Altıncı delil “İlahi yardım”

Onun doğruluğunun altıncı delili İlahi yardımdır. Bu da birçok delillerden müteşekkildir. İlahi memurlar ve elçiler, Allah’ıncc gözünün nurlarıdır. Allah-u Teâlâ’nın kendileri ile muamelesi, sevdikleri ile olan muamele gibi olmasa, doğruluklarının kanıtlanması mümkün değildir. İlahi memur olduğu iddiasında bulunan kimse ile Allah’ıncc muamelesi, O’nun sevdikleri ile olan muamelesi gibi değilse, o zaman onun iddiası yalandır ve kendisi de yalancıdır. Allah-u Teâlâ’nın bir kimseyi seçip naibi olarak göndermesinden sonra, onu sevdiğini göstermemesi ve yardımda bulunmaması mümkün değildir. Bir hükümdar birisini naip olarak yolladıktan sonra, kendisine yardım eder ve onun her ihtiyacını gidermek için gerekli olan her şeyi sağlar. Durum böyle iken, geniş hazinelerin sahibi ve gayb ilmine vakıf olan Allah-u Teâlâ, seçip gönderdiklerine neden yardımcı olmasın ki? Bir kimse İlahi memurluk iddiasında bulunduktan sonra, Allah’ıncc özel yardımına mazhar oluyorsa, o kesinlikle doğrudur ve hak üzerindedir. Allah’ıncc seçip gönderdiğini sahipsiz bırakması imkânsız olduğu gibi, yalancı ve şerli olanı da cezasız bırakması mümkün değildir. Ceza verilmediği takdirde, o kullarının sapmasına sebep olacaktır. Böyle yalancı ve şerlilere Allah’ıncc yardım etmesi akla ve mantığa da aykırıdır.

Allah Kuran-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:

كَتَبَ اللّٰهُ لَاَغْلِبَنَّ اَنَا وَرُسُلٖى اِنَّ اللّٰهَ قَوِىٌّ عَزٖيزٌ

“Allah, “Ben ve peygamberlerim mutlaka galip geleceğiz,” diye yazmıştır. Şüphesiz Allah, çok güçlüdür (ve) galiptir.[1]

Bu ayet-i kerimeden anlaşıldığı üzere, Allah’ıncc kanununa göre, gücün ve galebenin bir kanıtı olarak, O gönderdiği elçilere üstünlük nasip eder. O, onlara üstünlük bağışlamaz ise kudreti ve şerefi konusunda insanlar şüpheye düşeceklerdir. Aynen bunun gibi Kuran-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:

اِنَّا لَنَنْصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذٖينَ اٰمَنُوا فِى الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الْاَشْهَادُ

“Şüphesiz Biz, peygamberlerimize ve (onlara) inananlara (bu) dünya hayatında ve şahitlerin ayağa kalkacakları günde yardım edeceğiz.[2]

وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يُسَلِّطُ رُسُلَهُ عَلٰى مَنْ يَشَاءُ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَیْءٍ قَدٖيرٌ

“…Allah peygamberlerini dilediğine üstün kılar. Allah’ın her şeye (daima) gücü yeter.[3]

Bu ayetler İlahi elçilerin üstün gelmeleri ile ilgilidir. Üstün gelişleri ister hem maddi hem de manevi şekilde, isterse de yalnızca manevi şekilde olsun, bunun haricinde Kuran-ı Kerim’den anlaşıldığına göre, İlahi memuriyet ve vahiy alma gibi iddialarında yalancı olan kimseye, Allahcc mutlaka ceza verir ve o hiçbir şekilde helak olmaktan da kendini kurtaramaz. Nitekim Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

وَلَوْ تَقَوَّلَ عَلَيْنَا بَعْضَ الْاَقَاوٖيلِ ۞ لَاَخَذْنَا مِنْهُ بِالْيَمٖينِ ۞ ثُمَّ لَقَطَعْنَا مِنْهُ الْوَتٖينَ ۞

