Vahyin devamı ve ümmetî peygamberin gelmesi - Müslüman Ahmediye Cemaati

Vahyin devamı ve ümmetî peygamberin gelmesi

Bize yöneltilen dördüncü büyük itiraz, bize göre vahyin ve peygamberlerin gelişinin Peygamber Efendimizdensav sonra da devam edecek olmasıdır. Bu itiraz da, tefekkürsüzlük veya bize olan husumetin bir sonucudur. Doğrusu biz, sözlerin zahir şeklinden ziyade, onların Allahcc ve Peygamber’insav onuruna yakışan anlamına inanmayı tercih ederiz. Peygamber Efendimizinsav peygamberliğini kaldırıp dünyaya yeni bir şeriat ve yeni bir kıble verecek; İslam şeriatının herhangi bir hükmünü değiştirecek; insanoğlunu Peygamber Efendimizesav değil kendine itaate davet edecek; Muhammedî Ümmetin dışından ortaya çıkacak veya Peygamber Efendimizdensav feyiz almaksızın herhangi bir manevi mertebeye erişebilecek bir kişinin gelebileceğine, bir an için dahi inanamayız. Çünkü bize göre, böyle bir kişinin gelmesi İslam’ın sonu olup Peygamber Efendimizesav Allahcc tarafından verilen sözlerin yalan çıkacağı anlamına da gelecektir. Böyle bir inanışa göre, sanki Peygamber Efendimizinsav gelişi ile İlâhi feyizlerin tümü kesilmiştir ve böylece o, dünyanın manevi ilerlemesine yardımcı olmak yerine, (hâşâ) bir engel teşkil etmiştir. Biz, böyle bir düşünceyi kabul edemeyiz ve bundan tiksiniriz.

Bizce o, ilahi feyiz kapılarını kapatmak için değil her zamankinden daha çok açmak için gelmiştir. Peygamber Efendimizinsav âlemler için rahmet olduğuna içtenlikle inanırız. Her gözün gördüğü gibi, onun zuhuru insanları manevi feyizlerden mahrum bırakmamıştır, aksine onun zuhuruyla Allah’ıncc insanlara her zaman bahşettiği manevi feyiz ve nimetler eskisinden daha bol olarak akmaya başlamıştır. Onun zuhurundan önce bu ilahi feyizler bir ırmak gibi akıyordu, ancak onun zuhurundan beri muazzam bir nehir gibi akmaktadır. Çünkü onun zuhurundan önce manevi alemdeki bilgi kemale ermemişti, hâlbuki onun gelişiyle bu bilgi kemale erdi. Kamil irfan ise ancak kâmil bilgi ile elde edilir.

Kuran-ı Kerim, kendisinden önceki hiçbir Kitabın öğretmediğini öğretmektedir. Sonuç olarak Peygamber Efendimizinsav vasıtasıyla insanlar da irfanda ilerleme kaydetmiştir. İrfanda ilerlemiş olmaları ise, onların öncekilere kıyasla daha yüksek manevi makamlara ulaşabilmelerini mümkün kılmıştır. Buna iman olmasa, Peygamber Efendimizinsav diğer peygamberlere nazaran ne üstünlüğü olabilirdi ki? Peygamber Efendimizesav tabi olmadan zuhur edecek bir peygamberin gelmesini reddederiz. İşte bundan ötürü, biz Hz. İsa’nınas tekrar geleceğini reddederiz. Oysa Peygamber Efendimizesav tabi ve onun ümmetinden olup, şanını yücelten bir peygamberin gelişini ise reddetmeyiz.

Allahcc gönüllerini İlâhi nurla doldurup, hakkı tanıması için gözlerini açsın!

Kendisinden önceki bir peygamberi hükümsüz kılan peygamber yeni bir şeriat getirir. Ayrıca o kendisinden önceki peygambere tabi olmaksızın doğrudan elde edilmiş olan bu mertebeye yükselir. Ancak önceki bir peygambere tabi olarak, ondan aldığı feyiz ve nura dayanarak, ona itaat edip, peygamberlik mertebesine erişmiş bulunan bir peygamber ise daha evvelki peygamberi hükümsüz kılmış olmaz. Bu çeşit peygamberlik, daha evvelki peygamberi küçük düşürmek şöyle dursun, onun ve getirdiklerinin şan ve şerefini artırır. Kuran-ı Kerim’den anlaşıldığına göre peygamberliğin bu çeşidi Peygamber Efendimizinsav ümmetinde devam edecektir. Aklıselim de bu görüşü desteklemektedir. Zira bu çeşit peygamberlik, Ümmet-i Muhammediye için erişilemeyecek bir mertebe ise, o zaman o diğer peygamberlerin ümmetlerine nazaran hiçbir üstünlüğe sahip değil demektir.

