. Yalnız birkaç şeyi alıp yapmamız lâzım olanı yaptık diye kendi kendinizi aldatmayasınız; çünkü Allah, varlığınız üzerinden tam bir devrimin geçmesini ister ve O, sizlerden bir ölümü istemektedir. O’ndan sonra O, sizi tekrar diriltecektir. O’nun için sizler hem aranızda barışınız ve kardeşlerinizin kusurlarını bağışlayınız, çünkü kardeşi ile barışmak istemeyen hayırsız ve yaramazdır. O, ayrıcalık yarattığı için kesilip atılacaktır. Sizler her yönden nefsâniyyetinizi bırakınız ve aranızdaki anlaşmazlığı gideriniz. Doğru olmanıza rağmen sanki hatalıymış gibi davranarak kendinizi küçük gösteriniz ki bağışlanasınız. Gurur ve kibrinizi arttıran ve sizi kaba gösteren herşeyi terkediniz, çünkü içeriye girmek için davet edildiğiniz kapı şişman bir kişinin girebileceği bir kapı değildir.
Allah’ın ağzından çıkmış olan, benim belirttiğim bu sözlere inanmayan insan ne şanssız biridir. Eğer gökte Allah’ın sizlerden memnun kalmasını istiyorsanız, aynı anadan doğan iki kardeş gibi birleşiniz. Aranızda daha büyük olan, kardeşinin suçunu daha fazla bağışlayanınızdır. İnat edip bağışlamayan şanssızdır. Böyle birinin benimle hiçbir alâkası yoktur. Allah’ın lanetinden korkunuz, O Kuddüs[30] ve Gayur[31]’dur. Kötülük işleyen Allah’a ulaşamaz. Kibirli olan O’na erişemez. Zalim O’na varamaz. Hain O’na erişemez. O’nun ismi için kıskanç olmayan O’nun yanında yer bulamaz. Dünya menfaatleri üzerine köpekler karıncalar yahut akbabalar gibi üşüşen ve dünyada sadece rahatlarını arayıp bulmuş olanlar, O’nun katında bir yakınlık elde edemezler. Her pak olmayan göz O’ndan uzaktır ve her temiz olmayan kalp O’ndan habersizdir. Onun için ağlayan gülecektir. Onun için bu dünya ile alâkasını kesen, O’nunla birleşecektir. Sizler tam gönül rızasıyla ve tam doğrulukla ve büyük bir gayretle Allah’ın dostları olunuz ki, O da dostunuz olsun. Sizler idareniz altında çalışanlara, eşlerinize ve fakir kardeşlerinize merhamet ediniz ki, gökte sizlere de merhamet edilsin. Siz gerçekten O’nun olunuz ki, O da sizin olsun. Dünya binbir çeşit belâ yeridir. Onun için siz Allah’a karşı tam bir doğrulukla davranınız ki, O bu belâları sizlerden uzak tutsun. Gökten emir gelmedikçe, yerde hiçbir âfet başgöstermez ve gökten merhamet inmedikçe, hiçbir âfet ortadan kalkmaz. Akıllılığınız, dallara değil köklere sarılmaktadır.
Ben sizlere tedbir ve ilaçları yasaklamıyorum; fakat onlara bel bağlayıp güvenmenizi yasak ediyorum. Sonunda ancak Allah’ın irade buyurduğu olacaktır. Dayanma gücünü kendinizde bulursanız bu tevekkül mertebesi diğer bütün mertebelerden daha üstündür.
Sizin için gerekli bir emir şudur ki, Kur’an-ı Kerim’i terkedilmiş bir şey gibi bırakmayınız, çünkü hayatınız ve yaşayabilmeniz buna bağlıdır. Kur’an’a saygı gösterenler gökte saygı göreceklerdir. Her bir hadise ve her bir söze mukabil Kur’an’a üstünlük tanıyanlar gökte üstün tutulacaklardır. İnsanoğlu için şimdi yeryüzünde Kur’an’dan başka hiçbir kitap yoktur ve bütün insanlık için şimdi yeryüzünde Hazret-i Muhammed’den (S.A.V.) başka hiçbir Resûl ve şefî’ yoktur.