“Eğer o, kimi sözleri yalan olarak Bize isnat etseydi, Biz (de) onu mutlaka sağ elinden yakalardık (ve) sonra (da) mutlaka şah damarını keserdik…[4]

Buna göre ona yardım kapıları kapatılır ve böyle bir iddiacı helak olur. Başka bir yerde ise Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا اَوْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِهٖ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ ۞

“Allah’a yalan uydurarak iftira eden veya O’nun ayetlerini yalanlayandan, daha zalim kim olabilir? Şüphesiz zalimler başarıya hiç ulaşmazlar.[5]

Yani, zalimler başarı elde edemediğine göre, bu zalimlerin zalimi günahkâr nasıl başarı elde edebilir?

Yukarıda zikredilen ayetlerden Allah’ıncc iki kanunu anlaşılmaktadır. Bunların ilkine göre Allahcc peygamberlerine yardım eder ve onların arkasında durarak kendilerine üstünlük bahşeder. İkincisine göre ise, Allah’acc iftira edip, ona yalan isnat edenlere, O yardımda bulunmaz, aksine kendilerini helak eder. Daha önce akıl ve mantıkla ispatlamaya çalıştığımız durumu, Kuran-ı Kerim desteklemekte ve hatta onun Allah’ıncc sünneti olduğunu beyan etmektedir.

Bu İlahi sünnet ve ezeli kanuna göre Vadedilen Mesih’in iddiası incelendiğinde, doğruluğu güneş gibi aşikârdır. Allah’ıncc kendisine bağışladığı başarı incelendiğinde, onun İlahi bir elçi olduğu hakkında da şüpheye hiç mahal kalmamaktadır.

Allahcc ona hangi yardımlarda bulunmuştur ve onu nasıl desteklemiştir hususlarını incelemeden önce, onun iddiada bulunduğu devre yakından bakmak gereklidir. Böylelikle onun başarıya ulaşmasında rol oynayan gerekli ortamın bulunup bulunmadığı anlaşılacaktır. Onun yolunda karşısına çıkan engeller nelerdi ve onun iddiasının mahiyeti neydi? Acaba iddiası kendi zatında cazip miydi ve zahiri ortam ona başarı vaat ediyor muydu?

Vadedilen Mesihas, asil ve saygın bir aileye mensuptu. Böyle olması da gerekiyordu, çünkü İlahi memurlar öteden beri asil ailelerden gelmişlerdir. Öyle ki, insanlara onları kabul edip kendilerine tabi olmak zor gelmesin. Onun ailesi eskiye nazaran dünyevi şan ve gücünü yitirmiş bir durumdaydı. Yaşadıkları bölgede fakir bir aile sayılmamalarına rağmen, eski güç ve kudreti göz önünde bulundurulduğunda, artık onlar fakirleşmiş bir haldeydiler. Bu tasarruflarındaki toprak ve siyasi kudretin ellerinden çıkmış olmasındandı. Siyasi güçlerini Sihler döneminde kaybetmişlerdi. Arazilerine gelince, onları da İngilizler ellerinden almışlardı. Kısacası insanlar, onun dünyevi itibarını görüp, bir çıkar için kendisine tabi olmuşlardır denmesi mümkün değildi.

Babası bir öğretmen tutarak eğitimini sağlamıştı. Ancak onun tahsili, medreselerdeki seviyeye nazaran bir hiç sayılırdı. Bundan dolayı ona, gerek kendi bölgesinde gerekse dışarıda bir âlim veya hoca gözüyle bakılmazdı. Nitekim o büyük bir âlim olduğu için insanlar kendisine uydular, denmesi de mümkün değildi.

O, tarikatlar veya sufiler ailesine de mensup değildi. O, bir mürşit veya sufiye biat edip, ondan hilafet almamıştı ki, hakkında müritlerin yardımı sonucu başarıya ulaştı denebilsin.