Peygamber Efendimizsav, Hz. Musa’yaas tabi olanlar arasında peygamberlikten daha aşağı bir manevi mertebe olan muhaddes mertebesine erişmiş kimseler bulunduğunu söylemişti.[1] Bundan dolayı, Peygamber Efendimizsav kendi manevi feyziyle insanları muhaddeslikten daha yüksek bir mertebeye çıkaramıyorsa, o zaman onun “insanların ve peygamberlerin en hayırlısı,” olmasının ne anlamı kalır ki? Peygamberlerin en hayırlısı olabilmesi için, onun kendisinden daha önceki peygamberlerde bulunmayan meziyetlere sahip olması gerekir. Daha önceki peygamberler kendilerine tabi olanları en fazla muhaddes mertebesine ulaştırabiliyorlardı. Ancak Peygamber Efendimizesav tabi olan bir kimse ise, onun kuvvet-i kudsiyesi sonucunda peygamberlik makamına da erişebilir. Kuvvet-i kudsiyesinin bu kemalini görünce, müminin kalbi de aşk ile dolup taşar.

Peygamber Efendimizinsav zuhuru bu çeşit peygamberliği ortadan kaldırsaydı, o zaman onun zuhuru yeryüzü için bir yardım değil, (hâşâ) bir azap hükmünde olurdu. Kuran-ı Kerim ise insanlık için faydasız bir kitap haline gelirdi. Zira Peygamber Efendimizinsav zuhurundan önceki müminler yüksek mertebelere erişebilirlerken, onun zuhurundan sonra insanlar o mertebelere ulaşmaktan mahrum kılınmışlardır diye kabul etmemiz gerekirdi. Kuran-ı Kerim’den önceki Kitaplar insanların peygamberlik mertebesine kadar ulaşmalarına yardımcı olmuşlardı, ama Kuran-ı Kerim’e uyan bir kimse ise bu mertebeden mahrumdur? Eğer bunlar doğruysa, gerçek müminlerin kalbi kanayacak ve azimleri kırılacaktır. Çünkü onlar “Peygamberlerin peygamberi” ve “âlemlere rahmet” olanın gelişiyle maneviyat sahasında yeni yükselme yollarının açılacağını ve O’nun yolunda yürümek suretiyle, Rablerine her zamankinden daha çok yaklaşacaklarını umarlarken, O’nun gelişi, (hâşâ) öteden beri açık olan rahmet kapılarının kapanmasına sebep oldu diye düşünecekler.

Acaba bir mümin bir an için Peygamber Efendimizsav hakkında böyle bir düşünceye kapılabilir mi? Ona âşık olan, bir an için bu inancı taşıyabilir mi? Allah’acc andolsun ki, Peygamber Efendimizsav feyiz ve bereketi tükenmeyen eşsiz bucaksız bir denizdir. O, kuşatılması mümkün olmayan manevi bir göktür. O, rahmet kapılarını kapatmamış, aksine ardına kadar açmıştır. Daha önceki peygamberler ile kendisi arasındaki fark da budur. Geçmiş peygamberlere tabi olanlar, itaat ederek ancak muhaddes mertebesine kadar yükselebilirlerdi. Peygamberlik mertebesine nail olmaları ise, başka bir terbiyeyi gerektirmekteydi. Buna karşın Peygamber Efendimizesav itaat eden bir kimse ise, peygamberlik makamına nail olabilir. O, maneviyatta ne kadar ilerlemiş olursa olsun, Peygamber Efendimizinsav manevi köleliğinden azat olamaz, ümmetinin halkası dışına da çıkamaz. Doğrusu, onun mertebesi ne kadar yüksek olursa, Peygamber Efendimizesav karşı şükran ve minnet borcu da o denli artar. Çünkü Allah’acc yakınlık bakımından, Peygamber Efendimizsav hiçbir faninin erişemeyeceği bir noktaya erişmiştir. Onun Allahcc katındaki mertebesi tasavvur edilmesi mümkün olmayan bir süratle her an artmaktadır. Nitekim ümmetinin ilerlemesi Peygamber Efendimizinsav ilerlemesine muhtaçtır. O adımlarını ileriye attığı için, ümmeti de adımlarını ileriye atmıştır.