Onun için, siz bu şanlı ve celâl sahibi peygamberi tam içtenlikle ve kalben sevmeye çalışınız ve başkasına onun üzerine hiçbir şekilde üstünlük tanımayınız ki, gökte necat bulmuş sayılasınız. Unutmayınız ki, necat öldükten sonra belirecek olan bir şey değildir. Hakiki manada necat edilmiş kimdir? Allah’ın (C.C.) doğru olduğuna ve Hazret-i Muhammed’in (S.A.V.), O’nunla bütün mahlûkatı arasında ortak bir şefî’ olduğuna inanan biri necatta bulunmuştur. Gök altında Hazret-i Muhammed’e (S.A.V.) eşit mertebede ne bir peygamber mevcuttur, ne de Kur’an’a eşit derecede başka bir kitap bulunmaktadır. Yüce Allah, başka hiç birisinin daimi olarak yaşamasını istemedi, lâkin bu seçkin nebi daima ebediyete kadar yaşayacaktır.[32]
Ey kendini benim cemaatimden sayan bütün insanlar! Sizler ancak takva yollarından yürüdüğünüz zaman gökte benim cemaatim sayılırsınız. Bu sebepten beş vakit namazını sanki, Allah-ü Teâla’yı görüyormuş gibi korku ve kalp huzuruyla eda ediniz. Oruçlarınızı da Allah için doğrulukla tamamlayınız. Zekât verebilecek olan herkes zekât versin ve üzerine hac farz olan ve arada hiçbir engeli olmayan her şahıs hac farizasını eda etsin. İyiliği süsleyerek yapınız ve kötülüğü tiksinerek bırakınız. Şunu kesin biliniz ki, takvadan boş olan hiçbir amel (hareket ve iş) Allah’a (C.C.) erişemez. Her iyiliğin kökü takvadır. Eğer bir amelde bu kök zayi olmazsa, o amel de zayi olmaz. Sizden önceki müminlerin denendiği gibi, siz de türlü üzüntü ve musibetlerle sınanmalardan geçirileceksiniz. Onun için sakın sendelemeyiniz. Eğer gök ile kuvvetli alâkanız varsa, yer size hiçbir zarar veremez. Sizler ne zaman kendi kendinize zarar verirseniz, düşmanınız eliyle değil kendi ellerinizle vereceksiniz. Eğer yer yüzündeki bütün itibarınız kaybolup gitse bile, Allah ( C.C.) size gökte hiç kaybolup gitmeyen ebedî bir hürmet gösterecektir. Bundan ötürü her ne olursa olsun O’nu terk etmeyiniz. Bu yolda kesinlikle eziyet edilecek ve birçok arzunuzdan mahrum edileceksiniz. Böyle durumlarda kati’yen üzüntüye kapılmayınız. Çünkü Allah’ınız (C.C.), siz O’nun yolunda sebatlı mısınız, değil misiniz diye sizi sınamaktadır. Eğer gökteki meleklerin dahi size methetmelerini istiyorsanız, dayak yediğiniz hâlde memnun kalınız, küfür duyduğunuz hâlde şükür ediniz ve başarısızlıklarla karşılaşınız fakat alâkanızı kesmeyiniz. Sizler Allah’ın (C.C.) son cemaatisiniz. Onun için, kemâl ve güzellik bakımından en yüksek seviyeye varmış olan iyilikler gösteriniz. Aranızdan her kim tembellik ederse, o kirli ve pis bir şey gibi cemaatten çıkarılıp dışarı atılacak ve hasretle ölecektir, lâkin Allah’a hiçbir zarar vermeyecektir. Kulak verin, ben büyük bir mutlulukla size haber vereyim ki, sizin Allah’ınız (C.C.) gerçekten mevcuttur. Gerçi bütün yaratıklar O’nundur, ama O, kendisini seçeni seçmektedir. O, kendisine gidenin yanına gelir. Her kim O’na hürmet ederse. O da ona hürmet ihsan eder. Sizler kalplerinizi doğrulayıp dillerinizi, gözlerinizi, kulaklarınızı temizledikten sonra O’na geliniz. O, sizleri kabul edecektir.