O, hiçbir mertebe ve mevkiye sahip değildi ki, insanlar onun yetkilerinden faydalanmak üzere etrafında toplanmış olsunlar.

O, gönlünü dünyadan çevirmişti. İnsanlardan uzak bir şekilde yalnız yaşamayı tercih ettiğinden dolayı, o bölgede oturanlar bile kendisini pek tanımazlardı. İlişkisi olan birkaç kişi ise, çoğunlukla yetim ve öksüzlerden oluşuyordu. O, onlara yemek yedirir, hatta aç kalmak pahasına yemeğini bu kimselere verirdi. Buna ilaveten, kendisini tanıyanlar arasında dini araştırmalarla meşgul birkaç kişi de bulunuyordu. Bunlar dışında onunla görüşen başka kimse yoktu. O da insanlarla çok görüşmezdi ve halk da kendisi ile görüşmek ihtiyacını pek duymazdı.

İnsanın tasavvur edebileceği her engel onun yolu üzerinde karşısına çıkmıştı. O, İlahi memurluk iddiasında bulunduğunda ise, kendisine iman edilmesi sonucunda âlimlerin insanlar üzerindeki asırlardır devam eden iktidarı sona erecekti. Bu sebeple âlimlerin kendisine muhalefet etmeleri son derece doğaldı. Onların gözünde, Vadedilen Mesih’inas ilerlemesi, onların gerilemesi ve onun yükselişi kendilerinin çöküşü anlamını taşımaktaydı.  Allahcc tarafından bilgi ile donatılan bir kimsenin dünyanın ıslahı için gelmesi, onların pabuçlarının dama atılacağı anlamını taşıyordu.

Tarikat şeyhleri de kendisine düşman kesilmişlerdi, çünkü onun doğruluğu yayıldıkça, müritleri kendilerinden kaçacaklardı. Ona iman etmeleri sonucu, tarikat şeyhi ve mürşidi olarak değil, sadece onun bir müridi olarak yaşamak zorunda da kalacaklardı. Müritleri kendilerini terk ettiklerinde, gelir kaynakları da kesilecekti. Ayrıca kendileri için hak olarak gördükleri özgürlüklerinden de mahrum kalacaklardı.

Zenginler de ona muhalif idiler. Çünkü Vadedilen Mesihas İslam’ın emirlerine uymalarını kendilerinden istemekteydi. Ancak onlar buna alışık olmadıkları için, bunu can sıkıcı bir durum olarak görüyorlardı. O, insanoğluna iyi davranmalarını ve dertlerine ortak olmalarını emretmekteydi. Bu ve buna benzer öğretilerinden dolayı, talimatı yayılacak olursa, iktidarlardan mahrum kalacaklarını ve köle olan insanların özgürlüklerine kavuşacaklarını düşünüyorlardı.

Gayrimüslimlere gelince, onlar kendisini, eliyle dinlerinin helak edilişi mukadder kılınan bir kimse olarak görmekteydiler. Bir kuzunun kurttan doğal olarak nefret edişi gibi, onlar da kendisine karşı mesafeli durup, onu bir an evvel yok etmek arzusundaydılar.

Zamanın iktidarı da, Mesih ve Mehdi gibi isimlerden korktuğu için, kendisine karşıydı. Öteden beri süregelen rivayetlerin etkisi altında, onlar bu isimleri taşıyan kişi ile fitne ve fesat arasında bir bağ kurmaktaydılar. Vadedilen Mesih’inas bu konudaki açıklamaları da, onları tatmin etmekten uzak kalıyordu. Onlar, bu açıklamaları, ancak bir fırsat değerlendirme ve manevra olarak görmekteydiler. Hükümet, Vadedilen Mesih’inas güç kazandıktan sonra, barışçıl düşüncelerinden vazgeçeceği konusunda şüphe taşımaktaydı.

