Vadedilen Mesih’inas ihya gücünü, biz onikinci delil olarak takdim edeceğiz. Önce sunulan deliller gibi bu delil de binlerce farklı delillerden oluşmaktadır. Bugünün Müslümanları Hıristiyanlar gibi, Hz.İsa’nınas cismani ölüleri dirilttiğine inanırlar. Bu inancın Kuran-ı Kerim’e göre bir şirk ve imanı zayi eden bir inanış olduğunu önceki bölümlerde açıklamıştık. Ancak Hz.İsa’nınas da diğer peygamberler gibi ölüleri dirilttiği konusunda hiç şüphemiz yoktur. Allah’ıncc Kelamı buna şahittir ve ölülerin diriltildiğini kabul etmeyen de, O’nun Kelamını reddetmiş olur. Peygamberlerin dirilttikleri ölülere gelince, onlar maddi değil, manevi ölülerdir. Peygamberlerin geliş gayesi, işte bu tür ölülere hayat vermektir. Gelip geçen her peygamber, bu şekildeki ölülere hayat vermişlerdir. Hz.Adem’denas Peygamber Efendimiz’esav kadar bütün peygamberler, ölüleri diriltmek gayesi ile gönderilmişlerdir. Elleri ile ölülerin hayat bulması, peygamberlerin doğruluğunun bir ölçüsüdür. Eğer bir peygamber böyle bir mucize gösteremezse, onun ileri sürdüğü iddia şüphelidir. Ancak, bu şekilde ölüleri diriltme gücüne sahip bir kimse ise, kesinlikle Allahcc tarafından gönderilmiştir. Çünkü bu ihya Allah’ıncc izni olmaksızın gerçekleşemez. Keza bu konuda Allah’ıncc izni bahşedilen kimsenin doğruluğu konusunda da, hiçbir kuşku kalmaz.
Bu mucizeyi Allahcc, Vadedilen Mesih’inas eli ile o kadar çok göstermiştir ki, Peygamber Efendimizsav dışında hiçbir peygamberin tarihinde ve hayatında bu mucizenin, bu denli aşikâr bir şekilde zuhur ettiği görülmemiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tırcc. Vadedilen Mesihas zuhur ettiği dönemde bütün dünyayı manevi ölüm sarmıştı. Hatta üzerlerinden vücutları çürüyecek kadar uzun bir müddet geçmişti. Bu korkunç ve ibret verici ölümden, bütün peygamberler uyarıla gelmiştir. Nitekim Resulüllahsav şöyle buyurmuştur:
اِنَّهُ لَمْ يَكُنْ نَبِىٌّ بَعْدَ نُوحٍ اِلَّا قَدْ اَنْذَرَ الدَّجَّالَ قَوْمَهُ وَاِنِّى اُنْذِرُكُمُوهُ
“Nuh’tan sonra her peygamber, kavmini deccal tehlikesi hususunda ikaz etmiştir. Ben de sizi deccala karşı ikaz ediyorum.[1]”
Kısacası hiçbir ölü, deccâlî fitnenin öldürdüğü kimselerin hayattan yoksun bırakıldığı kadar, hayattan yoksun olamaz. Hayata kavuşmasından bu denli umut kesilen ölüleri diriltmek çok zor bir iştir. Ancak Vadedilen Mesihas bu işi üstlendi ve yüz binlerce insanı diriltti. Bu durumun bir benzeri, Peygamber Efendimizinsav cemaati bir istisna olmak üzere, hiçbir cemaatte bulunmamaktadır. Hz.Musa’nınas kavmi ile siyasi ilişkileri de bulunuyordu. Bundan dolayı onun kavmi, sadece iman ettikleri için değil, siyasi sebeplerden dolayı da onunla birlikte hareket etmeye mecburdular. İman etmek suretiyle onunla beraber olanlardan bahsederken Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
فَمَا اٰمَنَ لِمُوسٰى اِلَّا ذُرِّيَّةٌ مِنْ قَوْمِهٖ
“…kavminin (az sayıda) gencinden başka, kimse Musa’ya inanmadı…[2]”