Bütün bu sözlerden sonra bir kere daha tekrar ediyorum. Zannetmeyiniz ki, biz zahiren[33] biat olduk. Zahir anlamı itibariyle “hiç” demektir. Allah (C.C.) sizin kalplerinizi görmektedir ve size ona göre davranacaktır. Bakınız, ben tebliğ[34] farzından şunu söyleyerek kutluyorum ki, günah bir zehirdir, onu yemeyiniz. Allah’ın (C.C.) emrine itaat etmemek çirkin bir ölümdür, ondan sakınınız. Dua ediniz ki, size kuvvet bahşedilsin. Dua ettiği an, Allah’ın ( C.C.) vadettiği müstesnalar dışında, O’nun her şeye kâdir olduğuna inanmayan benim cemaatimden değildir. Yalan ve dolandırıcılıktan vazgeçmeyen benim cemaatimden değildir. Dünya hırsına kapılmış olan ve ahirete gözünü bile açıp bakmayan benim cemaatimden değildir. Gerçekten dini, dünyadan daha üstün tutmayan benim cemaatimden değildir. Tam olarak her çeşit kötülük ve her türlü pis hareketten, yani içki içmek, kumar oynamak, harama bakmak, hıyanet etmek, rüşvet almak gibi caiz olmayan her işten tövbe etmeyen benim cemaatimden değildir. Beş vakit namaza bağlı kalmayan benim cemaatimden değildir. Daima dua etmekle meşgul olmayan ve alçak gönüllülükle Allah’ı ( C.C.) hatırlamayan benim cemaatimden değildir. Üzerinde menfi etki bırakan kötü arkadaşını terk etmeyen benim cemaatimden değildir. Anne babasına saygı göstermeyen ve Kur’an’a aykırı olmayan marûf[35] işlerde onlara itaat etmeyen ve onlara hiç aksatmadan hizmet etmeye önem vermeyen benim cemaatimden değildir. Zevcesi ve onun akrabalarıyla nezaket ve ihsan ile geçinmeyen benim cemaatimden değildir. Kendi komşusunu en küçük bir hayırdan bile mahrum bırakan benim cemaatimden değildir. Kendisine karşı suçlu olanın suçunu bağışlamak istemeyen ve kin tutan benim cemaatimden değildir. Her ne yolla olursa olsun, bana biat olan kişi bu taahhüdünü bozarsa, o benim cemaatimden değildir. Beni gerçekten Vadedilen Mesih ve Vadedilmiş Mehdi tanımayan benim cemaatimden değildir. Umur-ı Marûfe’de[36], bana itaat etmeye hazır olmayan benim cemaatimden değildir. Muhaliflerin meclislerine katılan ve onlarla işbirliği yapan, benim cemaatimden değildir. Her bir canî fasik, içkici, katil, hırsız, kumarbaz, hain, rüşvetçi, gasp eden, zalim, yalancı, kalpazan ve onlarla arkadaşlık eden, kendi erkek ve kız kardeşlerine karşı yanlış suçlamalarda bulup onları töhmet altında bırakan ve bu tür çirkin işlerden tövbe etmeyip kötü meclislerden de vazgeçmeyen, cemaatimden değildir. Bütün bunlar hep zehirdir. Bu zehirleri aldıktan sonra hiçbir şekilde kurtulamazsınız. Karanlık ile aydınlık bir arada bulunamaz. Kapalı, iki yüzlü ve sinsi huylu olan ve Allah’a (C.C.) karşı açık ve dosdoğru olmayan, kalbi temiz olanların bulduğu bereketi kesinlikle bulamaz. Kalplerini temizleyenler ve her türlü kötülükten arındıranlar ve Allah (C.C.) ile bağlılık anlaşması yapanlar ne şanslı insanlardır. Çünkü onlar hiçbir şekilde helâk edilmeyeceklerdir. Allah’ın (C.C.) onları küçük düşürmesi mümkün değildir; çünkü onlar Allah’a, Allah da onlara aittir. Onlar her belâ ânında kurtarılacaklar. Onlara zarar vermek isteyen düşmanları ne ahmaktır; çünkü onlar Allah’ın ( C.C.) kucağındadırlar ve Allah da onlardan yanadır. Allah’a (C.C.) kim imam etmiştir? Yalnızca böyle olanlar. Kalbinde Allah (C.C.) korkusu olamayan, günahkâr, içi kötülük dolu, nefsi de yaramaz olan bir kimseyi helâk etmek isteyen de kesinlikle ahmaktır, çünkü o kendiliğinden helâk olacaktır. Gök ile yeri yarattığından bu yana, Allah’ın iyileri yok edip helâk ettiği ve ortadan kaldırdığı tesadüf değildir. Aksine O, böyle olanlar için hep mucizeler göstermiştir ve bu devirde de gösterecektir.