Ulemanın, tarikat şeyhlerinin, zenginlerin, Hindu din adamlarının veya papazların emri altında olan alt tabaka insanlar da ona muhaliftiler. Bilgisizliklerinin sonucu olarak, örf, adet ve törelerine aşırı bağlılıklarından dolayı, onlar yeni olan her şeye karşı sert tepkiler göstermekteydiler. Onlara göre Hz.Mirza Gulam Ahmed’inas iddiası yeni olup, İslam’ın bozulmasına sebep bile olabilirdi. Böylelikle onlar, hem cahillikleri, hem de efendilerinin kışkırtması sonucu, ona muhalif oldular.

Bu sınıfların her biri ellerinden geldiğince onu helak etmeye uğraştı. Âlimler küfür fetvaları verip, imza toplamak üzere Mekke ve Medine’ye kadar gittiler. Öteden beri süregelen adetleri gereği, sözde kâfirliğinin akıl almaz her türlü sebeplerini uydurup, halkı onun aleyhine kışkırttılar.

Sufilere gelince, onlar da onun yolunun geçmiştekilerin yollarına ters düştüğünü açıkladılar. Allah’acc olan lafta yakınlıkları ve irfan lakırdıları ile halkı korkutarak, keza kerametleri ile ilgili yalan hikâyeler uydurmak suretiyle, onların Vadedilen Mesiheas yakınlaşmasını engellediler. Sufilerin bir kısmı, “Mirza Gulam Ahmed iddiasında doğru olsa bile, ona iman etmediğiniz takdirde, günahınızı Kıyamet günü bizler üstleniriz,” demekten de çekinmediler. Böylelikle onlar, bir dünyanın hidayete kavuşmasına engel oldular.

Zenginler, servetlerini ve nüfuzlarını kullanarak ona savaş açtılar. Gayrimüslimler de bu konuda Müslümanlara yardım ettiler. İktidarda olanlar, nüfuzlarını kullanarak halkı korkutup, Vadedilen Mesiheas iman etmek isteyenlerin hoşnut olmayacakları durumlarla karşı karşıya kalacaklarını söylediler. Halk ise, efendileri ile işbirliği yaparak onu boykot edip, eziyet çektirmekten geri kalmadı. Özetle, ister Müslüman ister gayrimüslim, herkes ona muhalefet etmekte bir araya geldi.

Vadedilen Mesih’inas sunduğu öğreti, zamanın eğilimlerine uygun olmayıp, bu temayüllere engel olmaktaydı. Onun söyledikleri zamanın temayüllerine göre olsaydı, ilerlemesinin İlahi yardım sonucu değil, dünyanın bu düşüncelere meyli olmasından kaynaklandığı akla gelebilirdi. Zamanın eğilimine uygun olan öğretiler, iki tür olabilir. İlki, toplumun çoğunluğunun düşüncelerine uyan öğretilerdir. Eğer bu bulunmuyorsa diğeri ise, toplumun çoğunluğunun düşüncelerine ters olan, ama devrin dünyevi ilimlerinin sonucu ortaya çıkan temayüllere uygun öğretilerdir. Birinci öğretinin yayılması son derece kolaydır. Diğer taraftan, ikinci tür öğretiye gelince, başlangıçta o muhalefet ile karşı karşıya kalsa bile, modern ilimlerin bir ürünü olması sebebiyle bu ilimler yayıldıkça, bu tür öğretilerin de yayılması kaçınılmazdır.