Mısır’da var olan durum bu idi. Hz.Musaas Mısır’dan çıktıktan sonra kavminin çoğunluğu hala kalben iman etmiş değillerdi. Ancak onlar, siyaseten onunla beraberdiler. Nitekim Allahcc Mısır’dan ayrıldıktan sonra, onun kavminin bir bölümünden bahsederken, onların şöyle söylediklerini bildirmektedir:
وَاِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسٰى لَنْ نُؤْمِنَ لَكَ حَتّٰى نَرَى اللّٰهَ جَهْرَةً فَاَخَذَتْكُمُ الصَّاعِقَةُ وَاَنْتُمْ تَنْظُرُونَ
“Hani siz; Ey Musa, Allah’ı karşımızda apaçık görmedikçe kesinlikle sana inanmayız, demiştiniz…[3]” Aynen bunun gibi Kuran-ı Kerim, İnciller ve tarihten anlaşıldığına göre Hz.İsa’yaas pek az kimse iman etmişti. Onlar arasından da ihlâslı olup, gerçek hayata kavuşan çok az sayıda insan bulunuyordu. Ancak Vadedilen Mesihas, Peygamber Efendimizinsav manevi feyizlerinin devamını sağlamak ve onun bereketlerini dünyaya yaymak üzere gönderilmişti. O, Mesih-i Muhammedi gibi yüce bir makama sahipti. Bundan dolayı Allahcc, onun eliyle sayısızca ölüye hayat verdi. Bu ölülerin durumu o kadar umutsuzdu ki, üzerlerine Muhammedi pınarın suyu serpilmemiş olsaydı, yaşam bulmaları imkânsızdı.
İçinde bulunduğumuz devirde, her tarafta bidatlar, İslam dışı örf ve adetler, dünya prensliği ve fisk-i fücur kol gezerken, keza öte yandan insanlar dine karşı nefret duyup, Allah’ıncc kelamını umursamazlarken ve şeraite saygısızlık edip, salih amele hiç yaklaşmayarak, dua ve din sevgisinden de yoksun yaşarlarken, Vadedilen Mesih’inas ortaya çıkıp bir cemaate hayat vermesi, ilginç ve dikkat çekici bir durum değil mi? Onun dirilttiği bu cemaatte modern eğitimli kimseler olmasına rağmen, onlar, Allah’acc, Peygamberesav, meleklere, duaya, mucizelere, Kuran’a, Kıyamet gününe ve de Cennet ile Cehenneme içtenlikle iman ederler ve ellerinden geldiğince İslam şeriatına uyarlar. Onun cemaatinde, aransa bile namazdan gafil birilerini bulmak, pek mümkün değildir. Bu koşullar altında görülen bazı eksiklikler ise, başlangıç döneminin bir sonucu olup, zaman içerisinde bunlar da, bir bir ortadan kalkacaktır. Kolejlerde tahsil görenler ve modern eğitime gönüllerini kaptıranlar, dinden tamamıyla nefret ederler ve onu sadece siyasi birliği sağlamanın vesilesi zannederler. Hâlbuki Vadedilen Mesih’inas eliyle modern eğitim görmüş insanlardan oluşmuş bu cemaatin secde yerleri, gözyaşları ile sırılsıklamdır. Onların sineleri, yakarışlarının sonucu olarak, kazanlar gibi kaynar durur. Onlar, İslam’ın yayılışı ve üstünlüğü için, bütün siyasi mevkilerini ve dünyevi makamlarını kurban ederler. Birçokları dünyayı elde edebilecekken, Allah’ıncc dininin içine düştüğü zaafı ve ilmi cihada olan ihtiyacı görüp, bütün isteklerini feda ederek, dine hizmet ile meşgul olmayı tercih ettiler. Onlar, fakirliği zenginliğe yeğlediler, doymaktansa aç kalmayı tercih ettiler. Dilleri Allahcc ve Peygambersav zikri ile daima ıslaktır. Gönülleri ise, Allahcc ve Resulunünsav sevgisi ile dopdoludur. Keza onlar, amelleri ile Rableri ve