O Allah ( C.C) çok vefakâr Allah’tır ve vefakârlar için O’nun olağanüstü işleri zuhur eder. Dünya onları parçalayıp yutmak, her düşman da onlara dişlerini geçirmek ister. Fakat onların dostu (Allah) onları her tehlikeden kurtarır ve her alanda zafere ulaştırır. Bu Allah’tan ayrılmayan kimse ne şanlıdır. Biz O’na iman ettik. Biz O’nu tanıdık. Üzerime vahiy indiren, benim için kuvvetli mucizeler gösteren, bu çağda beni Vadedilen Mesih olarak gönderen Allah, bütün dünyanın Rabbidir. Ne gökte, ne de yerde O’ndan başka Tanrı yoktur. O’na iman etmeyen saadetten mahrum kalmış ve sefalete yakalanmıştır. Biz Allah’ımızın güneş gibi parlak vahyini aldık. Biz gördük ki, dünyanın Rabbi O’dur. O’ndan başka tanrı yoktur. Bizim bulduğumuz Allah, ne kadar kudretli ve kuvvet vericidir. Bizim gördüğümüz yüce zat ne kadar üstün kudretlere sahiptir. Doğrusu şudur ki, O’nun için kitabı ve vaadine aykırı olanından başka imkânsız bir şey yoktur. Sizler dua ettiğiniz zaman, kendi hayallerine göre üzerinde Allah’ın kitabının mührü bulunmayan bir kudret kanunu uydurmuş olan cahil natüralistler gibi dua etmeyin. Çünkü onlar medrûddurlar.[37] Onların duaları hiçbir şekilde kabul edilmeyecektir. Onlar gözleri iyi görenler değil, kördürler. Onlar diri değil, ölüdürler. Allah’ın (C.C.) huzuruna kendi uydurdukları kanunları ileri sürerüp, sonsuz kudretlerini sınırlandırmaya çalışırlar ve O’nu zayıf zannederler. Bu yüzden onlara karşı aynen kendi durumlarına göre davranılacaktır.
Lâkin duaya yöneldiğin zaman, Allah’ın her şeye kâdir olduğuna inanman gerekir. O zaman senin duan kabul olacaktır ve sen Allah’ın kudretinin, bizim de gördüğümüz olağanüstü güzelliklerini göreceksin. Şahitliğimiz bir söylenti üzerine değil, gördüklerimizin temeli üzerine kurulmuştur. Allah’ı her şeye muktedir zannetmeyen birinin duası nasıl kabul edilebilir ve o, kudret kanununa aykırı zannettiği büyük zorluklar ortaya çıktığı zaman nasıl dua etmeye cesaret edebilir? Lâkin, ey saadet sahibi insan! Sen böyle yapma. Senin Rabb’in sayısız yıldızları bir direk olmadan astıran ve yerle göğü yoktan var edendir. Sen O’nun işinde âciz kalacağını düşünerek hakkında kötü mü düşünüyorsun ? Bunun yerine senin kötü düşünmen seni mahrum bırakacaktır.
Bizim Rabbimizin sayısız güzelliği ve olağanüstü kudreti bulunmaktadır; lâkin onları ancak doğruluk ve içtenlikle O’na bağlı olanlar görürler. Kudretlerine inanmaya ve O’na samimi ve bağlı olmayan yabancılara O, hayret edilecek ve şaşılacak güzelliklerini göstermez.