Vadedilen Mesih’inas öğretisi, yukarda bahsedilen her iki türe de ters düşmekteydi. Onun davet ettiği yol, zamanın temayülüne ve modern ilimler sonucu yayılan düşüncelere muhalifti. Bundan dolayı her iki taraf da kendisine karşı çıkmaktaydı. Tutucu olanlar, onu kafir ve dinsiz olarak, kendilerine aydın diyenler ise, onu dar görüşlü ve gerici olarak tanımlamaktaydılar. Çünkü o, bir taraftan İsa’nınas gökyüzünde berhayat olması, hikayeler ve batıl rivayetler, melekler ile ilgili yayılan düşünceler, Kuran’daki nasih ve mensuh inancı, Cennet ve Cehennem hakkında yaygın olan görüşler ve şeriat hakkındaki bağnaz düşüncelere şiddetle muhalifti. Ancak diğer taraftan da o, şeriat emirlerine harfiyen uyulmasına, faizin haram olmasına, meleklerin varlığına, duanın faydalarına, Cennet ve Cehennemin hak oluşuna, vahyin kelimeler ile nazil olduğuna ve mucizelerin doğruluğuna inanmaktaydı. Bunun neticesinde ne tutucu kesim, ne de aydın ve modern kesim, kendisi ile hemfikir değillerdi. Kısacası, onun görüşleri revaçta olduğundan veya ileride yayılacak görüşleri destekler mahiyette olduğu için, o başarıya ulaşmıştır demek mümkün değildir.

Sözün özü, ne onun kişisel durumu, ne yolundaki engeller ne de öğretisi, iddiasının kabulüne ve insanların ona iman etmesine uygun değildi. Bütün bu muhalif ortam ve şartlara rağmen başarısı, dünyevi ve doğal sebeplere dayanmayıp, İlahi yardımın bir sonucudur.

Bulunduğu durum ve şartlar açıklandıktan sonra, şimdi de ona nasip edilen başarılardan söz edeceğiz. Önce de açıklandığı gibi, Kuran-ı Kerim’de Allah-u Teâlâ, bilerek Kendisine yalan ve iftira isnat edene uzun bir mühletin verilmesinin sünnetine aykırı bir durum olduğunu bildirmiştir. Vadedilen Mesiheas gelince, o “Muslih” olduğuna dair vahiylerini yayınladıktan sonra, kırk seneye yakın yaşadı ve Allah’ıncc her türlü yardım ve desteğine de mazhar oldu. Eğer Allah’acc iftira edene bu kadar mühlet verilip, o helak olmaktan korunuyor ve Allah’ıncc yardımına nail ediliyorsa, o zaman Hakka suresinde zikir olunan ölçünün,[6] hâşâ yanlış olduğunu ve Peygamber Efendimizinsav iddiasının da, hâşâ delilsiz kaldığını kabul etmek zorunda kalacağız. Böyle bir şey kesinlikle söz konusu olamayacağı için, bu delil Vadedilen Mesih’in doğruluğunu açıkça kanıtlamaktadır.

Vadedilen Mesihas vahiylerini yayınladığında, yeryüzünde onu tanıyan hiç kimse yoktu. Hâlbuki bundan sonra, insanların tüm muhalefetlerine rağmen, ona saygın bir makam nasip oldu. Hatta düşmanları bile kendisine saygı gösterip, onun Müslüman bir lider olduğunu kabul ettiler. Başlangıçta ona muhalif olan ve kendisine karşı suizan besleyen İngiliz hükümeti de onu saygın bir kişi olarak görmeye başladı. Dünyanın en ücra köşelerine kadar ismi şöhret kazandı. Aşk ve sevgilerinden ötürü canlarını ona feda etmeye her zaman hazır olan insanları, Allahcc kendisine nasip etti. İslam düşmanı Avrupalılar da onun eliyle İslam’ı kabul ettikten sonra sevgisinde öyle ilerlediler ki, onlardan birisi bize şunları yazmıştı: “Ben Mirza Beyin minneti altındayım, çünkü İslam gibi nimet bana onun vasıtasıyla ulaştı. Ben Peygamber Efendimizsav ile Vadedilen Mesihe salât ve selam göndermeden uyumuyorum.” Eğer o, Allah’acc iftira eden olsaydı, bu denli şiddetli muhalefete rağmen, kendisine bu saygı ve sevgi asla nasip olamazdı.