Peygamberleri’ninsav azametini ortaya koyarlar. Çehrelerinden Allahcc ve Resulsav sevgisi akmaktadır. Onlar da bu dünyada yaşadıkları için, kulakları özgürlük naralarına aşinadır. Akılları da, çağdaş düşüncelere vakıftır. Gözleri ise, özgürlük kisvesi altında yürütülen çabalara tanıktır. Diğer insanların okuyup, dinlediklerini, onlar da okuyup dinlerler. Buna rağmen onlar, çağımızda İslam’ın zahiri özgürlüğe değil, Allah’ıncc ve Resulününsav köleliliğine muhtaç olduğuna kanaat getirdiler. Deccâlî fitnenin, İslam’ın kökünü kazımak üzere kurduğu yaygın sistem, Allah’ıncc dinine büyük zararda bulunmaktadır. Bundan dolayı, İslam’ın üstün gelmesi için tek bir şeye ihtiyaç duyulmakta, o da, büyük küçük, zengin fakir, âlim ve cahil, her kimsenin, tüm güç ve becerilerini bir araya getirerek tek bir el üzerinde toplanması ve Rablerinin uğrunda tek bir bayrak altında bir araya gelmesidir. Böylelikle onlar, tek vücut olarak küfür ve fesada karşı koyabilirler. İşte bu gerçeklerin farkına varan cemaat, Allah’ıncc emrini ve İslam’ın menfaatini üstün tutarak, çağımızın popüler hareketlerinin etkisi altına girmeyi reddetti. Onlar, kendi elleriyle boyunlarına itaat ipini geçirdiler. İslam’ın çıkarlarını göz önünde bulundurarak üzerinde birleştikleri el, hangi yöne gitmelerini emrederse, onlar gönül rızası ile hiçbir özür ve hileye başvurmadan, işaret edilen yöne gideceklerini ve hiçbir fedakârlıktan da kaçmayacaklarını kabul ettiler. Bu yolda ortaya çıkacak sıkıntıları da, akıllarına hiç getirmeyeceklerine dair söz verdiler. Onlar, dilleri ile ikrar etmekle kalmayıp, bunların tamamını fiilen yerine getirdiler. Şu an onlardan birçokları, vatanlarından ve ailelerinden çok uzaktadırlar. Amaçları kazanç elde etmek olmayıp, aksine büyük mal ve can sıkıntılarına katlanarak, zamanın Halifesine itaatten dolayı, onlar İslam’ı yaymakla meşguldürler. Onların büyük çoğunluğu, bütün dünyevi işlerini kesip, Allah’ıncc Celalinin zuhuru uğruna, evlerinden çıkmak için gelecek olan emri beklemektedirler.
فَمِنْهُمْ مَنْ قَضٰى نَحْبَهُ وَمِنْهُمْ مَنْ يَنْتَظِرُ
“…Aralarından (bazıları, Allah’a karşı) adaklarını gerçekleştirdiler. (Bazısı ise daha) beklemektedir…[4]”
Onlar, Allahcc için dayak yemekte, evlerinden kovulmakta, küfürlere muhatap kalmakta ve hakir görülmektedir. Onlar, bu eziyetlerin hepsine, içleri nurlandığı ve gönül gözleri açıldığı için katlanırlar. Onların gördüklerini gören başka hiç kimse yoktur. Onlar dayak yerlerken, diğerlerinin iyiliğini ve küçük düşürülürlerken, insanların saygı kazanmalarını isterler.
Kim İslam’ın korunması ve yayılması adına Amerika’da tek başına mücadele vermektedir ve okyanusta bir baloncuk olduğu halde hiç korkmamaktadır? Onlar Muhammedî Mesihin eli ile hayata kavuşan ölülerdi. Bundan dolayı onlar, yalnız olsalar da, Amerika’yı İslam’ın hizmetkârlık halkasına dâhil etmek üzere çaba sarf etmektedirler. Çünkü onlar bir dirinin, milyonlarca ölüden daha üstün olduğunu bilmektedirler.