Peygamber Efendimizinsav bu yüce mertebesinin sonucu olarak, yukarıda zikredilen şekilde peygamberliğin devamını kabul etmemiz gerekir. Çünkü bu çeşit bir peygamberliğin devamı Peygamber Efendimizinsav şanını ve büyüklüğünü artırır. Ancak bu nimet kapısının kapalı olduğunu kabul etmemiz ise onun şanına bir saygısızlıktır. Bir öğretmenin şanı yetiştirdiği öğrencilerin büyüklüğüyle belli olduğu gibi, bir kralın azameti de emri altında bulunan diğer itaatkâr kralların büyüklüğüyle belli olur. Nitekim bir öğretmen yetenekli öğrenciler yetiştiremezse, kendisi de pek yetenekli sayılmaz. Bir kralın emri altında beceriksiz kimseler bulunuyorsa, bu o kralın büyüklüğünün bir alameti olamaz. İmparator ya da kralların kralı diye nitelendirilmek, onu aşağılayan değil şanını gösteren bir lakaptır. Aynen bunun gibi, eğer bir peygamberin ümmetinden nübüvvet makamına eren kimseler, peygamberlik makamına ermelerine rağmen onun ümmeti dışına çıkamıyorlarsa, bu o peygamberin diğer peygamberlerden daha büyük olduğunun bir alametidir.

Nübüvvet hakkındaki bugünkü yanlış inancın zamanımızdaki Müslümanlar arasında nasıl revaç bulduğu meselesi önemlidir. Bugünkü Müslümanlar diyorum, çünkü eski din bilginleri bugünkü Müslümanlarca kabul edilen düşüncenin tam tersi olan görüşlere sahiptiler. Muhyüddin İbn-i Arabî, Molla Aliyyü’l Karî, İbn-i Kayyim, Mevlana Celalettin Rûmi, İmam Rabbani gibi din bilginleri bu konu üzerinde şimdiki Müslümanların görüşlerine muhalif görüşler beyan eden İslam âlimleri arasında zikrolunabilinir. Zamanımızdaki Müslümanlar, aslında nübüvvetin ne demek olduğunu anlayamadıklarından dolayı bu konuda yanılmaktadırlar. Onlara göre bir peygamber yeni bir şeriat getirmeli veya eski şeriatın bazı emirlerini kaldırmalı yahut daha önceki peygambere tabi olmamalıdır. Gerçek şudur ki, bir peygamberin peygamber olması için onda bu şartların bulunması gerekmez. Bir peygamber bu şartlardan hiçbirini yerine getirmediği halde, yine de peygamber olabilir. O, yeni bir şeriat getirmediği gibi, daha önceki şeriatın bazı emirlerini kaldırmamış da olabilir. O, kendisinden önceki bir peygambere tabi de olabilir. Zira peygamberlik manevi bir mertebe olup, Allah’acc yakınlığın bir derecesidir. Bu mertebeye, bu yakınlık derecesine erişen kişi, insanlara Allahcc yolunda rehberlik etmek için tayin edilir. O, manen ölmüş olanları diriltmek ve manevi kuraklıktan kuruyan kalpleri yeşertmek işi ile görevlendirilir. Hakkı yaymak için hayatlarını bu uğurda feda etmeye hazır bir cemaati kurmak onun vazifesidir. Bu fedakâr cemaat ise onu örnek alıp, kalbini temizler ve amelini düzeltir.

Özetle nübüvvetin reddedilmesi, nübüvvet mefhumunu kavrayamamalarının bir sonucudur. Hâlbuki nübüvvetin bazı çeşitlerinin Muhammedi Ümmet içinde devamı, Peygamber Efendimizinsav mertebesini alçaltmaz, aksine yükseltir.


[1] Buhari, Kitabu’l Menakıb, Menakib Ömer bin Hattab

Bir Öncekini Oku

Neden Meryemoğlu İsa denildi?

Bir Sonrakini Oku

Hateme’n Nebiyyin’in anlamı