O iddiasında bulunduğu zaman yalnız idi. Mollalar, pirler, tarikat şeyhleri, Hindu din adamları, Hıristiyan papazlar, zenginler, alt tabaka halk ve mevki sahipleri ellerinden geldiğince insanları ondan uzak tutmaya çalıştılar. Ancak buna rağmen insanlar yine de cemaatine katılmaya devam ettiler. Ona tabi olanların arasında fakirler, zenginler, âlimler, sufiler, Müslümanlar, Hindular, Hıristiyanlar, Hintliler ve diğer milletlere mensup olanlar bulunuyorlardı. Hatta o vefat ettiğinde, yüz binlerce kişi cemaatine dahil olmuştu bile. Cemaati her geçen gün daha da ilerlemektedir. Öyle ki, mollaların kandırması sonucu sadece din ihtilafından dolayı iki ihlâs sahibi Ahmedinin Afganistan’da şehit edilmesine rağmen, bu cemaat orada da ilerlemektedir. Her Afgan eyaletinde ona tabi olan kimseler mevcuttur. Cemaatine mensup olanlar, Arabistan, İran, Rusya, Mısır, Afrika’nın batısı, doğusu, kuzeyi, güneyi, Avustralya, ABD ve Avrupa’da da bulunmaktadırlar. Sonuç olarak hüküm süren bir milletin fertlerinin, kendisine tabi olan milletin bir ferdine itaat etmesi ve nesiller boyunca muhalefet ettikleri dine katılmaları, Allah’ıncc yardım ve desteği olmaksızın asla mümkün değildir.

Kimi muhalifleri, onu öldürmeye ve zehirlemeye teşebbüs ettiler. Hakkındaki asılsız suçlamalarla kendisini mahkemelerde süründürmeye çalıştılar. Bu konuda Hıristiyanlar, Müslümanlar ve Hindular işbirliği yapıp, ilk Mesihi astıkları gibi, onu da asmak istediler. Ancak her keresinde Allahcc, onu korudu ve gün geçtikçe Allah’ıncc ona olan inayeti ve desteği artmaya devam etti.

O, İslam’ı tecdit etmek ve yaymak üzere gönderilmişti. Bu iki sorumluluğun üstesinden gelmesi için Allahcc, kendisine ihlâslı bir cemaati ve ihtiyaç duyulan mali imkânları bahşetti. Hatta bu dini işler için senede beş yüz bin Rupi kadar bir harcama yapılmaktadır. İslam’ı yaymak üzere Pencap, Bengal, Sri Lanka, Mauritius ve Amerika’da çeşitli gazeteler basılmaktadır. Kendisini desteklemek için de yüzlerce kitap yazılmıştır. Allah-u Teâlâ insanların kalplerini, ona yardımcı olmaları için açmaktadır. Binlerce insan, muhalif olmalarına rağmen bir rüya, ilham veya keşif neticesinde, onun doğruluğundan haberdar edildi ve gönülleri onun sevgisiyle doldu.

Kısacası her durum ve şart onun aleyhindeydi ve o her türlü muhalefet ile karşı karşıyaydı. O, durumunun çaresizliğine ve kendisine verilen olağanüstü sorumluluğa rağmen, yine de hedefine ulaştı. Sinelerinde İslam’ın galibiyeti için büyük coşku taşıyan takipçiler kendisine nasip edildi ve onlar bütün dünyaya yayıldılar. İzzet, mal, iktidar ve heybet gibi her açıdan, Allahcc onu destekledi.

Allahcc tarafından görevlendirilenin, O’nun desteğine mazhar olması, O’na iftirada bulunanın ise rezillik içinde helak olması, Allah’ıncc kanunudur. Bunu göz önünde bulundurduğumuz zaman, Vadedilen Mesih’inas doğruluğu konusunda bir şüphe kalması mümkün değildir. Bu delile rağmen, doğruluğu konusunda şüphe eden varsa, ona, “Sence diğer peygamberlerin doğruluğunun ölçüsü nedir?” diye sorulmalıdır.