Peki, İslam’ın yayılması için İngiltere’de uğraş veren kimdir? Onlar da bu Muhammedî Mesihin eliyle diriltilmiş olanlardır. İngiltere fiziksel olarak Hindistan’ı fethettiği halde, onlar İngilizlerin manen öldüğünü ve Allah’tancc uzaklaşmış olduklarını bilirler. Bundan dolayı onlar, onları hayata kavuşturan Muhammedî Mesihin suyu ile insanoğlunu diriltmek üzere yollara düştüler. İngilizlerin gücü, saltanatı ve hükümeti onları korkutmaz. Çünkü onlar, kendilerinin diri ve İngilizlerin ise ölü olduğuna kesin bir şekilde inanırlar. Nitekim dirinin ölüden korkmasının ne anlamı olabilir ki?
Hıristiyanlık, Batı Afrika sahilinde adımlarını sağlamlaştırmaya başlamıştı ve yüz binlerce insanı Hıristiyan yapmışlardı. Hıristiyanlar bir kula tapmak için insanları toplamaya çalışırlarken, tek olan Allah’ıncc ismini yüceltmek için, şirk topunun önünde göğsünü geren kimdi? İşte Vadedilen Mesih’inas bir üflemesiyle hayata kavuşan insanlar, İslam’ı korumak üzere teyakkuza geçtiler. Oysa insanlar, İslam’ın cesedini ve onun izinin silindiğini görmeye başlamışlardı.
Dünyanın ihmal ettiği Mauritius ile ilgilenen ve bu ada halkını hayata kavuşturma işini üstlenen kimdi? Tarihi çok eskiye dayanan Sri Lanka’nın gözleri kimin sesiyle açıldı? Rusya ve Afganistan halklarına hayat nimetini bağışlamak üzere harekete geçen kimdi? İşte onlar, Vadedilen Mesih’inas hayata kavuşturduğu insanlardır.
Dünya üzerinde yaşayan dört yüz milyon Müslüman arasından hiç kimsenin İslam’ı tebliğ edip yaymak üzere evlerinden çıkmaması, ancak bir avuç insandan oluşan cemaatten yüzlerce kişinin bu işle meşgul olması, hayatın belirtisi değil midir? Müslümanlar, bazı bölgelerdeki insanların hiçbir zaman İslam’ın adını duymayacaklarını zannediyorlardı. Bu cemaat ise oralara gidip, İslam’ı tebliğ etmekle meşgul oldu.
Eğer bu cemaatin fertleri yeni bir hayata kavuşmadı iseler, dünyadaki tabloyu nasıl böyle değiştirebildiler. Tek başlarına ülkelere karşı göğüs germe cesaretini nereden buldular. Kendi vatanlarını terk edip, gurbet ellerinde sıkıntı çekmeye nasıl rıza gösterdiler. Onların eşleri, çocukları, kardeşleri ve arkadaşları yok muydu? Başkaca bir işleri de mi yoktu? Onları dünyadan el çekip dine dönmeye sevk eden neydi? Bunun sebebi, onların içlerinde diri bir ruhun bulunmasıdır. Bundan dolayı onlar, ölü olan her şeyi, her türlü hayatın kaynağı olan Allahcc için terk ettiler. Onlar, Rableri olan Allah’tacc, Allahcc ise onlarda yaşamaya başladı. Kuran-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:
فَتَبَارَكَ اللّٰهُ اَحْسَنُ الْخَالِقٖينَ
“…yaratanların en iyisi olan Allah, ne bereketlidir![5]”
Buraya kadar Vadedilen Mesih’inas ihya gücünden bahsettik. Eğer bizler, burada hayatın gerçek ölçüsü olan dirilmenin etkisinden bahsetmeyecek olursak, bu konu muallâkta kalacaktır. Bunun ayrıntıları ise şöyledir. Vadedilen Mesihas kendisine bahşedilen ihya gücü ile insanlara öylesine bir hayat verdi ki, onların büyük bir kısmı sadece dirilmekle kalmayıp, onlara da ihya gücü bağışlandı. Ona tabi olanlara, onun vasıtasıyla bu güç verilmemiş olsaydı, durumu onun beyin