Her şeye gücü yeter bir Rabbi olduğunu şimdiye kadar bilmeyen insan gerçekten ne kadar şansızdır. Bizim behişitimiz[38] bizim Allah’ımızdır. Bizim üstün zevklerimiz, bizim Allah’ımızdadır; çünkü biz O’nu gördük ve her çeşit güzellikleri O’nda bulduk. Bu hazine hayat pahasına da olsa elde edilmeye, bu inci bütün varlığımız pahasına da olsa alınmaya değer. Ey bunlardan mahrum olanlar! Susuzluğunuzu giderecek olan bu pınara koşunuz. Bu hayat verecek bir pınardır ki, sizi kurtaracaktır. Ben ne yapayım ve bu müjdeyi nasıl zihninize yerleştireyim; insanlar duysunlar diye hangi davulla, işte Allah’ınız budur diye sokaklarda ilân edeyim. Ve hangi ilaçla insanları tedavi edeyim ki, duymak için kulakları açılsın?
Eğer siz Allah’ın olursanız, şunu kesin bilin ki, Allah da sizindir. Siz uyurken Allah-ü Teâla sizin için nöbette olacaktır. Siz düşmanınızdan gafil ve habersiz olsanız bile, Allah onu görecek ve onun plânlarını bozacaktır. Siz daha Allah’ınızın ne gibi kuvvet ve kudret sahibi olduğunu bilemezsiniz. Eğer bunu bilseydiniz, dünya için endişe ve keder duyduğunuz hiçbir gün üzerine doğmazdı. Bir hazineye sahip olan bir kuruş kaybettiğinden ağlayıp gözyaşı döker ve helâk olacak gibi olur mu? Öyleyse eğer bu hazineyi bilseydiniz ve bilseydiniz ki Allah’ınız muhtaç olduğunuz her anda işinize yarayacaktır; o zaman, neden dünya için böyle kendinizden geçerdiniz? Allah çok sevimli ve değerli bir hazinedir, O’na gerçek değerini veriniz, çünkü O, olmadan sizler bir hiçsiniz ve maddî imkân ve tedbirleriniz dahi bir hiçtir. Tamamen maddiyata bağımlı olan başka milletleri taklit etmeyiniz. Toprağı yiyen yılanlar gibi onlar da aşağılık ve alçak maddî imkânlara bağlandılar. Akbaba ile köpeklerin leşleri yedikleri gibi onlar da pis murdarı dişlediler. Onlar insanlara taparak, domuz eti yiyerek ve içkiyi su gibi kullanarak, Allah’a çok uzak düştüler. Onlar maddî araç ve imkânlar üzerinde haddinden fazla düştükleri ve Allah’tan kuvvet istemedikleri için helâk oldular. Bir güvercinin kafesinden uçup gitmesi gibi, ilâhî ruh da onların içinden uçup gitti. İçlerinde dünyaya tapmak gibi cüzam mevcuttur. Bu hastalık onların bütün iç organlarını kemirmiştir. Onun için siz o cüzam illetinden sakınınız. Ben size normal sınırlar çerçevesinde aşırılığa kaçmadan maddî araç ve imkânlara riayet etmeyi yasaklamıyorum, fakat başka uluslar gibi sadece maddî imkân ve vasıtalara köle olmanızı ve o maddî vasıta ve kaynakları temin eden Allah’ı unutmanızı yasaklıyorum.
Görmek için gözleriniz bulunsaydı, yalnız Allah’ın varlığını görür, bunun dışında hiçbir şeyin değerinin olmadığını idrak ederdiniz. O’nun izni olmadan sizler ne elinizi uzatabilir, ne de bükebilirdiniz. Ruhen ölmüş bir kişi buna gülüp alay edecektir; fakat o kendini bu alaya teslim etmeden ölüp gitseydi bu kendisi için daha hayırlı olurdu.