Vadedilen Mesihas önceleri zayıftı, ancak daha sonra saygı ve şerefe nail oldu. Söylemek istediğim, onun sadece bu sebepten dolayı hak üzerinde olduğu değildir. Birçokları, bu şekilde saygı ve şöhret kazanmışlardır. Nadir Şah ve Napolyon gibi insanlar, alelade ve zayıf kimseler oldukları halde saygı ve şöhret elde etmişlerdi. Ancak bu, onların Allah’ıncc sevdiği insanlar olduklarını ispatlamaz. Benim anlatmak istediklerim ise şunlardır:

Hazreti Mirza Gulam Ahmedas, Allah-u Teâlâ tarafından görevlendirildiği iddiasında bulunmuştu. Eğer iddiası iftira ve yalana dayanıp, insanları kandırmaya yönelik idiyse, Allah’ıncc sünneti gereği, mutlaka helak olması gerekirdi.

Onun ilerlemesi için, dünyevi ortam ve şartlar mevcut değildi.

Her cemaat kendisine, ona muhalefet etmeyi hedef edinmişti. O, iddiasında bulunduğu vakit, desteği ve yardımıyla ilerleyebileceği kendisine ait bir cemaati yoktu.

Onun dünyayı ikna ettiği öğretiye, muhafazakârlar da, liberal görüşlü modern kimseler de muhaliftiler.

Böylesi bir ortamda, o başarıya ulaştı. Bir cemaat kendisine tabi oldu ve insanlar da onun görüşlerini kabul ettiler. Düşmanlar muhalefetlerinde başarısız oldular ve o, her zaman Allah’ıncc inayeti ve desteğine mazhar oldu.

Bu beş özelliğin, yalancı bir insanın şahsında toplanması mümkün değildir. Bunlar bir iddiacının şahsında bir araya geldiklerinde, o mutlaka Allahcc tarafındandır. Bu ölçü kabul edilmediği takdirde, hiçbir peygamberin doğruluğunun ispatlanması mümkün değildir.

Eğer bir kimse Allahcc tarafından memur kılındığı iddiasında değilse, yani o, Nadir Şah veya Napolyon gibi hiçbir iddiada bulunmuyorsa veya iddiası memuriyet olmayıp ilahlık iddiası ise yahut da akıl sağlığı yerinde değilse, bu kimseler için bu ölçü geçerli değildir. Aynen bunun gibi, benim her söylediğim, Allah’ıncc söylediğidir diyen için de bu ölçü kullanılamaz.  Şeyhiye fırkası böyle inançlara sahiptir. Onlara göre,  Mehdinin sözcüsü olan insanlar her zaman dünyada mevcuttur. Mehdinin dediği ise Allah’ın dediğidir. Netice olarak, onların ağzından çıkan veya kalbinden doğan düşünce, inanışlarına göre, Allah tarafındandır. Ali Muhammed Bab ve Bahaîliğin kurucusu Bahaullah bu fırkaya mensuptular. Böyleleri, söylediklerinin Allah tarafından söylendiğine gerçekten inandıkları için, bile bile Allah’a yalan ve iftirada bulunanların cezasına müstahak değildirler.

Böyle kimselerin şahsi nüfuzu, insanları kendilerini takibe mecbur kıldığından yahut onları destekleyen bir cemaat bulunduğundan veyahut onlar halkın görüşlerinin sözcülüğünü yaptıklarından ya da yeni ilimlerin desteği sonucu insanların meylettiği düşüncelere, onları çağırdıklarından yahut da herhangi bir sebepten dolayı, insanlar kendilerine muhalefet etmekten çekindiklerinden, onların geçici bir şöhret kazanmaları, doğruluklarının bir delili sayılamaz.


[1] Mücadele suresi, ayet 22

[2] Mümin suresi, ayet 52

[3] Haşr suresi, ayet 7

[4] Hakka suresi, ayet 45-47

[5] Enam suresi, ayet 22

[6] Hakka suresi, ayet 45

Önceki

Beşinci delil “İslam’ın tecdidi”

Sonraki

Yedinci delil “Düşmanların helak olması”