yapısının bir sonucu olarak değerlendirilebilirdi. Bundan dolayı onun hakkında, beyan ettiği ilimlerin ona açıldığı ve zamanı geldiğinde gerçekleşecek manzaraların onun tarafından görüldüğü söylenebilirdi. Birileri, onun teveccühünde tesir bulunduğu için, isteklerinin dua kabul ediliyormuşçasına gerçekleştiğini iddia edebilirdi. Ancak o, kendisine bahşedilen hazineleri yanında götürmeyip, ona içtenlikle uyanlara, seviyelerine uygun olarak bunların tamamını dağıttı. Onun muhabbeti ve ona olan bağlılık neticesinde, Allahcc tarafından bahşedilen ilimlerin yağmuru gönüllere nazil edilir. Bugün bile Allah’ıncc lütfu ile Kuran-ı Kerim’in manalarını beyan etmek konusunda, onun cemaatinden birçok kişi bu meydanda önde gitmektedirler. Onların beyanında öyle bir tesir mevcuttur ki, şüphelerle örülmüş ipler, beyanlarının tek bir vuruşu ile paramparça edilir. İnsanlar için mühürlenmiş, kapalı bir zarf hükmünde olan Kuran-ı Kerim, bizler için apaçık bir kitaptır. Onun anlaşılması güç makamları, bizim için kolay kılınır ve incelikleri bize bildirilir. Dünyada İslam aleyhinde hangi din ve görüş olursa olsun, Allah’ıncc lütfu sonucu, biz sadece Kuran’ın kılıcı ile onu paramparça edebiliriz. Eğer bir ilimle onun herhangi bir ayetine itiraz edilirse, Allahcc gizli vahyi ile bize onun cevabını bildirir.
Allahcc tarafından ilham, vahiy veya keşfe nail olmak, sadece onun şahsı ile sınırlı değildir. Vadedilen Mesih’inas eliyle hayata kavuşanların birçoğuna da bu nimetler bağışlandı. Allah’ıncc onlarla konuşması ve gördükleri rüyaların da vaktinde gerçekleşmesi, sohbetlerinde bulunanların imanlarına dirilik kazandırır. Allahcc onlarla konuşup, kendilerine rıza yollarını bildirir. Böylelikle takva yolunda ilerlemek konusunda da onlara destek verilir. Kalpleri kuvvet kazanır ve dayanma güçleri artar.
Duanın kabulü ve İlahi desteğin nüzulü konusunda da Vadedilen Mesih’inas feyzi devam etmektedir. Onun eliyle hayata kavuşanlar, bu ihya gücünü kendilerinde hissederler. Allahcc bu cemaatin fertlerinin çoğunun dualarını, diğer insanlara nispetle daha fazla kabul eder. O, desteğini onlar için nazil edip, düşmanlarını ise helak eder. Çabalarının meyvelerinin en alasını da onlara bahşeder. O, kendilerini yalnız bırakmaz ve onları korumak için daima harekete geçer.
Kısacası, Vadedilen Mesihas ölülere hayat vermekle kalmayıp, ölülüleri diri kılan insanları da yetiştirdi. Bu işi, Allah’ıncc sevdiği yüce peygamberler haricinde kimsenin becermesi mümkün değildir. Bu nimetlerin tamamının, Peygamber Efendimizinsav feyzinin bir sonucu olduğuna kesinlikle iman ederiz. Doğrusu, Peygamber Efendimizinsav vazifesini tamamlama görevini o üstlenmiştir. Vadedilen Mesiheas inen bir vahiyde şöyle buyrulmuştur:
كُلُّ بَرَكَتٍ مِنْ مُحَمَّدٍ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَتَبَارَكَ مَنْ عَلَّمَ وَ تَعَلَّمَ
“Her bereket Muhammed’tensav gelir. Bundan dolayı, öğreten ve öğrenen mübarektir.[6]”
[1] Tirmizi Ebvabu’l-Fiten
[2] Yunus suresi, ayet 84
[3] Bakara suresi, ayet 56
[4] Ahzab suresi, ayet 24
[5] Müminun suresi, ayet 15
[6] Tezkere, s.45 (4. Baskı)