Resulullah’ın (s.a.v.) Yüksek Ahlaki Vasıfları

Hz. Resulüllah (S.A.V.) felâket ve sıkıntı zamanlarında son derece sabırlı  idi. İşlerin aksi gitmesi karşısında cesaretini kaybetmez ve şahsî arzuların  esiri olmazdı. Kendisi doğmadan babasının öldüğünü ve henüz küçük bir  çocuk iken de annesini kaybettiğini daha önce de anlatmıştık. Sekiz yaşına  kadar Resulüllah’ı (S.A.V.) büyük babası himaye etmişti. Onun ölümünden  sonra amcası Ebu Talib, hem Resulüllaha karşı tabiî olarak  duyduğu sevgiden ve hem de babasının özel tembihinden ötürü, yeğenine  daima çok şefkat ve itina ile baktı. Fakat zevcesi bu duyguları aynı  derecede paylaşmıyordu. Çok defa kendi öz çocuklarına oyuncak veya  yiyecek gibi şeyler verdiği zaman küçük yeğenlerini bundan mahrum  bırakırdı. Ebu Talib böyle zamanlarda tesadüfen eve gelse küçük yeğeninin,  yüzünde hiç bir şikâyet veya küskünlük eseri göremez aksine onun, tam  bir vakar içinde, ayrı oturduğunu görürdü.

Mesuliyetini bilerek ve taşıdığı  şefkat ve sevgi duygusunun tesiri altında kalarak, yeğenine koşar, onu  bağrına basar ve karısına “Benim bu çocuğumla da biraz meşgul ol! Benim  bu çocuğumla da biraz meşgul ol!” diye bağırırdı. Bu çeşit hadiseler seyrek  değildi; ve onlara şahit olanların ittifakla beyan ettiğine göre, küçük  Muhammed (S.A.V.) bunlardan canı sıkıldığına veya yeğenlerini  kıskandığına dair hiç bir belirti göstermezdi. Sonunda durumu müsait  olunca, Hz. Resulüllah (S.A.V.) amcaoğullarından ikisine, Hz. Ali’ye (R.A.)  ve Hz. Cafer’e (R.A.), bakmayı ve yetiştirmeyi üzerine almış ve bu  vazifeyi tam olarak ifa etmişti.

Hz. Resulüllah (S.A.V.) hayatı boyunca bir çok acı tecrübeler geçirmişti.  Öksüz doğmuştu. Küçükken sevgili annesini, sekiz yaşında iken de büyük  babasını kaybetmişti. Evlendikten sonra, birbiri ardınca ölen çocuklarının  acısına katlanmağa mecbur kalmış; sonra da sevgili zevcesi Hz. Hatice  (R.A.) ölmüştü. Hz. Hatice’nin (R.A.) kaybından sonra evlendiği  zevcelerinden bazısı kendisi sağken vefat etmişlerdi. Hayatının sonlarına  doğru da oğlu Hz. İbrahim’in (A.S.) kaybının acısını tatmıştı.

Metanetle  katlandığı bu acılardan ve felâketlerden hiç biri onun yüksek azmini veya  güzel huyunu yahut ta zarafet ve nezaketini katiyen etkilememişti.

Kendi  şahsi elem ve üzüntülerini açığa vurmamış, herkesi daima güler yüzle karşılamış, ve herkese aynı hayırseverlikle muamele etmişti.

Bir gün, kaybettiği çocuğunun mezarı başında yüksek sesle ağlayıp feryat eden bir kadın gördü. Kadına sabırlı olmasını ve Allah’ın (C.C.) iradesini her şeyden üstün diye kabul etmesini tavsiye eyledi. Kadın kendine hitap edenin Hz. Resulüllah (S.A.V.) olduğunu bilmiyordu, ve şöyle cevap verdi: “Benim gibi senin de bir çocuğun ölseydi, böyle bir ıstırap karşısında sabretmenin ne kadar zor olduğunu anlardın”. Resulüllah (S.A.V.): “Benim bir değil, yedi çocuğum öldü” dedi ve yoluna devam etti.

Mâruz kaldığı kayıplara ve talihsizliklere dolaylı olarak temas ettiği haller müstesna, onlar üzerinde hiç durmaz ve onların insanlığa hizmette bulunmak veya başkalarıyla dert ortağı olmak hususundaki isteğini engellemesine müsaade etmezdi.

Önceki

Nefsine Hakimiyet

Sonraki

Zevcelerine Muamelesi