Sakın!! Sizler başka milletlerin dünya işlerinde önemli derecede başarıya nasıl ulaştıklarını görerek sakın onlar gibi olmayı istemeyin ve onların izinden yürümeyin. Dikkatle dinleyiniz ve anlamaya çalışınız ki onlar, sizi, hepinizi kendisine çağıran Allah’a karşı kayıtsız ve yabancıdırlar. Onların Tanrısı nedir ? Yalnız âciz bir insandır. Bundan dolayı onlar gaflet içinde bırakıldılar. Ben size dünya işlerinde çalışıp çabalamanızı yasak etmiyorum; fakat bu dünyayı her şeyleri bilen o insanların yolundan yürümeyiniz. İster dünya olsun, ister din her işinizde daima Allah’tan yardım istemelisiniz. Bu yalvarış sadece kuru dudaklarınızla olmamalı, bunun yanında, her bereketin gökten indiğine dair gerçek, derin ve sağlam bir inancınız da bulunmalıdır.
Her zorluk anında onu çözümlemek için bir çare aramanızdan önce kapınızı kendi üzerinize kapatınız ve öncelikle Allah’a secde ederek, o zorluklarınızı ortadan kaldırması için O’ndan yardım dileyiniz. İşte ancak o zaman siz gerçekten doğru insan olursunuz. O zaman Rûh-ûl Kudüs[39] size yardım edecek ve gaipten sizin için bir yol açılacaktır. Kendi kendinize merhamet ediniz. Allah ile alâkalarını tamamen kesmiş ve külliyeten maddî sebeplere bağlanmış olan, hatta Allah’tan kuvvet dilemek üzere ağızlarından “İnşâllah” kelimesini dahi çıkarmayan insanlara tabî olmayınız. Allah’ın bütün tedbirlerinizin merteği olduğunu idrak etmek üzere Allah gözlerinizi açsın. Eğer mertek düşerse, acaba kirişler çatıda durabilir mi? Tabii ki değil. Bunların hepsi yerle bir olacaktır. Hatta belki de birçok kişi hayatını kaybedebilir.
Kezâ, sizin tedbirlerinizi Allah’ın yardımı olmaksızın bir işe yaramaz. Eğer siz O’ndan yardım istemezseniz ve O’ndan kuvvet istemeyi âdet haline getirmezseniz, hiçbir başarı elde edemezsiniz ve sonunda büyük bir hasretle ölürsünüz. ”
(Melfuzat)
[1] İnleyen âşık
[2] Sebat gösterme, sözünü hiçbir şekilde bozmama
[3] Tövbe ettiği günaha bir daha dönmemek
[4] İzale-yi Evham; Ruhani Hazain, c.3 s.561-563
[5] Göksel, Allah tarafından olan
[6] İlâhî sınınma
[7] Yumuşak huylu
[8] Allah’a teslim olmuş kalp
[9] Kibirden arınmış
[10] Doğu Hindistan’da yerlilerin çiğnediği fındığa benzer bir yemiş.
[11] Kıyamet günü
[12] Kurtuluş
[13] Tartışmaya girmeyip olduğu gibi Allah’ın emirlerini kabul etmek.
[14] Gerçek sevgili
[15] Gerçek ihsan edici
[16] Saf; a.3-4
[17] Maide; a.28
[18] Neml; a.63
[19] Nahl; a.129
[20] Enam; a.83
[21] Nahl; a.51
[22] Fatır; a.33
[23] Ahkaf; a.16
[24] Malfuzat; c.10, s.135-139
[25] Ben senin evinin avlusunda bulunan herkesi koruyacağım demektir.
[26] Kesinlikle, şüpheye mahal vermeyecek şekilde.
[27] Görünme, belirme, Allah kullarıyla olan muamele, Allah’a ermiş kulların kalbinde İlâhî sırların çözülmesi.
[28] Tek oluşu
[29] Allah’ın emirleri ve yasaklarına riayet etmek.
[30] Pak ve temiz.
[31] Gayret sahibi, kıskanç
[32] Kişti-ye Nuh; Ruhani Hazain, c.19 s.10-14
[33] Görünürde
[34] Allah’ın verdiği bilgileri insanlara iletmek.
[35] Hayırlı işler, iyi işler.
[36] Hayırlı işler, iyi işler.
[37] Allah indinden reddedilmiş.
[38] Cennetimiz.
[39] Pak Ruh, Cebrail.